İşte AB’den çıkış referandumunun sonucunda Başbakan Cameron, bu yeni dönemi “Muhafazakâr Parti yeni bir liderle, İngiltere yeni bir başbakanla yönetilmelidir” diyerek istifa etti.
İngiltere’de milletvekili adaylarını parti genel merkezleri ve liderler değil, parti tabanları belirler. O bakımdan milletvekilleri partilerine sadıktır fakat tabandan geldikleri için liderlerinin emrinde değildirler.
Muhafazakâr Parti’de lider, bu şekilde “partili” fakat “bağımsız irade” sahibi milletvekilleri tarafından seçilir. Cameron’dan sonra iki aday çıktı: Bayan Andrea Leadsom ve Bayan Theresa May...
Grupta yapılan seçimleri “yeni Demir Leydi” olarak nitelenen Bayan Theresa May kazandı.
Bunu hem Türkiye’nin, hem Suriye’nin geleceği açısından çok iyi düşünmeliyiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözlerinden yola çıkalım:
“Haritadan silinecek duruma doğru giden bir Suriye var, buna göz yummak mümkün değil.”
Çok doğru... BM verilerine göre Suriye nüfusunun yarısı ya ülke içinde veya civar ülkelere sığınarak “göçmen” durumundadır. Neredeyse boşalmakta olan bir ülkeden büyük bir nüfusu Türkiye’nin vatandaşlığına almak Türkiye için de Suriye için de yanlış olur.
AK Parti’nin kuruluş ve gelişme dönemlerini hatırlayın, dünya ekonomisine paralel olarak ekonomi büyüyor, iktidar da AB sürecinde “uyum yasaları” çıkararak hukuk düzenimizi Avrupa hukukuna yakınlaştırmaya çalışıyordu.
Birçok örnekten sadece biri, 2004 yılında Anayasa’nın 90. maddesine “evrensel hukuk yerli ve milli hukuktan üstündür” anlamında bir madde eklenmişti.
Batı basınında Türkiye’ye haklı övgüler çıkıyordu.
O ‘mutlu zamanlar’da AK Parti’nin siyasi terminolojisinde “üst akıl” diye bir terim yoktu.
Söz konusu akademisyenler yılgınlığa kapılmamışlar, YÖK’ün soruşturma kararına karşı yargıya başvurarak dava açmışlar.
Dilekçeyi uzman hukukçu Prof. Yaman Akdeniz yazmış... Danıştay 8. Dairesi, “disiplin yönetmeliği uygulanamaz” diyerek yürütmeyi durdurma kararı vermiş. Niye?..
ANAYASA MAHKEMESİ
İktidar Mart 2014’te Yüksek Öğretim Kanunu’nun, 53. maddesini değiştirerek “hangi fiillere hangi disiplin cezalarının uygulanacağı” konusunda yetkiyi YÖK’e vermişti.
Balkan göçmenleri “temel değerlerimizi dejenere” etmiş imiş!
Şaşırmadım. Zira “Suyun öbür tarafı” denilerek, “Selanikliler” denilerek ifade edilen hezeyanların olduğunu biliyorum.
İkinci Meşrutiyet’i Selanik’in Anadolu’dan intikamı diye yazanlar da oldu!
Bilmezler ki, İkinci Meşrutiyet sürecinde ilk isyanlar Selanik ve Manastır’da değil, Anadolu’da “vergi ayaklanmaları” olarak ortaya çıkmıştı... En büyüğü de Erzurum’da gerçekleşmişti.
Başbakan Binali Yıldırım’ın zaman içinde Mısır ve hatta içsavaş bitince Suriye ile de iyi ilişkiler kurulmasını arzu ettiği biliniyor. İnşallah diyelim.
Elbette haklı bir soru var ortada: İç politikada gerilim ve husumeti bırakıp gelişmiş ülkelerdeki normal siyaset tarzına sıra gelecek mi?
Bu fevkalade önemli konuyu, eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek şu isabetli sözlerle gündeme getirdi:
“Bir yandan, ülkede birlik ve bütünlüğüne ihtiyaç var diyoruz, öbür taraftan bütünlüğü darmadağın eden, ülkenin dikişlerini yıpratan konuşmalar yapıyoruz. İçerideki dostlukları arttıracak, ilişkileri normalleştirecek bir üslup ve anlayışa ihtiyaç var.”
Prof. Ayşe Kadıoğlu ve arkadaşlarının yaptığı “Vatandaşlık Araştırması”nda bu açıdan dikkate değer bulgular var:
- Toplumun yüzde 64’ü devlete karşı sorumluluklarının haklarından önce geldiğini söylüyor.
- Toplumun yarısı askerlik görevini yapmayanların temel vatandaşlık hakları olmaması gerektiği görüşünde.
- Toplumun yüzde 61’i de devlete karşı vatandaşlık görevini yerine getirmeyenlerin sağlık ve eğitim hizmeti almasına karşı olduğunu belirtiyor!
Fakat konunun başka yönleri de var: Eski ruhaniyetini kaybeden bayramlar seküler tatiller haline geliyor. Avrupa tarihinde her biri bir havari ve azizle bütünleşmiş kutsal gün ve dönemlerin bu ruhaniyetini kaybederek festivallere, eğlenceli tatillere dönüştüğünü, sonra da kiliselerin boşalmaya başladığını mesela sosyolog James Beckford ve Thomas Luckman’ın kitabında okumuşsanız, tablo daha net görülür.
Bunu yüzyıl önce Max Weber de hüzünlü bir dille anlatmıştı.
Bizde bir “dindarlaşma” eğilimi de var fakat samimi dindarlar “dini değerlerin içinin boşaldığından” yakınıyorlar; haklı olarak.
Ticari kazanç hırsı ve dinin siyasallaştırılması dinin ahlaki ve manevi içeriğini boşaltıyor!