Cumhurbaşkanı’nın yaverinden tutun da Genelkurmay Başkanı’nın Cemaat mensubu olduğunu itiraf eden yaverine, oradan Bitlis, Siirt, Hakkâri, Şırnak’taki komando tugay komutanlarına ve alt rütbelerdeki subaylara kadar bir darbe taşkilatlanması!
Bu vahim tablo karşısında 1962 ve 1963’te Albay Talat Aydemir’in darbe girişimleri çok basit kalır.
Temel yapısal sorun ordu içinde bu çapta bir darbe teşkilatlanmasının nasıl yapılabildiğidir ve MİT’in niye zamanında istihbar edemediğidir.
‘PARALEL’ FAKTÖRÜ
Menfur darbeye duyulan haklı öfkeyle kitleler “İdam cezası gelsin” diyor. Bir halkoylaması yapılsa eminim çok büyük çoğunluk hem idam cezasının gelmesini ister hem Suriyelilere vatandaşlık verilmesine karşı çıkar.
Fakat düşünmek gerekir; olgunlaşmış demokrasilerde referandumlar niye çok sınırlıdır?
Hele de belli bir konjonktürdeki kitle psikolojisiyle son derece kritik konularda karar verilmesi doğru mudur?
Son derece kritik diyorum. Çünkü “idam” meselesi darbecileri ve teröristleri ağırlaştırılmış müebbet hapis yerine idam etmenin ötesinde, Türkiye’nin Batı dünyasında mı yoksa Ortadoğu’da mı yer alacağına karar vermektir.
Türkiye NATO ve AB’den tecrit edilecek, Ortadoğu ve Asya’daki diktatörlük ülkeleriyle aynı kategoride yer alacak ve PKK hayal bile edemeyeceği desteklere sahip olacak, Türkiye bölünmenin eşiğine gelecekti.
Bunu darbe gecesi CNN Türk’teki konuşmamda da anlattım.
Orduda darbeye karşı çıkan komuta kademesi, polis ve halk kitleleri Türkiye’yi böyle bir felaketten kurtardı.
GÜLEN’İN DURUMU
Tahribat darbeci katillerin 161 asker ve sivil vatandaşımızı şehit etmesinden ibaret değil. Kamu kurumlarını bombalamaktan da ibaret değil...
15 Temmuz darbe teşebbüsü orduda ve yargıda çok büyük tahribat yarattı. Ordunun ve yargının süratle olağan hiyerarşiye ve profesyonel işleyişe dönebilmesi için herkesin çok özenli olması, Türkiye’nin geleceği için hayati derecede önemlidir.
TARİHİN DERSLERİ
1908 yılında Genç Subaylar’ın ayaklanmasıyla Meşrutiyet ilan edildikten sonra orduda hiyerarşi bozuldu, siyasi gruplaşmalar askerlik ruhunu öldürdü. Balkan Harbi’nde Rumeli’yi kaybetmemizin önemli sebeplerinde biri budur.
* Darbe bir cunta hareketidir, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiyerarşik ve kurumsal yapısı darbeye karşıdır. 1962’deki Albay Talat Aydemir’in darbe teşebbüsüne benziyor, onlar da TRT’yi ele geçirip korsan bildiri okumuşlardı. Aynı şekilde bastırılacaktır.
* MİT ve çok önemli bir silahlı güç olan polis, darbeye karşıdır, anayasal düzenden yanadır.
* En önemlisi, geçmişteki darbe ve müdahalelerin hiç birinde görmediğimiz bir olay yaşanıyor, halk sokaklarda darbeye direniyor, tankların üstüne çıkıyor. Bir kaç yerde tankların geri döndüğü haberi gelmeye başladı.
Bu üç gerekçe Türkiye’de darbe dönemlerinin ebediyen kapandığını, hiç bir darbe girişiminin asla başarı olamayacağını gösterir. İşte başarılı olamadı, fakat maalesef kan aktı, maalesef darbeciler kendilerine ülkeyi korumaları için verilmiş silahları olan devlete karşı kullandılar.
Gerçekten artık herkes görmelidir ki, Ankara, İstanbul, Paris, Brüksel, Londra, Moskova veya dünyanın herhangi bir kenti fark etmiyor.
Terör artık küreseldir, mücadelenin de küresel olması şarttır.
Terörle mücadele zorlaşmıştır, bu durum teröre cüret kazandırmaktadır.
Nice katliamını yapan barbar, Tunus kökenli ve Fransız vatandaşı... Vatandaş yapılması onu entegre etmemiş. Fransız polisinin elindeki 10.000 kişilik “radikal dinciler” listesinde onun adı yok. Poliste sadece silah taşıma ve hırsızlık var. Bir TIR kiralayıp Milli Gün için toplanmış masum insanların üzerine sürüyor, küçücük çocuklar dahil masum insanları ezerek katliam yapıyor.
Sultan II. Mahmud’un İtalya’dan müzisyen Giuseppe Donizetti’yi getirerek Mehterhane yerine Mızıka-yı Hümayun adıyla modern askeri bandoyu kurmasını eleştiren Kahraman’ın sözleri şöyle:
“Donizetti bir İtalyan’dır ve ona paşa unvanı verilmiştir. Ne yazık ki Harbiye’de her akşam saat 18.00’de Fransız Marşı ‘Marseillaise’ okunurdu, Osmanlı marşı değil. Yılların Mehter’ini kaldırıyoruz, yerine Mızıka-yı Hümayun’u kuruyoruz. Niye? Çünkü Batılılaşıyoruz. Bu bizim kültürümüze ait bir gelişme değildir.”
Böyle genellemeler yerine “analitik” bakmak gerekmez mi?
İKİ KUTUP
İşin magazin yönü bir kenara, Ortadoğulu prenslerin su gibi para akıttıkları lüks yaşamları, bir buzdağının görünen yüzüdür. Altında derin bir siyasi ve sosyal kültür vardır.
İngiliz, Danimarka, Norveç prenslerinin böyle servetlere sahip olmaları ve böylesine şatafatlı yaşamaları düşünülemez. İspanya’da Kral’ın kızı Prenses Christina yolsuzluktan yargılanıyor!
İşte aradaki bu muazzam fark sebebiyle, Ortadoğulu prenslerin lüks hayatları buzdağının görünen yüzüdür diyorum.
NİYE BÖYLE?