Sadece siyasi kutuplaşma değil...
Tarihi “anlamaya” çalışmak yerine, önyargılarımızı savaştırmak.
Dün okudum, bir yazıda Abdülhamid şöyle tanımlanıyordu:
“Korkak, vesveseli, zavallı... Millete kan kusturdu.”
Meclis’i açtı diyerek ‘ulu’laştırmak da, kapattı diyerek ‘müstebit, gerici, yurtsever aydınları öldürttü, sürdü’ suçlamalarıyla onu tanımlamak da yanlıştır.
Bugünkü ideolojilere göre tarihe böyle ‘seçici’ bakmak tarihi anlamamızı zorlaştırır, tarih siyasi kavgaların aleti durumuna düşer. Öyle de oluyor zaten.
TARİHÇİLERİN HÜKMÜ
İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde İttihatçı Cavit Bey, Meclis’in 28 Aralık 1908 günkü oturumunda Abdülhamid dönemindeki eğitime değinerek “dimağları çürütmek, gözleri körletmek için hainane çalışma yapanlar”dan bahsetmişti. Halkı cahil bıraktığı lafları o zaman yaygındı. Halbuki François Georgeon, Stanford Shaw, Carter Findley, Feroz Ahmad, M.E. Yapp gibi tarihçiler Osmanlı tarihinde kız okulları dahil, eğitimin ve yüksek okulların en çok Abdülhamid döneminde yaygınlaştığını, Abdülhamid’in hem muhafazakâr hem modernist olduğunu belirtirler.
Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, Anayasa’ya göre OHAL dönemlerindeki Kanun Hükmünde Kararnamelere karşı dava açılamayacağını söyledi. Evet, Anayasamızda böyle bir hüküm var. (Madde 148)
Dün de MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, iktidarın bu görüşüne destek verdi, OHAL kararnamelerine karşı dava açılamayacağını söyledi.
Keşke bu konuda MHP’li bir hukukçu açıklama yapsaydı. Çünkü “OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleri” için AYM’de iptal davası açılamaz hükmü sınırlıdır, bu sınır aşılırsa dava açılır.
Üzerinde “OHAL Kanun Hükmünde Kararnamesi” yazdığı halde getirdiği hükümlerle bu kavramı aşan, anayasanın temel hükümleriyle çelişen kurallar getiriliyorsa, AYM’de iptal davası açılabilir.
Artık toplumumuzda çeşitlilik ve birlikte yaşama kültürünün yetersiz de olsa gelişmekte olduğunu gösteriyor.
Adamın şizofren olup olmaması Adli Tıp konusudur.
Toplumsal açıdan önemli olan, öyle bir eyleme toplumun duyarlılık göstermesidir. Beni çok sevindiren tesettürlü Aile Bakanı Sayın Fatma Betül Sayan Kaya’nın tepkisi oldu. Çok iyi bir örnek sergiledi.
Hürriyet’ten Murat Yetkin’e yaptığı açıklamada haklı olarak kendisinin başörtülü olduğu için üniversitede maruz kaldığı ayrımcılığı hatırlatıyor. Dereceye girerek kazandığı Boğaziçi Üniversitesi’ne 28 Şubat yasakları yüzünden girememiş, BİLKENT’e giderek “elektrik-elektronik mühendisi” olmuştu.
Fakat başarı sadece onların “çalışkan” olmasına bağlı değil. Eğitim sistemimizin nasıl bir zihin yapısı verdiği de çok önemli.
Eğitim deyince ilk elde İran ve Türkiye mukayesesini yaparım. Gelişmiş ülkelerin gerisindeyiz de İran’ın gerisinde kalmamıza doğrusu tahammül edemem.
Dünya Bankası’nın 2015 tarihli “İnsani Gelişme Raporu”nun eğitim bölümünde İran dünyada 69. sırada, Türkiye 72. sırada!
Daha önce de yazmıştım, üniversitelerin uluslararası indekslere giren bilimsel yayın sayısında da İran bizim çok gerimizdeyken, 2010’dan sonra bizi geçti.
Aldığı ödüller çok başarılı olduğunu gösteriyor. Bu alanda en yetkili isim şüphesiz Atilla Dorsay’dır. Dorsay, “100 Yılın 100 Türk Filmi” adlı kitabında Tarık Akan’ın “tamamen oynadığı filmlerin kalitesi nedeniyle o kitapçıkta o filmleriyle en çok yer alan erkek oyuncu olduğunu” söylüyor, nokta.
Benim hayat hikâyemde iki Tarık Akan vardır, gençliğimizde hepimizin özendiği yakışıklı, romantik jön... Bir de solcu Tarık Akan.Nebil Özgentürk, merhum Tarık Akan’ın bu tarafını çok iyi anlattı: Salonların yakışıklı jönü; sonra “sokakların kara çocuğu yani devrimci”.
HERKES ‘BİZ’ OLURSA
Tabii ben solcu değilim, hele de “devrimci” kavramına hayli mesafeliyimdir. Radikalizmin bıçakla ameliyat gibi bir şey olacağını düşünürüm çünkü.
Atatürk 27 Aralık 1927’de de şunları söylemiş: “Biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil, bilakis bu tip yapılar din ve devlet düşmanı oldukları, Selçuklu ve Osmanlı’yı batırdığı için yasakladık. Çok değil yüzyıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki, bazı kişiler bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir.”
Bazı okurlarım Atatürk’ün bugünleri gördüğünden bahisle bu metni bana da gönderdi, bazıları “Doğru mu bu” diye sordu.
UZAY VE ATATÜRK
Atatürk, uzay gelişmelerini bile görmüş, 1936’da Eskişehir Tayyare Alayı’nı ziyaret ettiğinde şöyle konuşmuş:
Türkiye’ye gelmeden tam 24 saat önce, “Türkiye artık Karadeniz’in efendisi değil” diye açıklaması da kimsenin dikkatinden kaçmadı.
Evvela Türk-Rus ilişkilerinin her alanda gelişmesinin memnuniyet verici olduğunu belirtmek gerekir.
24 Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesiyle başlayan kriz her iki ülkeye de zarar verdi. Putin “emperyal güç gösterisiyle” çok sert tepki gösterdi, ağır yaptırımlar uyguladı. Ekonomide Türkiye daha büyük zarar gördü, Suriye’deki dengelerde Türkiye daha fazla sıkıntıya girdi...
Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 27 Haziran’da yazdığı mektup üzerine Türk-Rus ilişkileri hızla düzeldi, 9 Ağustos’ta Erdoğan-Putin görüşmesi iyileşmeyi hızlandırdı.