Halbuki “hak” alanında insanlar eşittir. İnsan olmaktan gelen eşit “hak”larımız vardır. İnsan hakları kişinin dinine, ırkına, diplomasına, servetine göre kesinlikle farklı olamaz. Mülkiyet ve miras gibi sivil hukuk alanında, ceza, vergi, seçme ve seçilme gibi kamu hukukuyla ilgili alanlarda insanlar “eşit” haklara sahiptir.
İnsanlık bu düzeye modernleşme sayesinde ulaştı.
Modernite öncesinde bütün medeniyetlerde din veya sosyal sınıf ya da soy açısından hiyerarşi, yani hak eşitsizliği vardı.
Hem moderniteyi savunmak hem hak eşitliğine karşı çıkmak anlaşılabilir bir olay değildir.
HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER...
Diploma, uzmanlık, kıdem, tecrübe, yaratıcılık gibi değerler “liyakat”le ilgilidir. Liyakat gerektiren alanlarda “eşitlik” değil, bu değerler geçerli olur.
Kuran-ı Kerim’de beyan edildiği gibi bu alanda “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
Fakat bu, haklarla ilgili fıkhi (hukuki) nitelikle bir ayet değildir. Bilgiyi, öğrenmeyi teşvik eden bir ayettir.
Seçimlerde, referandumlarda oylar diplomalı veya diplomasız diye tasnif mi edilsin?!
Üniversite sınavlarında üstün başarı gösterenlerle, çok başarısız kalanların oylarına ne dersiniz?...
Evvela Zeynep ve Sibel kızlarımızı tebrik ediyorum, alkışlıyorum. Okuldan arta kalan zamanda koyun güderek TEOG birincisi olmak elbette alkışlanacak bir başarıdır.
HAK EŞİTLİĞİ
Çobanla profesörün oyu elbette eşittir, çünkü “oy” bir haktır. Kanun önünde eşitlik, eşit vatandaşlık gibi temel felsefi değerler ve hukuki kuralla “hak” kavramıyla ilgilidir.
Çobanı öldürmekle bir profesörü öldürmek “eşit” suçlardır, eşit cezalar verilir. Çünkü yaşam hakkı ve kişi dokunulmazlığı eşit haklardır.
Hak kavramını bilgiye ve diplomaya indirgemek korkunç sonuçlar doğurabilir: En hafifi, oligarşik yönetimler ortaya çıkar, sosyal hayat durgunlaşır.
Avrupa’da feodal rejimler, mutlak krallıklar, Osmanlı’da kapıkulu sistemi böyle “dışlayıcı” sistemlerdi.
Demokrasi tarihimizde devlet ve toplum hayatını herhangi bir iktidardan daha fazla etkilemekte olduğu için...
1946’ya kadarki “Parti Devleti” dönemi hariç, 1950’den bu yana parti politikası hiçbir dönemde kamu kurumlarında ve hatta bağımsız olması gereken yargıda böylesine belirleyici olmamıştı.
İşte yeni sistemle devletin erkler dengesi de değiştirildi.
Avukatlıktan mülakat yoluyla yargıçlığa atananların çok büyük bir kısmı resmen parti kademelerinde görevli AK Partililerden oluşuyor; CHP’li Barış Yarkadaş isim isim açıkladı.
Toplum hayatı bakımından da AK Parti en teşkilatlı ve en hiyerarşik partidir, söylem ve davranışlar hızla yukarıdan aşağıya yaygınlaşıyor.
GELİNEN NOKTA
Bu gidişin partililerde kazanma ve memnuniyet duygusu yaratması anlaşılabilir bir olaydır. Fakat toplumun genelini nasıl etkiliyor? Uzun vadede nereye gidiyoruz?
Böyle
Bu durumda muhafazakâr düşüncenin önünde çok ciddi problemler görünüyor:
Türkiye’de modernleşmenin kentleşme ve eğitim grafiği sürekli yükseleceğine göre, yarınki Türkiye’de muhafazakârlığın yeri ve hali ne olacak?
Şehir hayatı ve eğitim bugün AK Parti’de makbul sayılan itaatkâr ve kendini vakfetmiş insan tipinden farklı nesillere yol açıyor. Bireyleşen, kendi kanaatleriyle hareket eden nesiller geliyor.
İktidar yanlısı medyada bu iki tipi de görüyoruz. Benim değer verdiğim; partizanlıktan uzak, prensip sahibi, bağımsız muhafazakâr kalemlerdir.
Bu acaba iktidar partisinin sadece “seçilmişler”i üstün gören anlayışının bir yansıması mı?
Böyle ise endişelenmek gerekir.
Yeni Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) Meclis tarafından seçilecek 7 üyelik için başvuru süresi dün dolduğundan sorun güncel hale geldi.
13 üyeli yeni HSK’nın 6 üyesi yürütme tarafından belirlenecek: Cumhurbaşkanı 4 üye atayacak, Adalet Bakanı kurulun başkanı, müsteşarı da daimi üyesi...
Bu aynı zamanda alışılmış kalıpların ötesine geçerek düşünmeye de yol açar.
Bugün tarihe bakışımızdaki hamaset ve husumet kalıplarından “tarihi anlama”ya yönelişimizi tahlil etmek istiyorum.
TARİHÇİLERİN HOCASI
Bizde modern tarihçiliğin kurucu ismi Fuat Köprülü’dür; tarihçilerimizin hocasıdır.
Eskiden böyle miydi; hele de İstanbul’da şiddet olaylarına karşı bütün gün sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı zamanlar olmuştu.
Dipten gelen bir dalga birçok şeyi değiştiriyor.
Bunun işaretlerini referandum sonuçlarında da görebiliriz. Eğitimli, şehirleşmiş, nispeten refahlı kesimler daha çok hayır dedi.
Eğitimli, şehirli, orta sınıf kültürü geliştikçe, çatışma yerine uzlaşma, otorite yerine özgürlük, katı doktrin ya da siyasi inançlar yerine açık düşünceler gelişiyor.
ÇATIŞMA YERİNE UZLAŞMA
Sol kesim 1 Mayıs’ta eskiden “devrimci şiddet” dedikleri eylemleri bıraktı, devlet de hâlâ gereksiz Taksim yasağını sürdürse de ülke genelinde serbestçe 1 Mayıs kutlamaları yapıldı.
Eskiden DİSK’in temel sloganı “Uzlaşmaz sınıf sendikacılığı” idi.
Sendikacılığı Marksizmin etkisiyle burjuvazi ve proletaryanın
Hanioğlu, tarihimizdeki iki ana akımı “devletçi modernleşmeci” ve “kalkınmacı muhafazakâr” olarak tanımlıyor. Bu iki akımın da “demokrasiyi temel hedef olarak gören bir toplumsal tasavvuru sahiplenmediklerini” yazıyor.
Bu yüzden, “Muhalefette bulunduğu süreçlerde ‘demokrasi’ ve ‘çoğulculuk’ söylemlerini sahiplenen siyasal hareketler, iktidar olduktan kısa bir süre sonra çekinceler koyan yaklaşımlara savrulmaktadır.”
Ne gibi? Hanioğlu, demokrasiye “ülkenin geleceği, Türkiye’nin koşulları, geçiş dönemi, beka ve istikrar” gibi kavramlarla çekinceler konulduğunu yazıyor. (Sabah 30 Nisan)
CHP ve DP
İLK örnek, “ilan-ı hürriyet”le iktidara gelen İttihat ve Terakki’nin diktatörlüğe yönelmesidir.
1920-1923 arasında Birinci Meclis’teki eksiksiz özgürlük ortamı 1923-1927 arasında İkinci Melis’te kısıtlı bir özgürlüğe dönüştü. Ondan sonraki Tek Partili CHP iktidarlarında Refik Saydam’ın deyişiyle “şeflerin emrine itaat” kuralı Meclis’teki tek davranış kuralı oldu.
Merhum Menderes’in Demokrat Partisi 1950’de demokrasi ve özgürlük söylemleriyle iktidara geldi. Basın suçları için af çıkardı. İktidarın ikinci ayında, 15 Temmuz’da çıkardığı kanunla Tek Parti’den kalma otoriter Basın Kanunu’ndaki kısıtlamalarını kaldırdı veya hafifletti.
Bu konuda merhum Menderes’in Meclis’teki konuşması bir özgürlük manifestosu gibiydi. Fakat uzun sürmedi.