Paylaş
Elini öptürüp cennete adam gönderenler, cehennemden koruyan kefen satanlar bile çıktı. Cübbeli Ahmet Hoca’nın şu sözleri, tam bir sosyolojik fotoğraftır:
“Yeşil sarığı sararsan, bir de cübbeyi giyersen, beş on adam da bulursan, istersen de parayla bul fark etmez, bedava bin kişi geliyor... Beş on kişiye para ver, sana hürmet etsinler, elini öpsünler, sana ‘efendi hazretleri’ desinler bir iki bin de bedavadan gelir. Sakın yapmayın böyle şeyleri, helak olursunuz... Böyle tarikat mı olur, böyle tasavvuf mu olur, şeriatsız dinsiz tarikat mı olur? Tarikatız diye, şeyhiz diye memleket doldu. Çok var böyle.”
Cübbeli mekanizmanın nasıl işlediğini çok iyi anlatmış! Onun 'Bana garibanlar geliyor' sözü de sosyolojik bir fotoğraftır.
SOSYOLOJİK FAKTÖRLER
Kazım Karabekir, Doğu köylerinde “Şeyh efendi hazretleri”nin ayaklarını yıkadığı suyu içerek şifa arayanlardan bahseder, elbette derin bir üzüntüyle.
Tabii o zaman doktor ve ilaç yokluğu, korkunç sefalet, yol ve mektep olmamasından dolayı başka türlü bir hayatı tanıyamamak ve imkânlarına ulaşamamak gibi esaslı sosyolojik sebepler vardı.
Bu yüzden yasaklar sadece büsbütün içe kapanmaya yol açmıştı.
Çağımızda ise hızlı şehirleşme ve yarım eğitim gibi faktörler kırsaldan kente gelen nesillerde dayanışma, büyük bir kişiye, hele de “keramet sahibi” birine bağlanma, bir “mahalle”ye ait olma gibi ihtiyaçlar yaratıyor, cemaatleşmeyi güçlendiriyor.
Bu konuda James Beckford’un, İslam toplumlarından da bahseden kitabını tavsiye ederim. (New Religious Movements and Rapid Social Change)
Bugün Avrupa’nın en seküler toplumu olan İngiltere, 19. Yüzyılda bu süreci yaşıyor, kente göçenler kiliselerini de şehirlere getiriyorlar, Protestan tarikatları yerden mantar gibi bitiyordu.
O zaman İngiliz devlet adamları da Hıristiyan siyaseti izlerdi, koyu İslam ve Türk düşmanı olan Evanjelik Protestan Başbakan Gladstone bunun örneğidir.
Laik Fransa’da da Katolik kilisesi sömürgeciliğe eşlik ediyordu, örnek Başbakan Gambetta’dır.
GÜÇ YERİNE AHLAK
Şehirleşmenin kültürel şoklarıyla rant imkânları iç içedir. İlahiyatçı ve düşünür Prof. Mustafa Öztürk hocamız, rant kavgasında bunların “mafyavari yöntemlere tevessül etmeye başladığı” uyarısını yaparak şunları yazıyor:
“Sonuçta her bir cemaatin müntesipleri mutlak sadakatle bağlandıkları fanilerin bir kez olsun yanılabileceğini kabullenmemeye sanki ant içmişlerdir. Cemaat tezgâhından geçen insanların mankurtlaşması işte böyle bir şeydir.” (Karar, 4.8.2016)
Halbuki İslam kelamında “yanılmazlık” reddedilir.
Tabii hazır reçete yoktur. Çözüm “yasaklama”da değil, “denetim”, özellikle “mali denetim” ve “eğitim”de aranmalıdır.
Zira denetlenmeyen her güç yozlaşır.
Genel kültürümüzde ve din eğitiminde “yanılmazlık” ve “körü körüne bağlanma” kültleri eleştirilmeli, “irade sahibi insan” yetiştirmeye özel önem verilmelidir.
İlahiyatçıların anlattığı kelamî İslam manevi ihtiyaca cevap vermez, tasavvufsuz din olmaz. İlahiyatçılar mistik grupları eleştirirken bunu dikkate almalı.
En önemlisi dini söylemde güç ve siyaset vurguları geri çekilmeli, onun yerine ahlak, sorumluluk (vebal), kul hakkı, af ve müsamaha gibi değerler ön plana çıkarılmalıdır.
Şunu da belirteyim ki, toplumumuz bir yandan da hızlı bir sosyolojik sekülerleşme sürecini yaşıyor, dini çevrelerde bile bunun etkileri görülüyor.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş