İktidarda 10 yılını tamamlamakta olan kongre sürecindeki AKP üzerinde önümüzdeki günlerde çok tahlil yapılacaktır, ben buna terörle başlayacağım.
Ta başından inandım ve yazdım ki, adı ne konursa konsun şu iki nedenle bu sorunu çözebilecek Cumhuriyet tarihinin en uygun iktidarı AKP’nin idi:
1- Kürt seçmen arasında PKK’dan daha geniş taban bulan ilk partiydi.
2- Önemli Kürt siyasal önderleri AKP yönetiminde, Başbakan’ın çevresindeydi.
Peki ne oldu da bugün sorun daha derinleşti, daha can yakıcı oldu?
En büyük sorun zikzak
AKP, bu gücünü sorunu çözmek yerine, çoğu başka konularda da olduğu gibi, oy kaygısı ile (Maalesef tüm partiler de bu yolda) çatışma noktasına gitti.
Soruna dindaşlık temelinde çözümün daha kolay olduğuna inandı; o nedenle ki sıkıştığı noktada PKK’ya desteği azaltmak düşüncesiyle ‘Zerdüştlük’ silahını kullandı, ancak bu silah dindar Kürt üzerinde ters etki yaptı.
Tabii ki bir ana muhalefet liderinin ülkedeki her konuyla ilgili soru sorma hakkı çok saygın, ancak “Yüzde 99” denmişse, “Belgen nedir” sorusu da haklı olur.
Her ne kadar Kılıçdaroğlu, o sözleri yazılmamak kaydı ile söylediğini ifade etmiş olsa da CHP’nin dünkü açıklaması ‘ders alındığına’ bir işaret gibi.
Çünkü, dün CHP adına sözcü Haluk Koç, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a kadar uzayan yargı süreci ve soruşturmasıyla ilgili önemli açıklamalar yaptı.
Dikkat edilirse Koç, soru sormakla yetindi, hükümeti açıklamaya zorladı.
Başbakan’ın çağrısı, akla rahmetli Ecevit’in, 1990’lardaki şu tespitini getirdi:
“Bugün biz DSP olarak Güneydoğu’da tabela partisi haline geldik. Bir süre sonra SHP da bu durumda olacaktır.”
Ecevit bu tespiti, SHP’nin bölgede güçlü olduğu yıllarda yapmıştı.
Korkarım ki mevcut politika korunduğu sürece, oradaki tabela partilerinin sayısı artacak, o nedenle kimse kimseye laf etmesin, çözümü konuşsun.
Kendinden ve alınacak sonuçtan çok emin olsa gerek, Suriye’de zafer namazının çok yakında kılınacağının haberini verirken, terör konusunda atılacak adımların başında BDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasını saydı.
Başbakan ülke için can yakıcı bu iki sorunda da, “Şu noktadan buraya geldik, bundan sonra da şunlar olacak, sorunlar şöyle çözülecek” demek yerine, muhalefetle medyayı ‘ihanet’ dahil en sert sözlerle eleştirme yoluna gitti.
KAÇIRILMA DAHİ KAVGA NEDENİ
Başbakan’ın suçlamaları yenilir yutulur türden olmadığı için bir kez daha, “Demek ki terörü yenmek için iç barışa o kadar ihtiyaç yok” diye düşündük.
Sonuçta, AKP’nin Hakkâri il başkanının kaçırılması sonrası çıkan tartışma dahi, bu mücadelede umut değil umutsuzluk kaynağı oluyor.
Sorunlar derinleştikçe çözüm yerine saldırıların tonu keskinleşiyor.
İktidarın herhangi bir sorunla ilgili söyleminin “Ben bu sorunu şu noktada aldım, şu kadar iyileştirme oldu, şu noktaya geldi” yerine, sorumluğu medyaya, muhalefet partilerine, bir meslek grubuna veya toplumun bir kesimine yükleyen sert ifadelere dönüşmesi de bunun önemli göstergesi.
İktidarın bu tavrı, aslında çözümde ilerleme olmadığının kabullenişidir.
Buradaki temel yanlış, iktidarın o sorunun bir partinin tek başına üstesinden geleceği aşamadan çıktığını kabullenememesidir.
Muhalefet, katıl-katılma, iyi-kötü, yeni-eski, Suriye konusunda bilgi edinmek için TBMM’yi toplamak istiyor, “Hayır” deniyor; öneriler mektubu yolluyor ‘ahlaksızlıktan, Baasçılığa’ uzanan bir çizgide en sert yanıt veriliyor.
Sonuçta muhalefetin yanıt tonu da hiç aşağı kalır tonda olmuyor.
Meclis Başkanı, teröre karşı bir ‘ulusal uzlaşma metnini’ tartışmaya açıyor. Karşılığı, ‘Vay, sen misin bunu yapan; sen kimsin, muhatabın kim’ oluyor.
Üyesi olduğu partisinden, hükümetinden neredeyse ‘muhtıracı’ etiketi yiyor. (Arınç’ın dünkü sözleri de bir düzeltmeye işaret sayılır türden görülemez.)
Yanlış okumanın da bu kadarı
Bazı milletvekillerinin kişisel görünen kavgasını bir kenara bırakarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dahi müdahil olduğu tartışmanın taraflarını ve varmak istedikleri yeri değerlendirmeye çalışalım.
Bu istihbarat tartışmasını, Fethullah Gülen’in katliam sonrası verdiği başsağlığı ilanındaki, “... başta istihbarat mevzuunda daha hassas olunması ve her türlü tedbirin alınması...” ifadesi ayrıca tetikledi.
Bu ilanın öncesinde medyaya-kamuoyuna baktığımızda da, Gülen etkisindeki grubun MİT imalı bir ‘istihbarat eksikliği’ sorgulaması yaptığını görüyoruz.
Nedeni konusunda herkesin farklı izahı olabilir ama bu son gelişme dahi Gülen hareketinin istihbarat ve MİT üzerindeki özel ilgisini ortaya koyuyor.
Bu tespitin benim olmadığı ortada ama yine de açayım biraz.
12 Haziran seçimleri öncesinde Öcalan-BDP-PKK ile yürütülen müzakerelerde, ‘Seçim ardından gerçekten iyi şeyler olacak’ inancı iki kesimde de oluştu.
Tam o sıralarda Türkiye ile Suriye ilişkileri gerginleşmeye başladı.
Ve seçimden sonra BDP ile görüşen iktidar mensupları büyük bir şok yaşadı.
Çünkü BDP’liler, “Şartlar değişti, Suriye’de gelişmeler olacak” dediler.
Buna, ‘BDP’nin gördüğünü devlet göremedi’ eleştirisi mümkün ama sanki derinde daha önemli bir sorun, tespit-görüş oluşturma hatası yatıyor gibi.
Devletteki Öcalan tahlili
Gelinen noktada son buluşmalarında Esad’ın, tüm heyetin önünde Başbakan Erdoğan’a, “Buradan aday olsanız kazanırsınız” demiş olmasının, Erdoğan’ın, “Demokratik bir seçim yapsanız halk sana oy verir, seni seviyorlar” yanıtını sorgulamanın anlamının kalmadığını bir kenara yazmalı.