Tamam; MHP’nin, daha doğrusu Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran’ı okuyamayıp ilk geceden ortaya koyduğu tavır 1 Kasım’ın, yani yenilginin yolunu açtı.
Politikasını HDP’ye endeksleyen MHP hem AKP’siz bir seçenek bırakmadı hem de AKP ile bir koalisyona kapılarını kapattı.
Hükümet kurulamazken PKK da terörü azdırınca seçmen, “AKP’siz bir hükümet kurulamıyorsa, koalisyona ne gerek var, AKP tek başına gelsin” dedi.
Gerçek büyük oranda böyle olsa da, ‘CHP neden anlamlı bir tırmanış yapamıyor’ sorusuna mutlaka en sağlıklı yanıtların verilmesi demokrasinin geleceği için son derece önemli.
VAATLER YETMİYOR ARTI ARANIYOR
AKP ise sorunların çözümünün ancak güçlü bir iktidardan geçtiğini, o nedenle kalıcı çözümler için seçim şartını öne sürdü.
Bunu yaparken, seçmene “Bize tek başına iktidarı verin, istikrar başka türlü olamıyor; bakın hükümet de kurulamıyor” dedi.
Şimdi evet, MHP’nin tavrı nedeniyle iktidar istediği sonucu aldı denebilir, ama bu kolaycılığın alası olur.
Sonuçta iktidar, kozlarını ve muhalefetin tutumunu iyi okuyarak seçimi yenilemenin tek başına iktidar getireceğini gördü.
Lamı cimi yok, iktidar istediğinden de fazlasını aldı, halk desteğini daha yukarı çekerek gücü elinde tutmayı başardı; hakkını ve zaferini kabul etmeli.
MUHALEFETE AĞIR DARBE
Ülkenin hiç ihtiyaç duymadığı bir seçime sürüklendiğini, sorun çözme iradesi yerine emek, zaman ve kaynak kaybının yeğlendiğini söyleyip durduk.
Şimdi seçmen kararını verecek, ama ülkede 7 Haziran’dan bu yana olumlu/sevindirici yönde bir değişim yaşanmadığını üzülerek görüyoruz.
Yaz aylarına rağmen işsizlik yüzde 9.5’i, enflasyon 8.5’i geçti; dolar ve Avro 3 TL’yi aştı; ülkenin dev şirketlerine kayyum atandı, baskınlar yapıldı.
Maalesef, terör zirve yaptı; PKK yeniden acımasızca kan akıtırken, ‘reaksiyon hareketi’ diye bakılan IŞİD yüzlerce vatandaşın canını aldı, polisleri şehit etti.
EN AVANTAJLISI CHP
Evet, bodoslama girdim ve katılımdaki zayıflıkta ihbarların etkisi var mı, yok mu bilmiyorum; ama seyrek topluluk arasında dolanırken dahi Devlet Bahçeli’ye yönelik kırgınlığın izlerini görünce tablo netlik kazanır gibi oldu.
Bahçeli de bunun farkında sanki, savunma konumunda kaldı; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve Bülent Arınç’dan alıntılarla koalisyon kurulamamasının sorumluluğunun AKP’de olduğunu kanıtlamaya çalıştı.
Ayrıca, AKP-CHP görüşme trafiğinde sonucun önceden belli olduğunu anlatıp, CHP’yi ilkesiz, AKP’nin dizinin dibine oturmakla eleştirdi.
ALANDAN BİR SES
Bahçeli, bir savunmayı da ‘oyları düşüyor’ iddiaları üzerine yaptı.
“Emin olun, geçmiş cumhurbaşkanları kullandığımız dilin aynısını bize karşı kullansaydı 2002’de değil, 1992’de iktidara gelirdik. HDP’ye karşı kullandığımız dil bizi dibe çekiyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, parti kadroları Selahattin Demirtaş’a yüklenince ayrımcılığın mağduru haline geliyorlar.”
Bu köşede benzer ifadeler kullandık; ama gelin görün ki 7 Haziran sonrası AKP’nin Demirtaş/HDP dili, eskisini de aratır oldu.
Öyle ki Abdullah Gül’ün Demirtaş’a başsağlığı telefonu dahi AKP’den sert tepki aldı. (Ne acı, nasıl bir noktaya geldik değil mi; bu ülkede bir başsağlığı telefonu dahi sorun yapılıyor!)
PKK DESTEKÇİSİ DEĞİLLER
Çünkü AKP, tek başına iktidarı kaçırmanın faturasını Demirtaş/HDP’ye kestiği için dilini yumuşatmıyor; aksine her gün, Cumhurbaşkanı veya Başbakan en sert sözlerle yüklenmeyi sürdürüyor.
“Efendinizin şerefi ve sağlığı kendisinin değil, halkın zengin olmasına bağlıdır. İnsanlar kralları, insanların yararı için başa getirdiler, kralların yararı için değil. Kendilerini rahat yaşatacak, saldırıdan, sövgüden koruyacak güçlü bir dayanak istediler. Kralın en kutsal ödevi, kendisininkinden önce halkın mutluluğunu düşünmektir. Sadık bir çoban gibi kendisini sürüsüne vermeli, onu en besleyici otlaklara sürüklemeli.
ZENGİN OLMAKTANSA ZENGİNE BAŞ OLMAK
Halkın yoksulluğunu krallığın güveni saymak kabaca ve açıkça yanlıştır. Kavgalar, kan dökmeler en çok dilenciler arasında olmuyor mu? Bir devrimi en candan isteyen kimdir? Bugün en yoksul durumda olan değil mi? Devleti yıkmakta en fazla atılganlık gösterecek olan kimdir? Yitirecek bir şeyi olmayıp da sadece kazanç sağlayacak olan değil mi?
Yurttaşların kin bağladığı, hor gördüğü bir kral; halkı ezerek, soyarak, dilenci durumuna düşürerek tahtında tutunabilecekse bıraksın krallığı, insin gitsin tahtından. Bu yollarla belki kral adını elinde tutar; ama ne yiğitliği kalır ne büyüklüğü. Kral yüceliği dilencilerin değil zengin ve mutlu insanların başında kalmakla kazanır.
Büyük yürekli Fabricius bu soylu düşünce ile söylemişti şu sözü:
TARİHİNİN en büyük terörünü hem de başkentinin göbeğinde yaşayan Türkiye’yi yönetenlerin, 13 yıldır aynı siyasiler olduğunu hiç unutmamalı.
Bu siyasilerin, geçen sürede ülkenin nereden nereye geldiğine doğru teşhisi koyup, ‘bir hata yapıldığını’ kabul edebilmeli.
O zaman işe, kullanılan ötekileştirici dilden, AKP’yi eleştiren herkesi Türkiye düşmanı/terörist göstermekten vazgeçerek başlamak gerektiğini görecekler.
Aslında ortaya çıkan tutanaklar gösteriyor ki, içlerinde bazıları da bunu görmüş; ama söylem ve uygulamada hâlâ ders alındığı izlenimi edinemiyoruz.
ONCA PATLAMA VAR ZAFİYET YOK
AKP’nin büyük yanlışlarından biri de hatayı yapanları sürekli ‘bizden’ diyerek kollama ihtiyacı içinde olmasıdır.
Yüreğimiz ne kadar yansa da kayıplarımız giderek artıyor, hepsinin mekânı cennet olsun; umalım, yitirdikleri yaşamları haykırdıkları ‘barışı’ getirsin.
Evet, gün suçlama değil, AKP sözcülerinin de dediği gibi, ‘yekvücut’ olma günü.
Üzgünüm, “Geç kalmış bir söylem” demek zorundayım; çünkü, ‘Siyaset çatışmacı dili kenara bıraksın’ diye ne çok söylendi, yazıldı, çizildi.
Yazık ki, ülkeyi kahreden manzara karşısında dahi o dil çok değişmiş değil.
BİR-İKİ GÜN SABREDİLSEYDİ YA