Doğan Avcıoğlu’nun adının sadece cuntalarla anılması onu anlamaya ne derece yardım eder? Evet “silahlı entelektüeller” dediği Kemalist subaylar ile devrim yapmayı planladı. Ama diğer yanda Türkiye’de birçok tabunun yıkılmasını, yasakların kalkmasını da sağladı. Bunlardan biri de Kürt meselesiydi...
“AÇILIM” sözü bugünlerin modası.
“Demokratik açılım” konusunda Demokrat Parti’nin 1950-1960 dönemi örnek gösteriliyor.
O yıllarda “solcu” demek komünist demekti. Ve bu “suçun” cezası işkenceydi, işsiz bırakılmaktı; sürgündü; hapisti...
Bu ağır 10 yıllık dönemin ardından “sosyalizm” sözcüğünü ilk kez Doğan Avcıoğlu yazdı.
Çıkardığı Yön Dergisi’nin ilk sayısında sosyalizm talebini dile getirdi.
Sadece bu mu?
BUGÜN fikir hayatındaki kısırlığımızın temel sebeplerinden biri sol düşünceye düşmanlıktır. Bunun nedeni ise Soğuk Savaş ve onun uzantısı olarak 12 Mart-12 Eylül darbeleridir.
Annales-School tarihçiliği; yani tarihi olayları ekonomik temelli düşünceyle anlama-analiz etme yöntemi solculukla özdeşleştirildiği için, bu anlayış bizim üniversitelerimize sokulmamıştır. Bu da hâlâ temel meseleleri kavrayamamamıza neden olmaktadır.
Gündemdeki olayları hâlâ Soğuk Savaş yıllarının bize dayattığı tek boyutlu düşünce sistematiğiyle tartışıyoruz. Sosyal tarihçiliği-ekonomik tarihçiliği bilmiyoruz.
Örneğin; Türkiye’deki Ergenekon soruşturması-davasını nasıl “okuyor-analiz ediyorsunuz”?
Sovyetler Birliği’nin parçalanmasıyla dengeleri altüst olan günümüz dünyasında yeni oluşturulmaya çalışılan düzeni kavrayamadan Türkiye’deki olayları anlayabilir misiniz?
Sözlerimi somutlaştırmak için size bir dejavu yaşatmalıyım!..
Yeni yol haritası
Yazarı Filibeli Ahmet Hilmi’dir. Kitabı satır satır okuyup notlar alan kişi ise bir tuğgeneraldir. Eseri Birinci Dünya Savaşı’nın zorlu şartlarında cephede okumaktadır. Üstelik... Hem elinden kitabı düşürmemiş hem de Kürt milislerle birlikte Rusları Muş’tan, Bitlis’ten kovmuştur. Bu askeri başarısından dolayı Mecidi Nişanı’yla onurlandırılmıştır. Bugünlerde ağır hakaretlere maruz bırakılan bu tuğgenerali tanıdınız mı?
TARİH 10 Ocak 1916.
Miralay Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’ndaki üstün başarılarından dolayı Alman devletinin “Demir Salip Nişanı”yla onurlandırıldı.
Düşman Çanakkale’de durdurulduktan 6 gün sonra Edirne’deki 16’ncı Kolordu Komutanlığı görevine atandı.
Sofya’daki arkadaşı Fethi Okyar’ı ziyaretten hemen sonra yeni görevine başladı.
Büyük komutanlarımızdan İzzettin Çalışlar, Edirnelilerin Mustafa Kemal’i nasıl karşıladığını günlüğüne şöyle yazdı:
“15 Kanunusani 1331 (28 Şubat 1916)
İKİNCİ Dünya Savaşı’nın sürdüğü günler...
Tarih Ağustos 1941...
İngiltere ve Sovyetler Birliği, Almanya’yı destekleyen İran’ı işgal etti.
Alman yanlısı Rıza Şah tahttan indirildi; oğlu Muhammed Rıza tahta oturtuldu.
Her iki ülke İran’ı işgal etseler de, Kürtlerin yoğun yaşadığı Mahabad, Sakız, Sanandaj bölgesindeki otorite boşluğuna göz yumdular. Yani Irak’ı işgal eden ABD’nin Kuzey Irak’ta olup bitene ses çıkarmaması gibi...
İşgalci güçler, Kürtlere birtakım siyasal, kültürel hakların verilmesinden yanaydı. Rıza Şah döneminde tasfiye edilen Kürt aşiretlerine topraklarının geri verilmesini, aşiretlere karşı yapılan baskıların son bulmasını, bugüne kadar kötü muamelede bulunan memurların yargılanmasını vs. istiyorlardı.
Kısacası İran’da bir Kürt Açılımı’ndan yanaydılar.
RAHMETLİ Mustafa Ekmekçi, 1980’li yıllarda Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinden sıklıkla domuz etinin yararlarından bahseder ve domuz etinin yenilmesini savunurdu. Çok tepki almasına rağmen Türkiye gibi yoksulu çok bir ülkenin mutlaka domuz besiciliği yapmasını ve ucuz domuz eti yemesi gerektiğini yazardı.
Bugün aynı makaleleri yazmak cesaret ister hale geldi. Bu durum bile aslında Türkiye’nin ne kadar muhafazakârlaştığını göstermiyor mu?
Neyse...
İnsanoğlu belirli zaman ve coğrafyada bazı yiyecek ve içeceklerden kaçındı. Bunları yasakladı. Bizim topraklarda özellikle domuza karşı inanılmaz bir tepki var. Bunun sebebi nedir?
Semavi dinlerden önce
Sanıldığı gibi domuz etinin yasaklanması, Musevilik, Müslümanlık gibi Semavi dinlerin ortaya çıkışıyla gerçekleşmedi.
Artık biliniyor ki, çoktanrılı dini yaşayan bazı kavimlerde de domuz eti yenilmesi yasaktı. Bırakın yemeyi bazı şehirlere (Pontus/Komana gibi) domuz sokulmasına izin bile verilmiyordu.
Eski Mısır’da domuz değen bir kişi hemen elbiseleriyle birlikte nehre atlayıp temizlenirdi. Domuz çobanları hiçbir tapınağa sokulmazdı. Bunlara kız verilmezdi.
DOĞAN Yurdakul...
Yaklaşık yarım asırdır gazetecilik yapıyor...
Ankara Hukuk Fakültesi mezunuydu. Paris Sorbonne’da yüksek lisans yaptı.
Geçen hafta Ankara Hukuk Fakültesi 1968-69 ders yılı mezunları olarak bir araya geldiler. Aralarında kimler yoktu...
Anayasa Mahkemesi üyesi Fulya Kantarcıoğlu, Prof. Ramazan Aslan, Prof. Haluk Günuğur, Prof. Erdal Onar, Prof. Celal Göle, Prof. Sabih Arkan, eski Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu, eski Orman Bakanı Nami Çağan, DGM’nin ünlü savcılarından Nuh Mete Yüksel, Yargıtay Savcısı Sami Özfırat vs.
Hemen hepsi 60 yaşın üstündeki yüz yirmi öğrenciye ilk dersi Ticaret Hukuku hocaları Prof. Dr. Ali Bozer verdi. Ardından kürsüye gelen Ticaret ve Bankacılık Hukuku hocaları Prof. Yaşar Karayalçın, “Eskiden herhangi bir vatandaş haksız olarak tutuklanıp bir gün hapis yatsa bütün hukukçuların vicdanı sızlardı. Tahliye kararı çıkınca bir saat fazla yatmasın diye cezaevine telgrafla bildirilirdi. Şimdiyse vatandaşlar iddianameleri bile yazılmadan aylarca hapiste yatırılıyor” deyip eski öğrencilerine bir soru sordu: “Hukukçular olarak hukukun bugünkü durumundan mutlu musunuz?” Amfide bulunan yüz yirmi öğrenci aynı yanıtladı: “Hayır!”
Doğan Yurdakul aynı soruyu önceki gün telefonda bana sordu: “Bu ülkede kaç çeşit hukuk var?” Bırakın teröre karışmış olmasını, yasadışı örgüt üyeliğine ilişkin yasalarda ağır cezalar varken, üniformalı PKK’lıların hemen serbest bırakılmasına sitem ediyordu. Bu durum yaşadığı darbe günlerine benziyordu. Siyaset yine hukuku çiğneyip geçiyordu işte... Bakınız... Bu sözleri eden kişi; genç yaşında Kürt sorununu dile getiren Doğu Mitingleri’ne katıldı; yazdığı “Kürt” sözcüğü yüzünden 12 Mart 1971 darbesinde Mamak Cezaevi’nde yattı, 12 Eylül 1980 darbesinde yazdığı yazılar yüzünden idamla yargılandı ve Paris’e kaçmak zorunda kaldı. Hep Kürt halkının yanında yer aldı; mücadelesini kalemle destekledi. Ama şimdi ortada hiç hoş olmayan bir durum vardı ve bu durum iki halkı birbirine düşürmek için sanki kasten yapılıyordu. Haklıydı... Bizim her şeyimiz aşırıydı; dün Kürt halkına yapılan baskılar da, bugün PKK’lıları karşılama törenleri de. Umarım zamanla normale döneriz; çünkü... İşte bu “çünkü”yü Doğan Yurdakul’a anlattım; sizinle de paylaşayım...
Mehdi Zana, Mehmed Uzun, Canip Yıldırım, Musa Anter, Şivan Perver gibi sosyalist Kürt aydınlarının evlilikleriyle, son dönemde dinci şeyhlere, toprak ağalarına, gerici yönetimlere methiye düzülmesi arasında nasıl bir ilişki olduğunu irdelemek istiyorum. Evet işin sırrı evlilikte...
“Açılım” sürecini yaşadığımız bugünlerde bu soru çok önemlidir.
Çünkü entelektüel birikimin yaratılamaması çözümsüzlük kaynağıdır.
Başbakan Erdoğan kardeşlik mesajında Said-i Nursi’nin de adını telaffuz etti. İlk kez Said-i Nursi’nin adını anarak konuşma yapan Başbakan Menderes’ti. Peki neydi bu konuşmanın içeriği? Bu konuşmayla 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra Said-i Nursi’nin cesedinin mezarından çıkarılıp bilinmeyen bir yere götürülmesi arasında nasıl bir ilişki vardı? 6 aylık süreçte neler yaşandı?
1980’li yıllar...
Ankara’da muhabirlik yapıyorum...
Görüştüğüm haber kaynaklarından biri de yetmiş yaşındaki Gıyaseddin Emre!
1954-60 yılları arasında TBMM’de görev yaptı. Demokrat Parti milletvekili olarak Yassıada’da yargılanıp hüküm giydi.
Kürt’tü...
Bitlisliydi...