Her daim, körkütük sevdalıları olmuştur.
Aşıklar göçmüştür, ama İzmir hep aynı kalmıştır.
Geriye doğru 8 bin yıldan söz ederiz.
Kimler gelmiş kimler geçmiştir.
Şimdi son aşık bizleriz.
Gazeteci Hasan Tahsin, bayramda çok anlamlı bir makale kaleme aldı.
İzmir sevgimizin yüzeyselliğine vurgu yaparak, bu kentin yakın geçmişi ile gerçek manada iletişim kurmaktan çekindiğimizi ifade etti.
Hele bazıları yıllara meydan okuyup klasikleştikçe sanki hayatımızın bir parçası oluyor.
Onların hep o yerlerde hizmete hazır olmaları ihmalkârlığımızın farkına varmamızı önlüyor.
Zannediyoruz ki, üzerimize düşen ilgi ve alakayı göstermiyor olsak da bu yerler yaşamaya devam edecek.
Neden bu özeleştiri ihtiyacına girdiğimizi izah edelim.
Duyduk ki “Ciğer Zarif” artık yorulmuş.
“Sardelle” 2014 yılından beri faaliyet gösteren maksimum 40 kişilik kapasitesi ile “kendine özgü, başına buyruk” bir özel “meyhaneye temayüllü” halk lokantasıdır.
Mekanın sahipleri Serdar Özat ve eşi Nadia, isimden de anlaşıldığı üzere, deniz mahsulleri üzerine makul fiyatlarla çok şaşırtıcı menüler sunarlar.
Bizim öğlen yemeklerinde sıklıkla gittiğimiz bir yerdir.
Nadia Hanım, eğitimini, yüksek lisans dahil Rusya’da tamamlamış mektepli bir aşçı olarak direksiyondadır.
Sardelle’de ne var derseniz...
Benim favorilerim; pesto soslu mezgit makarna, ıspanak yatağında levrek, sardalya böreği, mevsiminde palamut ızgara ve balık çorbasıdır. Yemeğin sonunda “yetişenin yediği” enginar tatlısı ile kendinizden geçeceğiniz kesindir. Özetle belirtelim ki, lezzetli ve becerikli bir kepçe ile karşı karşıya kaldığınızı hemen hisseder ve yaşarsınız.
Oysa bu kesimde değişen hiçbir şey yok...
“Resmi ideoloji” ile şartlanmış bir zihin yapısı.
Az biraz sosyalist kırıntı.
Dine, diyanete mesafe...
Haset ve kıskançlığın bir arada eridiği bir “Batı düşkünlüğü...”
Anlayacağınız, tam bir kafa karışıklığına devam ediliyor.
Genellikle gayrimüslim erkekler, çocuk yaşlarında ailelerinden kopartılır ve Enderun eğitiminden geçirilirdi. Devşirme eğitimi milliyetlerin değişimini esas alan bir kültürleştirme ve belirli prensiplere göre devlet adamı yetiştirme programıydı. Hristiyan çocuklar daha ziyade Balkan coğrafyasından temin edilirdi. İlginçtir, Rus, Acem, Çingene, Türk, Harputlu, Diyarbakırlı, Malatyalı ve Karaman’dan Erzurum’a kadar olan bölgeden oğlanların devşirilmesi yasaklanmıştı.
“Devşirme” yöntemi üzerine ciltlerle incelemeler yapılmıştır. Hiç şüphe yoktur ki, pek çok fazileti söz konusudur.
Ancak, açık olan husus, bu usul pek “insani” değildir.
Hristiyan çocuklar tam anlamıyla kültürel asimilasyona uğratılmaktaydı.
İstediğiniz kadar çabalayın, bu insanlara yüklenen kimlik onları köksüzleştirilmiş oldukları gerçeğini değiştiremiyordu.
Esasına bakarsanız, bu coğrafyanın kaderinde hep bir kendine uygun biçimlendirme çabası, hatta “zulmü” söz konusudur.
Evrendeki yıldızların sayısı, dünyadaki kum tanelerinin toplamından fazladır.
13.7 milyar yıl önce oluşmuş böylesi muazzam bir büyüklükten söz ediyoruz.
Evrenin sürekli genişlemesi, kara delikler, paralel evrenler...
İdrak sınırlarımızı zorlayan, insanlığın çözümlemeye çalıştığı müthiş bir düzenin varlığını gösterir.
Bahse konu düzenin bir yaratıcısı ve yöneticisi olması gerektiğinden hareketle, “akıl üstü” soruların kifayetsiz kaldığı noktada bir “tanrı” kabulüne teslim olunmuştur.
Pek tabii, bir “kozmik aklın” varlığına itiraz etmemek ile tek tanrılı ve peygamberli dinlerin kutsal metinlerine inanmak tamamen farklı konulardır.
Türk Eğitim Vakfı (TEV) İzmir Şube yöneticileri olarak Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’ndeki salonda bin kişiyi aşan davetli huzurunda başarılı gençlere yönelik “burs fonu” oluşturma amacıyla bir organizasyon gerçekleştiriyorduk.
TEV, Türkiye’nin en eski eğitim vakıflarından biridir. Kurulduğu günden itibaren 250 bini aşan öğrenciye karşılıksız burs vermiştir.
Ben de 1970’li yıllarda Mülkiye’de okurken 4 yıl boyunca TEV bursiyeriydim.
Geceye dönersek; cemiyet hayatının önde gelen isimlerinin sosyal destek amaçlı oluşturduğu “TEV Kadınlar Korosu” her geçen yıl profesyonellere parmak ısırtacak gelişim içerisinde muhteşem bir konser verdi.
Sevgili hocaları Fatma ve İlhan Cinpir eşliğinde, izleyenlere unutulmaz 45 dakika yaşattılar.
Daha sonra sahneyi Selami Şahin ve orkestrası aldı.
Hatta Tayyip Erdoğan bir “demokrasi masalı” olan “Büyük Ortadoğu Projesi”nin eş başkanıydı.
Sonra “parlak ekran” gölgelenmeye başladı.
İktidarın Ortadoğu politikaları İsrail ve ABD ile uyuşmuyordu.
Öte yandan, “Batı”nın demokrasi standartlarının Türkiye açısından “tehlikeler” içerdiği, düşünülmeye başlanmıştı.
Stratejik yaklaşımımız ağır ağır değişmeye, başta Rusya olmak üzere Çin ve İran’la işbirliği imkanları aranmaya çalışılıyordu.
Bu anti NATO’cu tutum 15 Temmuz’a giden süreçleri içten içe tetiklemiştir.
Derken, işlerin çığırından çıktığı “meşum gece” yaşandı.