Paylaş
Evrendeki yıldızların sayısı, dünyadaki kum tanelerinin toplamından fazladır.
13.7 milyar yıl önce oluşmuş böylesi muazzam bir büyüklükten söz ediyoruz.
Evrenin sürekli genişlemesi, kara delikler, paralel evrenler...
İdrak sınırlarımızı zorlayan, insanlığın çözümlemeye çalıştığı müthiş bir düzenin varlığını gösterir.
Bahse konu düzenin bir yaratıcısı ve yöneticisi olması gerektiğinden hareketle, “akıl üstü” soruların kifayetsiz kaldığı noktada bir “tanrı” kabulüne teslim olunmuştur.
Pek tabii, bir “kozmik aklın” varlığına itiraz etmemek ile tek tanrılı ve peygamberli dinlerin kutsal metinlerine inanmak tamamen farklı konulardır.
Burada sözünü edilen “yaratıcı” kavramı, “bilimin bilinmezliğe duyduğu hayranlıktır” denilebilir.
“Bilim” bu anlamıyla “bilinemezleri” fethettikçe tanrıya yaklaşmakta ve “hakikat”in tekilliğinden paylaşımcı bir bütünlüğe doğru mesafe almaktadır.
Bilim, tümevarımcı metodolojisi ile bahse konu yolculuğunda “tanrı” kavramını sürekli günceller.
İnsanlık tarihine baktığımızda; ay - güneş - yağmur - sel - gökgürültüsü ile başlayan süreç bu durumun teyididir.
Hayatın doğru bildiğimizi ilave gelen her veriyle yeniden tanımlaması karşısında bu “değişkenlik” hali şaşırtıcı değildir.
Bilim meseleleri değerlendirirken genel bir “kabule”, tartışma dışı bir “inanca” kalıcı yaslanırsa “metafizik çukur”a düşer ve “ışığını” kaybederek savrulur.
Ancak, bilimsel sıçrama yapabilmenin gerek şartı da hipotezler geliştirmek ve varsayımlar türetmektir.
“Sezgi”, bu anlamıyla kapasitesinin sınırlarını tam bilemediğimiz “biyolojik fıtratımızın” tıkanmış bilimselliğe hediyesidir.
Böylelikle, hakikat yolculuğunda ampirizm bir “soyutlama” yapma imkanına kavuşur.
Bu noktada kritik olan husus, soyutlamanın konforuna kapılmamaktır.
Zira “soyutu soyutlamaya” başladığınız zaman, diğer deyişle varsayıma dayalı varsayım türettiğinizde bilimin gerçekliğinden kopulur.
O zaman felsefenin “fantezi evrenine” yelken açılır, tanrı kavramı farklılaşır ve kutsal tutamaçlar oluşturulmaya başlanır.
Bilimsellikte esas olan ve asla zaafa uğratılmaması gereken ilke, “somut”un kısıtlılığını “soyutlama” ile aşmak ve onu tekrar “somutlamaya” çalışmaktır.
Soyut ve somut, sıra atlamadan birbirini takip etmelidir.
Bu noktada denilebilir ki, bilimin “tanrı” kavramı “soyut soluklanmalarda” yaşanan belirsizliktir.
“Akıl”, kaleyi zaptedene kadar “yüceliğe” gönüllü yaslanır.
Bir “tanrı öğütücü” olarak yeniden yeni arayışlara hareketlenir.
-----
Emniyetsiz bisiklet yolu
BÜYÜKŞEHİR Belediye Başkanımız Tunç Soyer motorsuz araçları hayatımıza sokmaya çalışıyor.
İzmir’in kıyı bendi büyük ölçüde “düz ayak”tır.
Bu sebeple bisiklet kullanımına müsaittir.
Bugün bazı ülkelerde bisiklet şehir içinde en fazla tercih edilen ulaşım aracıdır.
Örneğin Amsterdam’da hem motorlu, hem yaya hem de bisiklet yolları ayrı ayrıdır.
İzmir bir bisiklet kentine dönüşebilir mi?
Tunç Soyer’in işe bisikletle gidip gelmeye başlaması şüphesiz bir örnektir ve insanlarımızı heveslendirecektir.
Bisiklet, kişisel sağlık yönü bir tarafa, hava kirliliğini önleme açısından da “keşke yaygınlaşsa” diyebileceğimiz bir ulaşım aracıdır.
Başkanın ilk icraatlarından biri de Üçkuyular feribot iskelesinden İnciraltı’na giden çift şeritli yolun karşılıklı birer şeridinin bisikletlilere tahsis edilmesi olmuştur.
Uygulamayı alkışlamakla beraber, belirtmek isteriz ki, bisiklet yolu, asfalt üzerine mavi boya sürmek suretiyle yapılmıştır.
Yol boyunca motorlu araçlara “bu yolu bisikletlilerle birlikte kullanın” anlamında işaret levhaları dikilmiştir.
Bizce bu yöntem yeterince emniyetli değildir.
Seferihisar - Sığacık yolunda plastik bariyerlerle tedbir alındığını gözledik.
Kara tarafında yola paralel uygun koridor mevcuttur.
Diyeceğimiz, iyi niyetli bir çabanın teknik altyapısı biraz eksik kalmış gibi durmaktadır.
Paylaş