Sinem Rumeli Sönmez

El atmanın önlenmesi (Müdahalenin Men-i) davası

22 Temmuz 2020
El atmanın önlenmesi durumu aslında kişinin malına haksız olarak müdahale edilmesi durumunun engellenmesi olup bu haksız müdahale dava yolu ile sona erdirilebilir.

Müdahalenin Men-i davasını kimler açabilir?

Taşınmazın maliki ya da asli zilyet sahibi tarafından açılabilir. Asli zilyetten anlaşılması gereken; taşınmazı malik gibi kullanmakta olan kişidir.

Eğer dava konusu taşınmaz el birliği mülkiyete tabi taşınmaz ise, bu halde paydaşlardan her biri dava açabileceği gibi hepsi veya yetki vermiş oldukları bir paydaş dava açabilecektir. Aynı zamanda miras şirketinin temsilcisinin de el atmanın önlenmesi davası açma olanağı bulunmaktadır. Yukarıda belirtmiş olduğumuz kişiler, özel mülkiyete tabi bir taşınmaz hakkında açılacak olan davalarda dava açma yetkisine sahip olan kişilerdir.

Eğer hazineye ilişkin yerlere karşı el atmanın önlenmesi davası açılmak isteniyorsa bu durumda dava açma yetkisine sahip kişiler de değişecektir.

• Hazineye ait yerlere karşı gerçekleştirilen haksız el atmaların önlenmesi için açılacak olan davalarda davacı hazine olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Komşuluk hukukundan doğan haklar

17 Temmuz 2020
Komşuluk, belli bir alandaki taşınmazlarda oturanlar veya işyeri olanlar ya da birbirine yakın taşınmazlardan yararlananlar arasındaki ilişkiyi tanımlayan bir hukuk kavramıdır. Komşu sayılabilmek için taşınmazların birbirine bitişik olması şart değildir.

Taşınmazlardan birindeki taşkın eylemin etkilerinin ulaşabileceği alan içinde bulunan diğer taşınmazların tümü, komşu sıfatına haiz olarak kanunun öngördüğü haklardan yararlanabilirler.

Komşuluk Hakkı Kanunu

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Komşuluk Hakkı” başlıklı bölümden karşılığını bulduğu üzere “Herkes, taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkilerini kullanırken ve özellikle işletme faaliyetini sürdürürken komşularını olumsuz şekilde etkileyecek taşkınlıktan kaçınmakla yükümlüdür. Özellikle taşınmazın durumuna, niteliğine ve yerel âdete göre komşular arasında hoş görülebilecek dereceyi aşan duman, buğu, kurum, toz, koku çıkartarak, gürültü veya sarsıntı yaparak rahatsızlık vermek yasaktır.”

Taşkınlıktan amaç ise, komşuluğun olağan hoşgörü sınırlarını aşan ve komşunun kendisi ve ailesi ile taşınmazı zararına aşırı derecede etkili olabilecek iş ve eylemlerdir.

Kat Mülkiyeti Kanunu

634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nda ise “Kat malikleri gerek bağımsız bölümlerini, gerek eklentileri ve ortak yerleri kullanırken doğruluk kaidelerine uymak, özellikle birbirini rahatsız etmemek, birbirinin haklarını çiğnememek ve yönetim planı hükümlerine uymakla, karşılıklı olarak yükümlüdürler.”

Görüldüğü üzere kat maliklerinin, kiracıların, oturma hakkı sahiplerinin veya bağımsız bölümden devamlı olarak yararlanan kişilerin birbirlerini rahatsız etmemeleri, birbirleri arasında hoş görülebilecek dereceyi aşan gürültüye mahal vermemeleri gerekliliği kanun koyucu tarafından öngörülmüştür. Peki dikkate almayanlara karşı ne tür bir yol izlenmesi uygun olacaktır?

Komşuluk Hukuku İhlali

Yazının Devamını Oku

Web tapu nedir?

11 Temmuz 2020
Web tapu; tüm vatandaşlarımızın ve ticaret sicilinde kayıtlı şirketlerin taşınmazlarını internet ortamında takip edebildikleri ve yönetebildikleri sistemin adıdır.

Uygulamada, genelde sabah erken saatlerde başvuru talebi açarak evrakları Tapu Müdürlüğü’ne teslim ettikten sonra, Tapu Müdürlüğü evrakları inceleyerek işleme onay verirse, öğleden sonra ya da tapunun randevu verdiği gün işlem yapılmaktaydı.

Web tapu ile başvuruyu online yaparak işlemi tapuya gitmeden başlatıyorsunuz. Tapu belgeleri inceliyor, onay verirse mesaj gönderiyor, evrak asılları ile randevu gününde imzaya gidiyorsunuz.

Peşin ödemeli gayrimenkul devri öncesi ve tapu devri

Tüm web tapu işlemleri, yetki verilerek vekil sıfatı ile yürütülebilir. Sisteme girildiğinde sayfanın solunda "Yetki İşlemleri" kısmı var. O kısımda "Yetki Ver" sekmesini işaretlenerek ve sahip olduğunuz taşınmazlar içerisinden devrini talep ettiği taşınmaz için ilgili avukatın TC kimlik numarasını girerek onu yetkilendirebilirsiniz.

Yazının Devamını Oku

Boşanmada kadının bekleme süresi (iddet müddeti) nedir?

16 Haziran 2020
Türk Medeni Kanunu'na göre boşanan kadının tekrar evlenmesi için beklemesi gereken üç yüz günlük süre iddet müddetidir. Boşanmanın kesinleşmesinden itibaren 300 gün henüz geçmemişse, nikah günü almaya gitmeden önce iddet müddeti denen bu süreyi tamamlamanız veya bu sürenin tamamlanmasına gerek olmadığını ispatlamanız gerekmektedir.

Medeni Kanun Madde 132’de “Evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün geçmedikçe evlenemez” hükmünde yer alan bekleme süresi (iddet müddeti), kadın boşandıktan sonra 300 gün içerisinde doğum yaparsa sona ermektedir.

Boşanmada bekleme süresini kaldırmak için mahkemeye başvurulabilir mi?

Kadının önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri halinde ise mahkemece bu süre kaldırılmaktadır.

Sürenin niteliğine değinildiğinde 300 günlük süre babalık karinesinden kaynaklanmakta olup, bu süre doğabilecek çocuğun nesebini sahih kılma amacıyla düzenlenmiştir. Kanunen boşandıktan sonra 300 gün içinde doğan çocuğun babası eski kocadır. Bu nedenle boşandıktan sonra 300 günlük süre içerisinde yeniden evlenebilmek için gebeliğin ortada olmadığının aile mahkemesi nezdinde tespiti gerekmektedir.

Boşandıktan sonra yeniden evlenme süresi ne kadardır?

Boşandıktan sonra yeniden evlenmek için 300 günlük bir süre varsa da bu süre beklenmek zorunda değildir.  Bu süre içinde yeniden evlenmek isteyen kadın, aile mahkemesine iddet (bekleme) müddetinin kaldırılması talepli dilekçeyle başvurarak ve evlenme ehliyeti belgesi alarak beklemeksizin tekrar evlenebilir.

Boşanılan eşle tekrar evlenirken de iddet süresinin tamamlanması gerekir mi?

Boşandığınız eşinizle yeniden evlenecekseniz de aile mahkemesine başvuru yaparak iddet süresinin kaldırılmasını talep edebilirsiniz.

Yazının Devamını Oku

Koronavirüs sürecinin boşanma davalarına etkisi

28 Mayıs 2020
Çin’de ortaya çıkan ve dünya geneline yayılan COVID-19 salgınından 1.5 milyon insanın etkilendiği düşünüldüğünde insanların medeni hallerinin de görünüm değiştirebileceği öngörülmektedir.

Süreç sona erip istatistiklere bakıldığında evlilikler mi, boşanmalar mı artacak bilinmez ancak aile hukuku bağlamında bir kısım sorunun cevaplanması gereği doğmuştur.

Salgın döneminde boşanma davaları açılabilir mi?

Her ne kadar halk arasında davaların durduğuna ilişkin söylentiler dolaşmaktaysa da tüm bu süreçte anlaşmalı veya çekişmeli boşanma davalarının açılmasına engel bir durum söz konusu değildir. Davanın açılamayacağına ilişkin söylentilerin, HSK Genel Kurulu’nun aldığı kararla adli yargı ilk derece mahkemelerindeki duruşmaların 15 Haziran’a kadar ertelendiğine ilişkin açıklamadan kaynaklandığını düşünmek olasıdır. Anlaşılması gereken ise, bu süreçte dava açılmasına bir engel olmadığı, ancak açılan davalarda duruşmaların 15 Haziran’a kadar görülemeyeceğidir. Örneğin; kısa sürede tarafların boşanma iradelerini ortaya koydukları ve bu iradeyi duruşmada beyan ederek anlaşmalı olarak boşandığı davalarda, 15 Haziran’a kadar karar tesisi mümkün olmamakta tarafların bu süreye kadar dava açmalarında ise bir engel bulunmamaktadır.

COVID-19 sürecinde devam eden boşanma davalarında tedbir talep edilebilir mi?

"Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır." şeklinde kanunda karşılığını bulan hüküm gereğince, koronavirüs sürecinde de taraflar tedbir talebinde bulunabilir.

Bu süreçte mal rejimine ilişkin talepler hakkında mahkemelerce karar verilebilir.

Müşterek çocuklara ilişkin şahsi ilişki düzenlemesi kararı verilir mi?

COVID-19 sürecinde şahsi ilişki düzenlemesi yapılmasına engel bir durumu mevcut olmayıp bu düzenleme yapılırken kurulması talep edilen şahsi ilişkinin çocuğun yararına olup olmadığına bakılmaktadır. Okulların kapatıldığı bugünlerde velayet kendisinde olmayan tarafın çocuğuyla kuracağı şahsi ilişki düzenlemelerinin önem arz ettiği, çocuğun üstün yararını gözeten şahsi ilişki düzenlemelerinin mahkemelerden talep edilebileceği bilinmelidir. Uygulamada, görüntülü görüşme yapılması taleplerinin mahkemelerce kabul edildiğini söylemek gerekir.

Yazının Devamını Oku

Yabancıların Türkiye'de boşanması

21 Ocak 2020
Yabancılık unsuru içeren özel hukuk ilişkilerinde, ilişkinin hangi milli hukuka tabi olacağına ilişkin sorunlar, yabancıların boşanmasının da ele alınmasını gerektirmiştir. Bu tip durumda hakimler genellikle kendi milli hukuklarını uygularlar çünkü tercihler arasında bir zorunluluk bulunmamaktadır.

Tercihler arasında bir zorunluluk olmasa da hakimin hukuku ile esasa uygulanacak hukuk hükümleri arasında farklılıklar doğabilir. Farklılıklar olması halinde ise boşanma ihtilaflarının Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunu çerçevesinde çözüme bağlanması gerekir.

Hukukumuza boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri eşlerin müşterek milli hukukuna, eşler ayrı vatandaşlıkta iseler eşlerin müşterek mutad mesken hukukuna, bunun da bulunmaması halinde Türk hukukuna tabi kılınmıştır.

Milletlerarası özel hukuk kurallarının başka bir hukuku yetkili kılması, sadece kişinin hukuku ve aile hukukuna ilişkin ihtilâflarda dikkate alınmakta ve bu hukukun maddi hukuk hükümleri uygulanmaktadır. Kanun gereğince hakim, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku kendiliğinden uygulamaktadır. Yetkili olan yabancı hukuk kurallarının uygulanması ise atıf olarak nitelendirilmektedir.

Türk Hukuku’nda yalnızca mahkeme kararı ile boşanılmaktır. Milletlerarası özel hukuk kurallarında ise boşanmanın şekline dair özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, mahkeme kararı dışında hukuki bir işlem ile boşanmanın gerçekleştirilebildiği ülkelerdeki boşanma işleminin geçerliliği Türk mahkemeleri önünde bir sorun olarak ortaya çıkarsa, hukuki işlemlerde şekli düzenleyen genel düzenlemelere göre hukukî işlemler, yapıldıkları ülke hukukunun veya o hukukî işlemin esası hakkında yetkili olan hukukun maddî hukuk hükümlerinin öngördüğü şekle uygun olarak yapılır.

Yurtdışında hukuki işlem yoluyla gerçekleşen boşanmalarda o ülke hukukunun öngördüğü şekle uyulması gerekmekte olup boşanmanın Türkiye’de geçerli olması içinse tanıma ve tenfizi gerekir. Tanıma ve tenfiz davalarında, Türk mahkemeleri tarafından kontrol edilecek husus ise Türk Hukuk kurallarının doğru uygulanıp uygulamadığını veya Yabancı Hukuk kuralları uygulandı ise bu durumun Türk kamu düzenini ihlal edip etmediği yönünde olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Yabancı evlilik koşul ve şartları - Bilinmesi gerekenler

16 Aralık 2019
Yabancılık unsuru içeren evlenme ilişkilerine uygulanacak hukukun tayininde evlenme ehliyeti ve şartları, evlenmenin şekli, hüküm ve sonuçları bakımından farklı kanunlar uygulanmakta olup hangi eşin hukuku, evlenme yerinin hukuku, mutad mesken hukuku gibi seçeneklere ilişkin olarak açıklamalar yapmak gerekmiştir.

“Evlenme ehliyeti ve şartları, eşlerin her birinin evlenme anındaki milli hukukuna tabi tutulmuştur” şeklinde kanuni karşılığını bulduğu üzere her bir eşin tabi olduğu milli hukuk kuralları yalnızca o eşe uygulanır. Örneğin Fransız hukukuna tabi olan eşin temyiz kudreti Fransız Medeni Kanunu kuralları nezdinde değerlendirilecektir, Türk Medeni Kanunu kurallarına göre değil.

Evlenmenin şekli, evlenmenin yapıldığı ülke hukukuna tabidir.

Örneğin evlenme dini nikahın geçerli olduğu bir ülkede yapılıyorsa Türk Hukuku açısından da o evlenme geçerli sayılacaktır.

Bu kuralın tek istisnası konsolosluk evlenmeleridir. Konsolosluklarda gerçekleştirilen evlenmeler, konsolosluğun bulunduğu ülke hukukuna tabi olmayıp konsolosluğun bağlı olduğu ülke hukukuna tabi olurlar. Türk hukuku bakımından değerlendirildiğinde; evlenen iki eş de Türk vatandaşı değilse veya ilgili Türk konsolosluğunun bulunduğu devlet Türk konsolosluğunun bu yetkisini tanımıyorsa veya Türkiye’deki yabancı konsolosluk kendi vatandaşı olmayan kişileri evlendirdiyse bu evlilikler Türk Hukuku bakımından yok hükmündedir.

Evlenmenin kişisel ve mali nitelikteki hüküm ve sonuçları ise eşlerin müşterek milli hukukuna, eşler ayrı vatandaşlıkta iseler eşlerin müşterek mutad mesken hukukuna, bunun da bulunmaması halinde Türk hukukuna tabi kılınmıştır.

İki taraflı evlenme engeli varsa yabancı da olsa Türkiye’de evlilik yapılamaz.

‘‘İki taraflı evlenme engeli’’ olarak geçen çok yakın hısımlık, evlenmeye engel akıl hastalığı gibi bazı engellerin varlığı halinde Türk kamu düzeni uyarınca kişilerin milli hukuku bu evliliğe müsaade etse de Türk Mahkemeleri nezdinde bu evlilik geçerli sayılmaz. Örneğin yabancı milli hukuklarda aynı cinsten iki kişinin evlenmesi mümkün olsa dahi Türk kamu düzeni gereğince bu evlilik yapılamayacağından Türk mahkemelerinde evlilik gerçekleştirilemez.

Türkiye’de evlenmek isteyen yabancılar, vatandaşı bulundukları devlet makamlarınca düzenlenen ve ilgilinin evlenmeye engel hali olmadığını beyan eden ‘‘Evlenme Ehliyet Belgesi’’ni Türk evlendirme memurluğuna ibraz etmek zorundadırlar.

Yazının Devamını Oku

Kısmi süreli çalışanın kıdem ve ihbar tazminatı hakkı

21 Kasım 2019
Kıdem tazminatı hakkı çalışan kesim arasında en çok merak edilen konuların başında geliyor. Özellikle “kısmi süreli çalışanların kıdem tazminatı hakkına” ilişkin sorular part time çalışan kişiler tarafından internette sıkça aranıyor.

Kısmi süreli (part-time) iş sözleşmesi iş kanununun 13. maddesinde, “işçinin normal haftalık çalışma süresinin, tam süreli iş sözleşmesiyle çalışan emsal işçiye göre önemli ölçüde daha az belirlenmesi durumunda” ortaya çıkan sözleşme olarak belirtilmiştir. İş kanununa ilişkin çalışma süreleri yönetmeliğinin 6. maddesinde ise kısmi süreli çalışma, “İş yerinde tam süreli iş sözleşmesi ile yapılan emsal çalışmanın üçte ikisi oranına kadar yapılan çalışma kısmi süreli çalışmadır” şeklinde tanımlanmıştır. Buna göre örneğin haftalık çalışma süresi 45 saat olan bir iş yerinde 30 saatin altında çalışan bir işçi kısmi süreli çalışma yapıyor olacaktır.

Kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalıştırılan işçi, ayırımı haklı kılan bir neden olmadıkça, salt iş sözleşmesinin kısmi süreli olmasından dolayı tam süreli emsal işçiye göre farklı işleme tâbi tutulamaz. Kısmi süreli çalışan işçinin ücret ve paraya ilişkin bölünebilir menfaatleri, tam süreli emsal işçiye göre çalıştığı süreye orantılı olarak ödenir.

Kıdem tazminatına ilişkin hükümler 1475 sayılı mülga iş kanununun halen yürürlükte olan 14. maddesinde düzenlenmiştir. Esasen kısmi süreli çalışanın kıdem tazminatının hesaplanması bakımından tam zamanlı çalışana göre herhangi bir ayrım yapılması söz konusu değildir. Ancak kısmi süreli çalışanın kıdem tazminatını hesaplarken kıdeme esas süresi ile kıdeme esas ücretin nasıl belirleneceği hususları önem arz etmektedir:

Kıdeme esas alınacak süre: Kısmi süreli çalışan işçinin kıdem tazminatına esas alınacak çalışma süresi hesaplanırken tam zamanlı çalışana göre herhangi bir ayrım yapılmaması gerekir. Yani kısmi süreli çalışanın kıdem tazminatının hesaplanmasında da tam zamanlı çalışanlarınki gibi “işe giriş tarihi ile iş sözleşmesinin sona erdiği tarih arasındaki süre” esas alınır. İlgili daireler tarafından “Kısmi çalışma ister haftanın bir veya bazı günleri çalışma şeklinde gerçekleşsin, ister her gün birkaç saat şeklinde olsun, işçinin iş yerinde çalışmaya başladığı tarihten itibaren bir yıl geçince kıdem tazminatı hakkının doğabileceği” kabul edilmektedir. Bu nedenle kısmi süreli çalışanı kıdeme esas süresi hesaplanırken “fiili çalışma süreleri toplanarak kıdeminin belirlenmesi” gibi bir usul bulunmamaktadır.

Kıdeme esas alınacak ücret: Kıdem tazminatı, işçinin iş yerinde geçirdiği her bir yıl için 30 günlük ücretinin ödenmesi şeklinde uygulanır. Yargıtay kararlarına göre kısmi süreli çalışanın kıdeme esas ücreti, kendisine yapmış olduğu kısmi çalışma karşılığı ödenen ücret olmalıdır. Yine yargıtaya göre, “kısmi süreli çalışma hallerinde, kıdem tazminatı hesabında davacıya kısmi süreli çalışma karşılığı olarak ödenen aylık ücreti” dikkate alınmalıdır. Buna yönelik emsal bir kararda da kısmi süreli çalışanını kıdem tazminatına esas ücreti hesaplanırken son aya ait ücret toplamının 30’a bölünmesi suretiyle günlük ücretinin belirlenmesi gerektiğine karar verilmiştir.

Kısmi süreli çalışanın kıdeme esas süresi, iş yerinde fiilen çalışarak geçirdiği süre değil; işe giriş tarihi ile işten ayrılış tarihleri arasında geçen süredir. Bu çerçevede tam zamanlı çalışana göre bir ayrım yapılması söz konusu değildir. “Kısmi süreli çalışan işçinin ücret ve paraya ilişkin bölünebilir menfaatleri, tam süreli emsal işçiye göre çalıştığı süreye orantılı olarak ödenir” şeklinde kanuni karşılığını bulduğu üzere kısmi süreli çalışanın kıdeme esas ücreti de kendisine çalışması karşılığında ödenen bir aylık ücreti tutarında olacaktır.

Yazının Devamını Oku