Sibel Arna

Hayatla dans

23 Mart 2013
Biri hayat kavanozuma elini sokup dans şekerini çıkarsa sesim kısılır, rengim solar. Belki bu yüzden Rüzgar’ın dans eden bir erkek olmasını istiyorum.

Dans nedir sizce? Sanat? Gelenek? Estetik? Spor? Dışavurum? İletişim biçimi? Bence bunların hepsi hatta daha fazlası. Mesela 21 Mart Nevruz görüntülerinin en önemli duygusuydu halay çeken insanlar. Zaten ne demiş Emma Goldman: Dans edemediğim devrim, devrim değildir.
Kişinin kendi kendiyle hesaplaşmasıdır dans bir yandan. Parmaklarına, adımlarına söz geçirerek bedenini terbiye edebilmesidir. Kişi vücudunun efendisi oldukça özgüveni de artacaktır.
Seksidir. George Bernard’ın dediği gibi bazen dans etmek yatay bir isteğin dikey anlatımıdır.
İnanılmaz bir terapidir. 15 dakikada deşarj eder adamı. Yanaklar pembeleşir, sinirler pelteleşir...
Rüzgar’la dans etmeye başladığımda daha yürümeyi bilmiyordu. O gün bu gündür müzik açıp dans etmek bizim için bir ritüel. Dansın hayatın bir parçası olduğunu biliyor, hayatla dans edebilmenin kişiye verdiği mutluluğu da içinde hissediyor.
Son günlerde trombolin üzerinde zıplayarak dans ediyoruz mesela. Düşe kalka... İlerleyen yıllarda profesyonel eğitim almasını da çok istiyorum. Hoşuna gidip gitmeyeceğini anlamak için de bu yazının çıktığı gün yani cumartesi günü onu bir teste tabi tutmayı düşünüyorum. Onu Dansın Minik Yıldızları Organizasyonu’na götüreceğim. Türkiye Dans Sporları Federasyonu’nun desteğiyle Beylikdüzü Marmara Park Alışveriş Merkezi’nde saat 15.00’te gerçekleşecek yarışmaya altı ayrı dans kategorisinde tamamı lisanslı dans sporcularından oluşan 21 çift minik dansçı katılıyor. Sunucu Yonca Evcimik, artistik jüri ise Tan Sağtürk, Deniz Akkaya, Cem Ceminay ve Burçin Orhon. Tabii resmi hakem heyeti de orada hazır bulunarak teknik jüri olarak değerlendirme yapacaklar.
Yarışma, isteyen herkesin izlemesine açık. Siz de çocuğunuzun içinde bir dansçı var mı yok mu diye sorgulamak istiyorsanız, buyurun gelin.

Yazının Devamını Oku

Çaktırmadan yol gösteriyor

16 Mart 2013
Çocuğu olduktan sonra kariyerini değiştiren kadınlardan biri de Defne Ongun Müminoğlu. 3-6 yaş çocuklar için okuma günleri düzenleyen Müminoğlu sonunda kendi kitaplarını yazdı.

Defne Ongun Müminoğlu’nun hakkında söyleyebileceğim ilk şey ünlü edebiyatçı İpek Ongun’un kızı olduğu. Yedi yıl öncesine kadar pazarlama ve halkla ilişkiler yapıyordu. Kızı Maya’nın dünyaya gelişiyle doğum iznine ayrıldı ve işyeri bir daha kendisinden haber alamadı! Defne Ongun Müminoğlu (41) genlerinde olan yazma kabiliyetini anne olunca ortaya çıkardı. 2009’un kasım ayından beri her anne-babanın ortak sorunlarını, başına gelen komik olayları www.sifirkilometrebizdiklar.com adlı internet sitesinde yazıyor. Çocukların kolesterol probleminden de bahsediyor, sordukları akıl almaz sorulara nasıl cevaplar vermemiz gerektiğini de anlatıyor.
2010’un ortalarından beri ise haftada bir-iki gün farklı kitabevlerinde 3-6 yaş grubu çocuklara kitap okuyor. O kadar çok kitap okudu ki sonunda kendi kitaplarını yazdı

BURCU VE BERK NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Defne Ongun Müminoğlu kitap dizisinin ismi ‘Burcu ve Berk ile...’ Yazarın içeriklerinden çizimlerine, öğretilerinden hikâyelerine kadar her detayı için emek verdiği kitaplarla, çocuklara doğru bilgiyi eğlenceli şekilde aktarabilmek, ders vermeden kafalarında oluşan soru işaretlerine Burcu ve Berk’in yaşadıklarıyla cevaplamak amaçlanıyor.
Artemis Çocuk Yayınları’ndan çıkan ‘Burcu ve Berk ile...’ serisinde yer alan ‘SAĞLIKLI BESLENİYORUM’, ‘HAYIR DİYEBİLİRSİN’, ‘HİSLERİMİZ’, ‘KENDİMİ KORUYORUM’, ‘VÜCUDUMUZ’ ve ‘YABANCILAR’ kitaplarını yazarken pedagog Feriha Dildar, Dr. Perihan Özren ve Prof. Dr. Muazzez Garipağaoğlu’ndan destek alan Defne Ongun Müminoğlu, kitapların çizimleri için Esra İlter Demirbilek ile çalıştı.
Defne Ongun Müminoğlu, bu kitapları yazmadan önce çocukların gelişim döneminde hassas ve dikkat edilmesi gereken konuları, çocuklara doğru ve anlayabileceği şekilde izah edebilmek için kaynak arayışında genellikle yurtdışındaki kitaplara yöneldiğini söylüyor. Türkçe kaynak kitaplarının az ve daha çok ‘eğitme’ amaçlı kitaplar olduğunu gören yazar, “Tek bir konu ile ilgili farklı açılardan bilgi veren, anlatım şekilleri çeşitlilik gösteren kaynaklara ihtiyaç olduğunu düşünerek çocuğu sıkmadan, eğlenceli bir şekilde, ders vermeyi amaçlamadan ancak ‘çaktırmadan’ yol gösteren, bilgilendiren kitaplar olması gerekir düşüncesiyle bu seri doğdu” diyor.

Yazının Devamını Oku

Çaresizlikten yaratılan oyuncaklar marka oldu

9 Mart 2013
Son zamanlarda dinlediğim en çarpıcı hikâye Yiğit Oğuz Duman, karısı Ayça Duman ve ‘Kromozom anomalisi’ olan kızları Selin’in hikâyesi… Siz de kulak verin...

“Selin 1 kilo 840 gram doğdu...Doğum öncesinden itibaren doktorlar için tek problem küçük gelişimiydi, bu da takviyeli beslenerek aşılacak bir konuydu. Fakat yaşına geldikçe gelişimindeki gerilik belirginleşti. Sanırım 17 ay civarı farklı testlerle sebebini araştırmaya başladık. Ortaya çıkan sorun çok nadir bir genetik problemi işaret ediyordu. Başta bunu kabullenmek çok zordu; düşünsenize, dünyada hiç görülmemiş bir rahatsızlık bizim çocuğumuzda çıkmıştı, hatta hastaneler bu vakayı, literatüre geçirdiler.
Hamilelikte gelişme geriliğiyle başlayan şüpheler, zamanla gerçekle örtüştü. En net teşhis 3.5 yaşında yapıldı. Ama Selin’in 2 yaşında yürümesiyle zaten rehabilitasyon merkezleri, konuşma terapileri gibi özel eğitim ile tanışmıştık. 
Kromozom anomalisi, ilaçla tedavi edilebilecek bir hastalık değil, tıbbi bir durum. Tıp literatüründe bilinen Selin’den başka bir örnek olmadığı için de tam olarak ne ile karşılaşacağımızı, onun limitlerinin ne olduğunu bilemiyorduk. Aslında hâlâ da bilmiyoruz, eğitimi her şekilde devam ediyor. Böyle çocuklar daha yavaş öğrenebildikleri için tekrar ve sabır çok önemli. Normal bir çocuğun 2-3 tekrar ile öğrendiğini, bu çocuklar 20-25 tekrar ile belki başarabiliyor. Özel eğitim haftada 2-3 saat ile olabilecek bir konu da değil. Tek amacımız onun hayat kalitesini arttırabilmek için mümkün olduğunca eğitebilmek.

HER ŞEY ÖDEVLE BAŞLADI

Bir gün konuşma terapistimiz bana bir ödev verdi. “Nesneleri çizimle değil fotoğrafla öğretin” dedi. Oyuncakçılara, kitap evlerine baktım, fotoğraflı anlatımla hazırlanmış oyun bulamadım. Dergilerden kestip, fotoğraf çektim, gerçekten Selin günlük hayatında gördüğü nesnenin aynısının fotoğrafını görünce oyuna daha çok ilgisini veriyordu.  Sonuç olarak daha iyi verim alıyorduk.
Selin 4 yaşındayken kardeşi Yasemin doğdu, bir süre sonra biz hep birlikte oynamaya başladık. Selin’in gelişimi için sabırlı bir destek gerekirken normal çocukların öğrenmeye ve bildiğini göstermeye hevesi, bu oyunları oynama istekleri benim için çok motive edici oldu. Yani şunu gördüm: Bu oyunlar sadece özel eğitim ihtiyacı olan çocuklar için değil, tüm çocuklar için çok öğreticiydi.

Yazının Devamını Oku

Bu çizgi filmler hangi kafalarla yazılıyor arkadaş?

2 Mart 2013
Meraktayım; çizgi film yazarları içinde türlü yaratıklar barındıran şeffaf misketler olsun, ismi de ‘Cille’ olsun kafasına nasıl geçiyorlar?

Rüzgar’ın çizgi film seçimleri gitgide içinden çıkamayacağım bir hal alıyor. “3.5 yaşındaki çocuğun seçimi mi olurmuş, sen seçeceksin o izleyecek arkadaş” derseniz, haklısınız. Ama bir yere kadar. Çünkü seçimi benim yapabildiğim durumlar olduğu gibi, yapamadıklarım da oluyor.
Hepsi arka arkaya yayınlandığı için Rüzgar üçer aylık arayla Pepee’ye sonra Keloğlan’a, sonra da ‘Cille’ diye bir çizgi filme göz kaydırmaya başladı. Şimdi varsa yoksa Cille.   
Cille TRT çocuk kanalında yayınlanan bir Türk çizgi dizisi. Hikâyede ‘Cille’  isminde, misket boyutundan biraz büyük ve içinde bir yaratık barındıran şeffaf toplar var. Efsaneye göre ‘Kadu’ isminde bir kral, 12 tane, su, toprak, ateş ve hava dolu cilleler yapmış. Bu cilleleri İkivak ağacına teslim ettiğinde uzun süredir savaşan insanlar ile bir cins yaratık olan ezakilerin dünyalarının arasındaki kapı kapanmış. (Bu noktada ağacın ismini Kavak zannedip, benim yanlış yazdığımı düşünenlere not, keşke siz haklı olsanız.) Neyse efendim sonra da, Kadu, cilleleri dünyaların dört bir tarafına dağıtmış. Böylece kapı bir daha açılmayacakmış.
Ama sonra olaylar nasıl gelişti bilmiyorum, her bir cillenin sahibi ortaya çıktı. 12 cillenin her birinin tuhaf isimleri, isimlerinden daha tuhaf özellikleri var. İki örnek vereyim, ne demek istediğimi anlayacaksınız. 
Behmut:  Efsanevi cillelerin en güçlüsü. Su cillesi. Sahibi Kayra çizgi filmdeki Rüzgar’ın en has adamı. Liderlik için bütün hünerlere sahip, Müdrik diye bir amcası var. Evet adamın adı Müdrik.
Harkas: Dikenli bir su- kaplumbağası olan bu cille uzun ömrün, barışın, sabrın, refahın ve mutluluğun sembolüdür. Gizli tekniği Koza saldırısıdır.
Alşimist: Öküz başlı balık olup, rakibini yavaşlatma yeteneğine sahip.

Yazının Devamını Oku

Çocukla çocuk olmak

23 Şubat 2013
Bazen dünyanın en gerekli şeyi çocukla çocuk olmak bazen de en gereksizi. Peki nasıl olacak, bu işin dozu nasıl ayarlanacak?

Rüzgar’la didişen, istediği an onu öpmedi diye bunu kişisel algılayıp küsen, üç buçuk yaşındaki çocuğun karşısında iki yaşında gibi davranan arkadaşlarım var benim. Saklambaç oynarken gerçekten rekabet ediyor, hamur oynarken çocuğun karşısında el sanatları uzmanı kesiliyor, deniz kenarında ıslatmaca oynarken su tabancasını oğlumun gözüne gözüne sıkıyor. Bu gaza gelmelerin dozu kaçınca ben gerçekten şaşıp kalıyorum. 
Çocukla çocuk olunabileceğini fakat bir yere kadar diye düşünüyorum. Evet bazı durumlarda üzerine gitmek motive edici oluyor ya da şımarmasını engelliyor ama dozu çok çok önemli. 
Psikolog Aysun Bal’a göre çocukla çocuk olmak onun güvenini kazanmak için kesinlikle gerekli ama sınırları olmalı. Bal şöyle açıklıyor:  “En önemli şey fiziksel olarak çocuklaşmak. Onunla oynarken dizlerinizin üzerine çökmek, gözlerinin içine bakmak ve kesinlikle anlayacağı bir üslupla konuşmak gerekiyor. Hırslanmak, gaza gelmek gerçekten çocuklaşmaksa çok tehlikeli. Çünkü hal böyle olunca çocuk karşısında bir rol model bulamıyor ve agresifleşiyor. Oyun oynarken inatlaşmanın tamamen karşısındayım. Çünkü her türlü inatlaşma ters teper. Durup dururken çocuğu sinirlendirirsiniz. İnadını perçinler, özgüvenini kırarsınız.” 

50 ilde kütüphane projesi

2011’de Citibank ve T.C. Milli Eğitim Bakanlığı işbirliğiyle başlatılan ‘Kütüphaneler’ projesi hedefin üstüne çıktı. 18 Şubat’ta Çanakkale’nin Kepez ilçesinde yer alan Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu’nda 51’inci kütüphane açıldı. 51 ile çocukların ödev yaparken yararlanabilecekleri kaynak kitap ve klasik eserlerin bulunduğu kütüphaneler yapan TOÇEV, sloganları olan ‘Okumak her çocuğun hakkıdır…’ cümlesinin altını bir kez daha çizmiş oldu. Çünkü kütüphaneler projesiyle tam 30 binden fazla çocuğa ulaştı.

Yazının Devamını Oku

Aşk dediğin nedir oğlum?

16 Şubat 2013
Bu köşeyi yazmam gereken gün 14 Şubat’a denk geldiği için yazı konusu otomatikman aşk oldu. Günü bahane edip Rüzgâr’a aşkla ilgili bir mektup yazdım

Canım oğlum;
Bunu sana büyürken defalarca söyleyeceğim ama bir de oku istersen; sen yüzde yüz bir aşk çocuğusun. Hem de en tutkulusundan. Ama maalesef çabuk tükendi, koruyamadık, kollayamadık, yitirdik. Ben de baban da payımıza düşen dersleri aldık ve yollarımızı ayırdık.
Peki aksi mümkün müydü? Bu devirde sonsuz aşk bulunabilir miydi? Aşk hayat boyu korunabilir miydi? 
Andre Gorz’un sevgilisi, hayat arkadaşı, hayatının anlamı Dorine’e yazdığı bir kitap var elimde. İsmi ‘Son Mektup, Bir Aşk Hikâyesi.’
Şöyle başlıyor: 
“Yakında 82 yaşında olacaksın. Boyun altı santim kısaldı, olsa olsa kırk beş kilosun ve hâlâ güzel, çekici, arzu uyandırıcısın. 58 yıldır birlikte yaşıyoruz ve ben seni her zamankinden çok seviyorum. Sadece benimkine değen bedeninin sıcaklığıyla dolan, kahredici bir boşluk taşıyorum göğsümün tam ortasında yeniden…”
Bana bile fantastik geliyor okuduklarım, kim bilir sana neler düşündürdü! Biz aşk denilen duygunun her geçen yıl anlamını yitirdiğini sarsıcı bir şekilde idrak ettiğimiz bir çağda yaşıyoruz, sizin zamanınızı düşünemiyorum. 

Yazının Devamını Oku

Rüzgar top 5

9 Şubat 2013
“Huydur çeker” demişler ya, müzik ve dans Rüzgar’ın da hayatının olmazsa olmazı. Son zamanda Rüzgar’ın taktığı beş şarkıyı okurken halimize çok güleceksiniz

Barış Manço - Arkadaşım Eşşek

İlk ezberlediği şarkılardan biri ama tüm zamanların favorisi. Bremen’de çekilen klip değil, stüdyoda olan versiyonunu daha çok seviyor. Çünkü bir yaşından beri orkestranın arkasında başına eşek kafası geçirmiş ceketli, kravatlı adamın sırrını çözmeye çalışıyor. Klip siyah-beyaz olmasına rağmen Barış Manço’nun kolyelerine, yüzüklerine kilitleniyor. Şarkıyı söylerken el hareketleriyle yaptığı anlatımlara hayran oluyor. Yaban tayları çayırda tepişiyor mu da Barış Ağabey’in parmakları tay misali birbirlerinin üstüne çıkıyor mesela, aynı şekilde bir sonraki dize de bir eli çilli horoz bir eli keçi olup dövüşüyor. “Ayrılık geldi başa katlanmak gerek” kısmını söylerken ayrılığı anlatmak için iki elini birbirinden üç hamleyle ayırmıyor mu; bir çocuk daha ne ister?

Erkin Koray - Arapsaçı

Malum Rüzgar’ın yaş 3.5. Çözümlemek en yumuşak karnımız. Puzzle, lego, oyun hamuru Allah ne verdiyse çözümleniyor bizim evde. Bence bu şarkıda önce “Çöz beni Arapsaçı” kısmı yakaladı Rüzgar’ı. İkinci dizeyse teslim aldı, çünkü ne diyor: “Çivi çiviyi söker”. Çocukluğundan beri en favori oyuncağı alet çantası olan bir çocuk için çivi ve çekiç gerçekten fantastik iki şey. “Budur bunun ilacı” kısmının sırrıysa, bütün şurupların tatlı olması. Sırf bu yüzden günde kaç kere “Anne ateşim var, sanıyorum şurup içmeliyim” dediğini bir bilseniz?

Orhan Gencebay-Dokunma

Orhan Gencebay’ın son albümündeki Grup Seksendört yorumunu dinliyoruz. Ana oğul birlikte bir lirik danslar ediyoruz izlerken altınıza kaçırabilirsiniz. Uzaktan birbirimize koşup koşup tam sarılacakken ayrılmalar falan… Rüzgar “Ben yaralı bir gönülüm, vurup da kırıp da… Kanatıp cana dokunma” derken sözleri değil müziği anlıyor, hissediyor. “Anlaşmak bir bakış, bazen de seviyorum demektir, anlaşmak bir gülüş, bazen de bir özür dilemektir” kısmında da bir anne olarak mesaj kaygım var. Eğlenirken düşündürüyoruz. “Seviyorum seni derken, özür dilemek zor olmamalı”yı küçük yaşta öğrettim, çok mutluyum.

Bülent Ortaçgil- Benimle Oynar mısın?

Bir çocuğun en sık sorduğu soru bu aslında, haliyle bir şarkının içinde duymak, şarkı çok başka bir şey anlatıyor olsa bile hoşuna gidiyor. Sonra galiba Bülent Ortaçgil’in sesi, müziğin ritmi benim delifişek oğlumu biraz sakinleştiriyor. “Aptal gibi suç olsam” kısmında dokuz kusurlu laftan biri olduğu için de cazip geliyor tabii. Piyano solo bölümünde de parmak uçlarında döndürmeye çalışıyorum onu, tabii ki düşüyor ve çok gülüyoruz.

Yazının Devamını Oku

Rüzgar’a ilgi testi

2 Şubat 2013
Rüzgar’ın bir konuya konsantrasyonunun kaç dakika olduğunu öğrenmek için minik bir test uyguladım. Üç dakikada patladık.

Seninle röportaj yapabilir miyim?
- Tabii. Anneee benim herkese teşekkür ettiğimi yaz.
Neyle ilgili teşekkür? 
- Bana bir şey verdiklerinde teşekkür ediyorum yaaaa!
Tamam yazarım. Soru sormaya başlıyorum. Sen kimsin?
- Ben Rüzgar’ım.
Ne iş yaparsın?

Yazının Devamını Oku