25 Eylül 2005
25 Mayıs 2004 günü ABD Federal Soruşturma Bürosu FBI’ın yaptığı basın açıklaması sadece iki satırdı ama, duyunca başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. ‘Bay Mayfield ve ailesine vermiş olduğumuz rahatsızlık nedeniyle özür dileriz. Parmak izi incelemelerinde kullandığımız yöntemleri gözden geçireceğiz.’ Gerçi geçen yüzyılın başından bu yana, dünyanın dört bir yanında, zengin, fakir, gelişmiş, gelişmemiş ülkede failin kim olduğunu bulmak üzere gerçekleştirilen milyonlarca parmak izi karşılaştırmasında zaman zaman sorunlar yaşanmıyor değil. Bu sorunların, uzun yıllar suçsuz yere cezaevlerinde yatmaya yol açtığı da bizce malum. Ancak 2004 yılında FBI Parmak İzi Birimi, tarihinde ilk kez ‘pardon’ demişse, bu kıyamet alametidir. Hele ki pardon denilen, gerisinde 191 ölü ve 2000 kadar yaralı bırakan Madrid bombacılarından biri olduğu iddiasıyla 2 haftadır tutuklu, Amerikan vatandaşı, İslamiyet’i kabul etmiş, 37 yaşındaki avukat Brandon Mayfield ve ailesi ise.
4 UZMAN VE 1 SANIK
Her şey, 11 Mart 2004 tarihindeki Madrid bombalamalarından saatler sonra, Alcala de Henares tren istasyonu yakınlarında bulunan beyaz renkte çalıntı Renault Kangoo araçtan, plastik mavi bir poşet, bu poşetten de 7 adet detonatörün çıkması ile başladı.
Poşet üzerindeki kısmi parmak izleri görünür hale getirildikten sonra fotoğrafı çekildi.
İspanyol polisince oluşturulan dijital görüntüler, incelenmek üzere başka polis teşkilatlarına, bu arada Quantico, Virginia FBI parmak izi laboratuvarına da elektronik posta ile gönderildi.
Bu görüntüler, FBI’ın entegre otomatik parmak izi idantifikasyon sistemi (IAFIS) veritabanında bulunan milyonlarca kişiye ait parmak izi ile karşılaştırıldı. Sistem, incelenen parmak izlerinden birine uyan 5 olasılık sıraladı. Uzman Terry Green, gözle yaptığı karşılaştırma sonucunda, bunlardan dördüncü sıradaki kişinin, Madrid’den gönderilen parmak izlerinden birinin yüzde 100 ihtimalle sahibi olduğunu saptadı. Bu kişi Brandon Mayfield’di ve parmak izlerinin veritabanında bulunmasının nedeni, 1984 yılında 17 yaşındayken karıştığı bir hırsızlık olayıydı.
Bu bulgu, önce amiri Michael Wieners, daha sonra 30 yıllık parmak izi deneyimi olan uzman John T. Massey ve nihayet mahkemenin görevlendirdiği ünlü parmak izi uzmanı Kenneth Moses tarafından da onaylandı. Hatta Moses, parmak izinin Mayfield’ın sol işaret parmağına ait olduğunu bile öne sürdü.
Sadece bir tek parmağının izine dayanılarak Madrid tren bombalamalarının sanığı haline dönüşen avukat Mayfield, çıkarıldığı mahkemede 10 yıldır Amerika’dan ayrılmadığını, pasaportunun bile olmadığını söylediyse de, dikkate alınmadı.
SUÇA UYGUN BİR GEÇMİŞ
Yerel gazete ve televizyonlar, internet haber portalları ve chat grupları, Mayfield’ın tutuklanmasının arkasında başka meseleler olduğunu iddia etmeye başladılar. Bir kere, Hırıstiyan iken Müslümanlığı seçmişti. Mahallesindeki camiye düzenli olarak gidiyordu. Portland’daki avukatlık bürosunun ilanını, terörizm ile bağlantısı olduğundan şüphelenilen bir yayın organına vermişti. Mısırlı karısı Mona, teröristlerle bağlantılı olduğundan şüphelenilen İslami bir yardım örgütüne bir kez telefon etmişti. Ayrıca, bir velayet davasında avukatlığını üstlendiği müvekkili, davanın bitiminden çok sonra El Kaide ve Taliban’a yardım ettiğini ikrar etmişti. Bilgisayarın ‘benziyor’ diye sıraladığı 5 kişi arasından Mayfield’ın seçilmesini, bu kötü (!) geçmişine bağlayan çok oldu.
AYAĞI BÜYÜK BİR AJAN
Mahkeme kayıtlarına göre, FBI ajanları, Madrid bombalamasından 15 gün sonra Mayfield’ı izlemeye aldılar ve kabul edilen Yurtseverlik Yasası’na (Patriot Act) dayanarak haber vermeden evine girdiler.
‘Habersizce eve girdikleri nasıl anlaşılmış?’ diye soracak olursanız, hemen açıklayayım: Evden çıkarken kapının üzerindeki iki kilitten sadece birini çevirdiler. Bu kilit, ailenin her zaman kapıyı kilitlemek için kullandığı kilit değildi.
İkincisi de, kapının önünde bırakılan ayakkabı izlerinden biri, aile fertlerinin hiçbirinin sahip olduğu ayakkabıların izini tutmadı.
FBI ajanları, bir sonraki girişlerinde, Mayfield’ın bilgisayarını, kasa anahtarını, antetli kağıtlarını, DNA analizi amacıyla 6 sigara izmaritini, Kur’an fotokopilerini ve ‘İspanyol dokümanlarını’ götürdüler. ‘İspanyol dokümanları’nın Mayfield’ın oğlunun İspanyolca dersine ait ev ödevi olduğu sonradan anlaşıldı.
PARMAK İZLERİ BAŞKASININ
Nisan ayının ortalarına doğru, İspanyol makamları, poşet üzerinden alınan orijinal görüntülerin FBI’ın gönderdiği Mayfield’ın parmak izlerini tutmadığını bildirdiler.
Dijital görüntü üzerinden inceleme yapmış olan FBI kararında ısrar etti ve Mayfield’ı suçlamayı sürdürdü.
Mayısın sonuna doğru, İspanyol polisi, parmak izlerinin Cezayirli Ouhnane Daoud’un sağ elinin orta ve baş parmaklarına ait olduğunu ilan etti.
FBI uzmanları Madrid’e giderek poşet üzerindeki parmak izlerinin orijinallerini incelediler ve İspanyollara hak verdiler. Parmak izi, Mayfield’a ait değildi.
Hatayı yapan 3 FBI elemanı görevden alındı. Son iki yıl içerisinde vermiş oldukları raporlar yeniden inceleniyor. 10 kişilik uluslararası bir komisyon, benzeri bir hatanın FBI ya da dünyanın bir başka parmak izi bürosunda yapılmaması için alınacak önlemleri içerir bir belge hazırladı.
Bildiğim kadarıyla, parmak izinin gerçek sahibi Ouhnane Daoud ise, hálá kırmızı bültenle aranıyor.
Parmak izinden patlıcanlı kebaba giden yol
Görünmeyen parmak izleri, çeşitli tozlar, sıvılar, buharlarla renklendirilerek ya da lazerler, alternatif ışık kaynakları, morötesi ışık kaynakları tutularak ‘görünürleştirilir’. Kimi koşullarda pütürlü yüzeyler, düz kumaşlar, hatta insan vücudu üzerinden bile parmak izi elde edilir.
Parmak izi dünyasında araştırmalar bitmez. Bunlardan en yenisi, kısaca MXRF olarak adlandırılan mikro-X ışını fluoresans tekniğidir. Kaliforniya Üniversitesi’nden Christopher Worley ve arkadaşlarının Los Alamos Ulusal Laboratuvarları’nda geliştirdiği bu teknik, gerek terle salgılanan, gerekse parmaktaki diğer kalıntılarda bulunan sodyum, potasyum klorür tuzları ile eser elementlerin ince bir X-ışını huzmesi ile görünürleştirilmesine dayanıyor.
Bu teknikle sadece parmak izlerinin değil, parmak ucundaki eser miktardaki patlayıcı madde, toprak ya da yiyeceklerin dahi saptanabilmesi umut ediliyor. Şimdilerde cihazın fiyatı 175 bin dolar ve henüz çok büyük. Ama bir sonraki CSI-Miami bölümünde, olay yerindeki parmak izine taşınabilir MXRF cihazını yaklaştırdıktan sonra, katilin arka mahalledeki Alaaddin’in Lokantası’nda patlıcanlı kebap yediğini anlarlarsa sakın şaşmayın.
MAYNUŞYALAR: Parmaktaki küçük ayrıntılar
Suçluların parmak izlerinden teşhisi, modern kriminalistiğin miladıdır. Parmak izinin kişiye özgü oluşunu, tipi ve özellik noktaları belirler. Özellik noktaları için, Latince ‘küçük ayrıntılar’ anlamına gelen maynuşya (minutiae) sözcüğünü kullanıyoruz.
Maynuşyalar, biten hat, çatal hat, ada, kısa hat ve yakın hat bitişi özelliklerini gösterir. Parmak izleri ana karnında 7 aylıkken oluşmaya başlar ve tek yumurta ikizlerinde bile farklıdır. Yapılan araştırmalara göre, her beş uzmandan dördü bu farkı kolayca saptayabilir.
O halde, bu denli güvendiğimiz bir delilde, üstelik bu denli önemli bir olayda ‘pardon’ların yaşanmaması gerekirdi. Öyleyse, ne olmuştu da, daha 1924’te dünyanın ilk parmak izi veritabanını kurmuş olan ve milyonlarca parmak izini dakikalar içinde tarayabilen FBI yanılmıştı?
Meselenin izahı aslında basit. Evet, yeryüzünde parmak izi birbirine eşit iki insan yoktur. Ama benzeyen çok insan vardır.
Nitekim FBI uzmanı, poşet üzerinden alınan ve Madrid İnterpol’ü üzerinden gelen dijital parmak izi görüntüsünün önce tipini, daha sonra belirlediği maynuşyaları, veritabanındaki 50 milyon civarındaki örnek ile karşılaştırdı. Sistem, bu özellikleri tutan 5 kişiyi sıraladı.
Veritabanındaki parmak izi sayısı milyarları bulsaydı, ‘benzeyen’ sayısı bundan çok daha yüksek olacaktı.
Buradan sonraki adım, insan beyninin her türlü insan icadından daha üstün olduğunu kabul etmek ve bilgisayarın ‘benziyor’ dediklerini uzman gözü ile karşılaştırmaktır.
Nitekim dünyanın tüm polis teşkilatlarında, bu arada 2.5 milyon kadar parmak izinin depolandığı ülkemizde de, parmak izi otomatik teşhis sistemi olarak adlandırılan yüz binlerce dolarlık veritabanlarının ‘benziyor’ diye sıraladığı sonuçlar, parmak izi uzmanlarının onayından mutlaka geçer.
Karşılaştırılan parmak izlerinin görüntü kalitesi yetersiz ise, bazı özellikleri kaybolur ve veritabanı ya da uzmanın gözleri yanılabilir. Amerikan vatandaşı avukat Mayfield’ı Madrid bombacısına dönüştüren aksilik de, büyük bir olasılıkla incelenen dijital görüntü rezolüsyonunun düşüklüğünden kaynaklandı.
Her 1000 karşılaştırmadan 25’i hatalı mı?
İki kişinin katili olduğu halde önce beraat eden, daha sonra tazminat ödemeye mahkum edilen ünlü Amerikalı sporcu O.J.Simpson’un davaları, dikkatsiz bir olay yeri incelemesinin ve titizlikle yapılmayan DNA incelemelerinin nelere mal olduğunu, hepimizin kafasına vura vura öğretmiştir. ‘Kafamıza vuruldu da ne değişti?’ diyenlerden olabilirsiniz, ama inanın pek çok ülkenin polisi bundan büyük dersler çıkardı.
Pek çok ülke, olay yeri inceleme personelinin eğitim ve donanımına bütçesinden daha fazla pay ayırdı. Kriminal laboratuvar akreditasyonunun, yani kalite güvencesinin vazgeçilmezliğini anladı. Binlerce savcı, hakim ve avukat, olay yeri incelemeleri ile DNA analizlerinde yapılabilecek hataları öğrendi.
Simpson davası ile masaya yatırılan DNA, 10 yılda ancak ayağa kalkabildi. Temmuz ortalarında başlayan, Mayfield’ın Amerikan Adalet Bakanlığı ve FBI aleyhine açtığı tazminat davasında ise, 100 yıldır dünyanın her yerinde kullanılan parmak izi incelemeleri sorgulanıyor.
Adalet Bakanlığı, parmak izlerinin güvenilirliğine ilişkin bir araştırma başlattı ve üyesi bulunduğum Amerikan Standartlar Enstitüsü’nün de görüşünü istiyor. Parmak izlerindeki hata oranlarını hesaplayan ilk yayın, Kaliforniya Üniversitesi’nden Simon Cole’e ait. Cole, çeşitli nedenlerden kaynaklanabilecek hataların, binde 2 ile binde 25 arasında değiştiğini bildiriyor.
MADRİD KRİMİNAL’İN MÜDÜRÜNDEN DİNLEDİM
Olaydan aylar sonra Madrid Polis Kriminal Laboratuvarı müdürü Jose Miguel Soriano ve meslektaşları ile Lahey’de beraberdim. Patlamalardan sonraki incelemelerin polis video kayıtlarını, bu arada Renault Kangoo araçtaki ünlü mavi poşetin bulunuşunu, 50 kadar meslektaşla birlikte seyrettim. Madrid polisi çalışmalarının, ders kitaplarına ‘örnek olay yeri incelemesi’ olarak geçeceğinden hiç kuşkum yok. Daha sonra, FBI tarafından Brandon Mayfield’e ait olduğu sanılan parmak izini tartışmaya başladık. Patlama sonrasının her karesini defalarca seyrettikleri halde, detaylar geçtikçe gözleri dolan, hatta yüksek sesle ağlayan İspanyollar, söz poşetteki parmak izi meselesine gelince, bir anda boğayı tek kılıç darbesiyle yere seren gururlu matadorlara dönüştüler.
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2005
Size, akıllara durgunluk veren Ölüler Meydanı Jemaa el-Fna’yı anlatabilirdim. Ya da Katmandu’dan Lhassa’ya planladığınız yolculukta yanınıza alacaklarınızı. Gelin görün ki, paylaşmak istediğim başka şeyler var.
Dünyanın dört bir yanındaki olay yeri inceleme birimlerinde ve kriminal laboratuvarlarında çalışan adsız kahramanların bilim ve teknolojiyi kullanarak suçu nasıl aydınlattıklarını, suçluyu, suçsuzdan nasıl ayırdıklarını...
Kimyanın, matematiğin, fiziğin, genetiğin ve daha nice bilim dalının ‘forensic science’, yani ‘adli bilimler’ çatısı altında suçla mücadeleye nasıl katkıda bulunduğunu...
CSI:Miami ya da benzeri dizilerde gördüğünüz teknolojilerin ne kadarının gerçek, ne kadarının hayal olduğunu anlatmak istiyorum.
Anlatmak istediğim başka şeyler de var.
Okunduğunda, duyulduğunda, tanık olunduğunda pek de keyif vermeyen...
İsyan ettiren, hayrete düşüren, ‘Bu kadar da olmaz ki!’ dedirten...
Yukarıdakiler kadar hoşlanmayabilirsiniz, ama bunları da anlatmak istiyorum.
Suçun kimi zaman neden aydınlatılamadığını, suçluların kimi zaman neden yakalanamadığını ya da masumiyetin neden kanıtlanamadığını...
Gözbebeğimiz, umut bağladığımız ‘forensic science’ın kimi zaman nasıl ‘junk science’ yani ‘çöp bilim’e dönüştüğünü...
Ama her şey bir yana önce şunu sormak istiyorum: ‘Faili meçhul’lerden ve ‘ben masumum’ diye çırpınanlardan rahatsız oluyor musunuz?
Eğer birine ya da her ikisine ‘evet’ diye cevap verdiyseniz, bilin ki bilimsel deliller olmadan suçlular adalete teslim edilemez, bilimsel deliller olmadan haksız yere itham edilen korunamaz.
Gerçeğe ve sadece gerçeğe ulaşmaya çalışan delil avcılarının, zor, ama bir o kadar gizemli ve çekici dünyasına hoş geldiniz.
Lisa Eder cinayetinden artakalan kül kan, kıl ve koli bandının düşündürdükleri
OLAYIN HİKAYESİ
KÜLLERİN SESSİZLİĞİ
Geçen yıl 20 Ekim günü, Kassel - Hannover otoyoluna dakikalar mesafesindeki St. Thomas Kilisesi’nde 200 kişiydiler.
Tören bitiminde bunlardan altısı, ayçiçekleri ile süslenmiş beyaz tabutu omuzlarına aldı, önce içeridekilerin, sonra dışarıda yağmur altında bekleyenlerin arasından geçirdi ve siyah bir limuzine yerleştirdi. Limuzin, otopsilerden geçmiş cenazeyi yakılacağı yere götürdü.
Küller, havaya savrulmadı. Alman yasaları bunu yasaklıyor. 2 kilo kadar kül, özel bir çanakta toplandı. Birkaç zerresi rüzgara kapıldı, geldi aylar sonra aklıma düştü.
Kilometrelerce ötede küle dönüşen küçük, sarışın, mavi gözlü kız, tatile geldiği ülkemde öldürülmeden önce neler yaşadı? Aslında küller, adli bilimcilere pek çok şey anlatabilir. Ne yazık ki merak ettiklerim konusunda sessizler.
SİNEKLERİN DİLİ
Cenaze töreninden 10 gün önce bir pazar günü 15.00 sularında, küçük kızın annesi Petra Eder, tatile geldiği yörenin güvenliğinden sorumlu olan Alanya Yeşilköy Jandarma Komutanlığı’nı aradı. 11 yaşındaki kızı Lisa’nın, 3 saat önce kaldıkları otelin yakınındaki marketten bir deniz yatağı almak üzere çıktığını ve geri dönmediğini bildirdi. Soruşturma sonucunda, market sahibinin Lisa’ya bir deniz yatağı sattığı, deniz yatağını şişirirken, Lisa’nın ‘şimdi geliyorum’ diye çıktığı ve bir daha markete geri gelmediği anlaşıldı.
Ertesi gün öğleden sonra, bir temizlik işçisi, Alanya İç Kale mevkiinde, Muhtarın Yeri adlı mekana 50-60 metre uzaklıkta, çıkışa göre yolun solunda, her gün yaptığı gibi, çam ağaçlarının arasında pet şişe ve naylon toplamaya başladı. Elindeki yaraya sineklerin konduğunu görünce. ‘Buralarda sinek olmaz, ölü var herhalde’ diye düşündü. Yolun 6-7 metre aşağısında Lisa Eder’in cesedini buldu.
Temizlik işçisi verdiği ifadede, değme olay yeri inceleme uzmanlarına taş çıkartırcasına sinekleri, kırmızı karıncaları anlattı. Hatta kızın giysileri üzerinde yaprak ve ot olmadığından, yoldan aşağı yuvarlanmayıp, buraya bırakılmış olması gerektiğini bile söyledi.
Kızın cesedi bulunduğunda üzerinde açık mavi tişört, lacivert etek vardı, altı çıplaktı. Olay yeri inceleme uzmanları uzun sarı saçlarının örttüğü sağ yanağı üzerinde ve usulca çevirdiklerinde sırtında sağ omuzuna doğru koli bandı, ayrıca ensesi, beli ve sırtında 4 adet siyah kıl buldular ve inceletmek üzere aldılar.
SUÇ VE DELİL
Lisa Eder’e iki kez otopsi yapıldı. Biri bulunduğu gün Alanya Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nde, diğeri 4 gün sonra Hannover Tıp Fakültesi Adli Tıp Enstitüsü’nde.
Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu, her iki yerin otopsi raporunu ve gerçekleştirilen diğer tetkikleri değerlendirdi ve kesin ölüm nedenini, ‘ağız, burun çevresinde görünen travmatik değişimler, ölü lekelerinin yayılımı ve renkleri ile diğer olay yeri ve otopsi bulguları göz önüne alındığında ağız ve burun kapanmasına bağlı solunum yetmezliği’ olarak bildirdi. Ayrıca, Lisa’nın ölmeden kısa süre önce ‘anal yoldan cinsel saldırıya’ maruz kaldığını ekledi.
Cesedin bulunduğu günün akşamı jandarma, otel yakınındaki dükkanlardan birinin sahibini şüpheli olarak polise teslim etti. Çünkü pantolon paçasının sağ arka, orta kısmında kan, otosunda sarı saç ve işyerinde koli bandı bulunmuştu. Ankara Polis Kriminal Laboratuvarlarında pantolondaki kan lekesi incelendi ve Lisa’nın DNA’sı ile uyumlu olduğu saptandı. Şüpheli, çok güçlü bir delille sanığa dönüştü.
SADECE MERAK
Jandarma sanığın üzerindeki kot pantolonun sağ arka kısmındaki kan lekesinden şüphelenmiş. Bu leke de Ankara Polis Kriminal Laboratuvarı’nda incelenmiş ve kanın DNA’sı Lisa’nın özelliklerini tutmuş. Diyebilirsiniz ki, ‘Bu tür bir DNA delili olduktan sonra, koli bandıymış, lifmiş, kılmış, tükürükmüş, poşetmiş bu ayrıntılarla uğraşmanın ne önemi var?’ Sadece merak ediyorum.
LISA’NIN ANNESİYLE GÖRÜŞTÜM
Lisa Eder’in cesedi bulunduğunda üzerinde açık mavi tişört ve lacivert kısa bir etek var. Kendisini en son gören market sahibine ceset gösterildiğinde ‘Kız bu kız, ama etek bu değil’ dediğinden, Lisa’nın annesi Petra’yı Almanya’dan telefonla arayıp sordum. Etek kendi lacivert, pamuklu kumaştan eteğiymiş. Market sahibi yanılmış. Bu, görgü tanıklarına her zaman güvenmemek gerektiğinin iyi bir örneği. Petra ile telefonda uzun bir süre konunun değişik ayrıntılarını da görüştüm. Soruşturma ile ilgili tek bilgi kaynağı, Bild Gazetesi’nde ara sıra yazılanlarmış. Sanığın pantolonu üzerindeki kanın, Lisa’ya ait olduğunu bile bilmiyordu. Üstelik Hannover Adli Tıp Enstitüsü, kendisine Türkiye’deki otopsiyi, uzman olmayan bir hekimin yaptığını söylemiş. Bu tip soruşturmalarda resmi kaynakların, tarafları ve kamuoyunu bilgilendirmesinin ne denli önemi olduğunu bir kez daha gördüm.
ANALİZ 1
Kırmızı leğeni ve kımıldayan siyah poşeti konuşturmak
Lisa Eder cinayeti ile ilgili olarak, halen kovuşturulan sanığın, Lisa’nın kaybolduğu saatlerde, iki eliyle zor kaldırdığı siyah bir poşetle dükkanından çıktığını ve otomobilinin bagajına koyduğunu gören var. Ayrıca, bazı ev komşuları, içerisinde siyah bir poşet bulunan, kırmızı bir leğeni, oldukça zorlanarak 3. kattaki dairesine taşıdığından söz etti. Hatta kapının göz deliğinden bakan biri, poşetin kımıldadığını ve dışına taşan ayaklar gördüğünü de belirtti. İfadeler birleştirilirse, Lisa’nın dükkanda poşete konduğu, otomobilin bagajına yerleştirildiği, eve götürüldüğü ve kırmızı bir plastik leğen içinde, yukarı taşındığı düşünülebilir. Sanığın evindeki balkonunda el konan kırmızı leğen ve siyah poşetlerde Lisa’nın açık mavi tişörtünün ve lacivert eteğinin lifleri, saçı veya çıplak teninin değmesi nedeniyle DNA’sı bulunabilse, ne kadar değerli bir delil oluşturur. Dosya içerisinde, henüz bu konuda bir veri yok. Yoksa evde el konan siyah poşetler arasında Lisa’yı taşımada kullanılan poşet yok mu? O zaman suç sırasında kullanıldığı varsayılan poşet nerede? Bulunursa, kaldırmak için elle tutulan kısmında sanığın DNA’sı, içinde Lisa’nın DNA’sı var.
ANALİZ 2
Lisa’nın iç çamaşırı nerede
Giysilerle ilgili önemli ayrıntı, ceset üzerinde iç çamaşırının bulunmayışı. Halbuki Lisa’nın annesi bana, otelden çıkarken kızının iç çamaşırı giydiğini söyledi. Bu çamaşır acaba nerede? Sanığa ait bir mekanda bulunmuş olsa ya da bir çöp kutusunda ele geçse ve üzerinde sanığın DNA’sı bulunsa, ne kadar değerli bir delil oluşturacaktı.
ANALİZ 3
Koli bantları çok şey anlatabilir
Lisa’nın cesedi üzerindeki koli bandı parçalarından yola çıkan güvenlik güçleri, sanığın ev ve işyerinde buldukları koli bantlarına el koydular. Lisa’nın üzerindeki bantlarda, kendi kanının olduğu saptandı. Ev ve işyerindeki bantlarda kan ve vücut sıvısı aranmış ve bulunamamış. Zaten, çok zayıf bir ihtimaldi. Şüpheliye ait mekanlarda ele geçen bantlarla, mağdur ya da diğer eşya üzerinde bulunan bantların özelliklerinin karşılaştırılması, aynı imalatçının ürünü olup olmadıklarını ortaya çıkartır. Yırtılma yerlerinin tam olarak örtüşmesi, suç sırasında kullanıldığının kesin delilidir. Lisa Eder cinayetindeki bantlar, sanırım henüz tüm bildiklerini söylemiş değiller.
ANALİZ 4
Lisa uyutuldu mu
Katil, Lisa’nın direncini kırmak için, sadece hırpalamak, ağzını burnunu kapatmak ve belki de koli bandıyla sarmakla yetinmeyip bir madde vererek uyuttu mu? Ölen kişilerin kan ve iç organ parçalarında toksikolojik analiz çok büyük emek isteyen, zor bir iştir. Hele hangi maddeyi arayacağınız size söylenmez ise. Yönlendirme olmadığından, bütün dünyada olduğu gibi, Adli Tıp Kurumu Toksikoloji Şubesi de yüzlerce maddenin tarandığı sistematik analiz gerçekleştirdi ve bir şey bulamadı. Oysa bu standart analiz dışında, bu tip olaylarda sıklıkla karşılaşılan başka maddeler de aranabilirdi. Örneğin, gamahidroksibütirat. ‘Tecavüz şurubu’ olarak bilinen GHB, renksiz, kokusuz ve hafif mayhoş bir sıvı, satışı yasak. Hızla derin bir uykuya ve geçici hafıza kaybına neden oluyor. GHB’yi mutfakta bile sentezlemek mümkün. İmalatında kullanılan 2 madde, besin desteği satan dükkanlarda ve spor salonlarında bulunabiliyor. Aynı anda yutulursa, vücut bunları kendi içinde de GHB’a dönüştürüyor. Benzer şekilde, cinsel saldırılar öncesi, sıklıkla kullanılan ve piyasada kolayca bulunan başka maddeler de var. Özel olarak talep edilseydi, ellerinde olduğunu çok iyi bildiğim ileri teknikleri kullanarak arayacaklardı. Ortaya çıkacak sonuç da, belki olayın daha iyi anlaşılmasına çok önemli katkılar sağlayacaktı.
ANALİZ 5
Tükürük, sperm kadar değerli
Dosyada, Lisa Eder’in ağzı içinden, ayrıca anal ve vajinal bölgelerden alınan sürüntülerde sperm arandığına ve bulunamadığına dair rapor var. Ancak bir cinsel saldırıda her zaman sperm bulunmayabilir. Bulunsa bile, ağız ya da cinsel organlarda olmayabilir. Özellikle çocuklara yönelik cinsel saldırılarda, saldırgana ait tükürük bulabilme olasılığı her zaman daha fazladır. Tükürük demek de, DNA demektir. Bu nedenle tükürüğün bulaşma olasılığı bulunan vücut bölgelerinden, örneğin boyun, ense, göğüs üzeri ve çevresi, uyluk araları, cinsel organ etrafı gibi bölgelerden mutlaka usulüne uygun olarak örnek almalı ve burada DNA analizi yapılmalıydı.
ANALİZ 6
Kılların köksüzlüğü
Lisa’nın cesedi üzerinden toplanan 4 adet kıl, ayrıca sanığın otosunun arka koltuğu üzerinden alındığı belirtilen iki kıl, ne yazık ki yapılan genetik analizlere cevap vermedi. Çünkü köksüzdüler ve kök olmayınca hücre çekirdeğinde bulunan DNA analizi yapılamıyor. Bu nedenle Lisa’nın üzerindeki kılların kime ait olduğunu bilemiyoruz. Otodaki 2 kılın da Lisa’ya aidiyeti saptanamadı. Batı ülkelerinin güvenlik birimleri, köksüz kılla karşılaştıklarında artık mitokondriyal DNA çalışıyorlar.
Yazının Devamını Oku