Serap Melek Kılıç

Mucize diş kaşıyıcı

22 Mayıs 2019
Yaz sıcaklarında diş çıkaran minikler için hem boğaza kaçma riski açısından daha güvenli hem de tahmin edemeyeceğiniz kadar sağlıklı ve lezzetli...

Harika bir anne tavsiyesiyle karşınızdayım

Yaz sıcaklarında diş çıkaran minikler için hem boğaza kaçma riski açısından daha güvenli (yumuşak meyvelere oranla) hem de tahmin edemeyeceğiniz kadar sağlıklı ve lezzetli bir diş kaşıyıcıyla geldim. 8. aydan itibaren verebileceğiniz bu tarifte tek malzeme karpuz kabuğu. 

Yapacaklarınız çok basit: Reçel yapar gibi karpuzun dış yeşil zarını ince bir şekilde elma soyar gibi soyup, iç kısmında da üzerinde hafif kırmızı kısmı bırakarak dilimliyoruz ve buzdolabında soğutuyoruz. 

Soğuk kabukları yenileyerek bebeğimize veriyoruz. Fakat dilimleri büyük ve kalın yapıyoruz ki dişleri çıkan bebekler ısırıp koparamasın!

Tabii ki elma, salatalık veya yeşil soğan gibi kolay kopup boğaza kaçmadığı için güvenli ama yine de mutlaka her anında yanından ayrılmıyoruz bebeğimizin!

Her zaman söylediğim gibi “Safety First” 

Dilerseniz yaz sonunda bu dilimleri buzluğa atarak kışın da çıkarıp verebilirsiniz. Biz bilge ile tüm diş sürecinde bu yolla sağlıklı ve kolay bir diş çıkarma yaşadık ve önerdiğim herkesten harika dönüşler aldım.

Yazının Devamını Oku

Birbirinize saygınızı asla yitirmeyin

19 Nisan 2019
Severek ve güvenerek çıktığımız evlilik serüveninde işler yolunda gitmediğinde yollar ayrılmaya, tavırlar değişmeye, sevgi öfkeye, fedakârlık bencilliğe dönüşebilir.

Velayet, nafaka vb. Gibi yasal prosedürler konusunda bir türlü anlaşılamıyorsa nasıl uzlaşmalıyız?

Ortak kurulan hayat, birlikte alınmış kararlar, dünyaya getirilmiş çocuklar ve ikiye bölüp eşitçe paylaşamayacağımız kocaman bir hayat keskin bir çizgiye ayrıştırılmaya çalışılır. “Çocuklar kimde kalacak? Kim hangi eşyaları alacak? Evde kim yaşayacak? Araba kimin olacak?” Flört ve aşkın yanından bile geçemeyecek derecede ürkütücü ve sıkıntı veren bu yasal prosedürler bizi dostça ayrılmaktan alı koyup düşmana dönüştürebilecek bir hale gelebilir. Peki, ama bu durumla başa çıkmak nasıl mümkün olabilir?

Öncelikle, karşımızdaki kişinin yıllarca aynı yastığa baş koyduğumuzu ve iyi kötü onca zamanımızı paylaştığımız, birlikte bir hayata adım attığımız kısacası artık âşık olup sevmesek de hayatımızda hatırı sayılır bir değere sahip olması gereken geçmişimizin bir parçası gözüyle bakmalıyız.

Bununla başa çıkabilmek için her daim insiyatif almaya ve saygımızı yitirmemeye özen göstermekte fayda vardır. Ve tabii boşanmanın en masum ve hasar alan tarafı olan çocuklarımızın sağlığı, mutluluğu ve geleceğini göz önüne alarak onların yaşam standartları, huzuru, sağlıklı gelişimi nasıl mümkün olacaksa o şekilde bir yol izlemek en sağlıklısı.

Yani çocuğa en iyi ve mutlu hayatı sunabilecek, en iyi şekilde ilgilenme fırsatı bulacak kişinin velayeti alması, çocukla yaşayacak kişinin düzen bozulmasın diye evde yaşaması, nafaka ve mal paylaşımında da her iki tarafın da hayatının alt üst olmayacak şekilde düzenlenmesi, dostça ayrılmaya ve hayat boyu yüz yüze bakabilmeye yönelik en önemli detay. Çünkü unutulmamalıdır ki, boşanma sürecinden en fazla etkilenen ve incinen taraf çocuk olduğu için, düşmanlaşmamız ve birbirimizi mağdur etmemiz de yine en çok onu üzecek ve incitecektir. Bu durum hem bize karşı hem de gelecekte kendi evlilik yaşantısına yönelik olumsuz algılar ve nedensiz kaygılara sebep olabilir.

KAYNAK: MUTLU AİLELERİN 101 SIRRI KİTABI/ Sedef Batı

  

Yazının Devamını Oku

#KadınOlmasa koşulsuz sevgiyle büyümüş çocuklar olmazdı

7 Mart 2019
Üretken ve hayatın içinde var olmayı, aktif olmayı seven kadın olmak kolay değil.

#KadınOlmasa, sevgi dolu bir yuva, koşulsuz sevgiyle büyümüş çocuklar olmaz dolayısıyla Toplumsal vicdan, hoşgörü ve barış olamaz. Kadın olmasa eğer, gökyüzündeki güneş yerini soğuk ve gri puslu bir karanlığa bırakır. Ve o karanlık bir süre sonra sistemin tamamını karartmaya ve köreltmeye başlar. Bunun olmaması için, kadının toplumda varlığını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi gerekli. Peki ama nasıl?

Üretken ve hayatın içinde var olmayı, aktif olmayı seven kadın olmak kolay değil. Malum hem toplumsal cinsiyet rollerimizin bize dayattığı görev ve yükler hem de toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı baskı ile başa çıkmak oldukça zor.

Bir yandan yuvayı kuran dişi kuş olma rolümüzün gereği evi çekip çevirme, çocukların dünyaya gelmesi sürecinde hem gebelik hem sonrasında bebek bakımı konularında büyük bir özveri gösteriyoruz. “Bugün ne pişirsem” sorusu da bizden cevap bekliyor, “anne çoraplarımı bulamıyorum” da. Günlük tatlı telaşlar mı bunlar yoksa ömrümüzden ömür götüren ağır yüklerimiz mi? Bu ikisi arasındaki uçurumu sanırım yaşadığımız toplum ve içersinde bulunduğumuz sosyal çevre belirliyor.

İlk belirleyiciler ise her daim öz saygımız ve ikinci sırada da eşlerimiz. Günlük yaşamda özel alanlarımıza saygı duyulması, kendimiz olabilmek, kendimize zaman ayırabilmek çok önemli. Yanlız kalmayı başarabilmek, çalışma hayatından kopmamak ve kendi ayakları üzerinde durmanın karşı konulmaz cazibesini yitirmemek. Bir koltukta 3,4,5 hatta çok daha fazla karpuz taşımak bu olsa gerek. Ama hiç birini de kırıp dökme şansını kendimize tanımadan. Sanırım kent kadınına yaşamının kısa bir özetini yaptırsaydık içerik bunlardan ibaret olurdu.

Peki kadın mutlu muydu? Hayatından memnun muydu? İşte bu soruların yanıtını sormak ve yanıtını almak pek mümkün değil, çünkü sorun zaten kadına ne istediğini sormuyor oluşumuz. Toplumsal olarak kadına hakettiği değerin verilmesinden yana değilim, kadının zaten hakkı olan ve malesef yavaş yavaş farkettirilmeden elinden alınan hak ve özgürlüklerinin iade edilmesi dileğindeyim. 

Gelecek neslin belirleyicisi kadınlarımızın bir güne sığamayacak kadar önemli olan varlıkları kutlu olsun.. Çünkü kadın olmazsa olmaz!

Yazının Devamını Oku

İkinci dönem başlarken dikkat edilecekler

5 Şubat 2019
Çocuk, ilk günlerde okuldan yorgun gelebilir, dinlenmesine dikkat edilmeli. İsteksizlik duyabilir, sabırlı olunmalı ve motive edici kısa ve net konuşmalar yapılmalı, sohbet ortamı yaratılmalı.

Eveeeettt, göz açıp kapayıncaya kadar bitti değil mi? Sömestr tatili gelecek derken geldi de geçti bile. Bazı çocuklar için sömestrin beklenen bir hayal kahramanı olduğunu zannettiğini biliyorum. Tatlı çocuklar işte… Bilmediklerini de kendilerince, hayal güçlerini katarak yorumluyorlar. Okullar arasında farklı zamanlarda sömestr- yarıyıl tatili olsa da ortalama eğitim- öğretim yılını yarılayan bir tatil bu… Ebeveynler, çocuklarının yorulduğunu ve dinlenmeye ihtiyaçları olduğunu düşünerek belki çocuklarından daha çok tatil özlemi içindeydiler. Kendileri içinde hem çalışma hayatı hem de çocukların okulu, ders başarıları, okulda yaşanabilen bazı sorunların çözümü ile birinci dönem çok kolay yaşanmadı.

Tatil başladı ve bitti. Şimdi sıra tekrar tempolu şekilde başarıyı sürdürmek ya da yeni başarı sistematiği oluşturarak ikinci döneme başlamak. Tatilde karne sonuçlarına göre birinci dönemin değerlendirilmesi yapılmış olmalı. Belki tatilde eksik kalan yönler başarı yönünden ve psikolojik olarak tamamlandı. Taze bir başlangıç psikolojisi ile yine, yeniden başlama zamanı.

Tatil herkes için aynı olmasa da biraz okul ve derslerden uzak kalma zamanı ve dinlenme zamanı. Dinlenme, değişik etkinliklerle ilgilenme, deneme, müzik, el sanatları, tiyatro, sinema, kültürel geziler, müze gezileri, akraba ziyaretleri, oyunlar, hayvanat bahçeleri gezileri, alışveriş merkezlerinde değişik atölyelere katılma, yurt içi ve yurt dışı geziler, kayak tatilleri vb. demek. Bazı çocuklar içinse bunların çok azının yapılabiliyor olması ve belki çalışmak ve aile bütçesine katkıda bulunmak demek. Ancak bir şeylerle meşgul olmak ve üretimde bulunmak herkes için çok değerli ve önemli. İnsanın kendisine katkıda bulunması ve daima iyiliğe, güzelliğe ve insanlığa yönelik fayda üretmek her zaman için önemli olmuştur.

Öncelikle, çocuklarımızın uykularında okul yaşamı düzenlemesi başlamış olmalı. Son güne kadar tatil yapıp geç saatlerde uykuya geçiş olmamalı. Çanta hazırlıkları, arada tatil olduğu için biraz daha uzun sürebilir, dikkate alınmalı. Eksik kalem, defter, kitap olmaması için gereken önlemler alınmalı. Beslenme ile ilgili hazırlıklarımız oluyorsa biz de tatil rehavetinden dolayı biraz daha süre ihtiyacı içinde olabiliriz. Harçlıklar gözden geçirilmiş olmalı, yetersiz ya da fazla olmamalı, yaşına ve okulda ihtiyaçlarını karşılama durumuna göre dengede olmalı. Temizlik ile ilgili olan her şey tamamlanmış olmalı; kişisel bakım, tırnak, kulak, vücut temizlikleri, okul giysisi temiz ve ütülü olarak hazırlanmış olmalı. Hava durumu dikkate alınarak dış giysilere karar verilmiş olmalı. Bilgisayar oyunlarına verilen süre okulun başlaması ile net şekilde yeni düzene uygun şekilde düzenlenmeli ve ilk günden uygulamaya konulmalı. Çocuk odası, çekmeceleri, dolapları herhangi bir giysi veya eşyayı aramaya meydan vermeyecek şekilde düzenlenmiş olmalı.

Çocuk, ilk günlerde okuldan yorgun gelebilir, dinlenmesine dikkat edilmeli. İsteksizlik duyabilir, sabırlı olunmalı ve motive edici kısa ve net konuşmalar yapılmalı, sohbet ortamı yaratılmalı ve çocuğun kendisini anlatması ve gününü nasıl geçirdiği konusunda dinlemeye açık olunmalı. Onu dinlerken, göz temasına önem vermeli. Ebeveyn olarak, gözümüz telefonda, ilgimiz başka yerde olmadan, etkin dinleme yapmalıyız. Zaman zaman çocuğumuzun anlattıkları ile ilgili sorular sorup iletişimimizi kuvvetlendirmeliyiz. Örnek vermesini isteyebiliriz ya da biz anlatılan duruma uygun örnek geliştirebilir ve bunu tartışabiliriz. İşimizin arasında dinleyici olsak da onu etkin bir şekilde dinleyebileceğimiz özel bir zaman ayırmalıyız.

İletişiminizin hep güzelliklerle dolu olduğu, başarılı ve sevgiyle geçen bir ikinci dönem olmasını diliyorum.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarınızı kendinize bağımlı yetiştirmeyin

20 Ekim 2018
Anne bağımlısı olan çocuklar kendini savunmasız hissediyor.

Her şeyin en iyisi için çabaladığınız ve hem sağlıklı hem de güvenli bir şekilde büyümesini istediğimiz bebeğimizi kontrollü ortamlarda bir parça doğa ve dış dünya ile baş başa bırakmalı, bebeğin başa çıkma mekanizmaları geliştirmesine destek olmalıyız.

“Ben bebeğimden bir saat bile ayrı kalamam” diyen anneleri duyar gibiyiz. Evet, şimdilerde anneliğin o süt gibi sade ve pudra kokulu günlerini yaşıyor olabilirsiniz. Dünyanın merkezinde sadece o var. Aldığınız nefes, yeme düzeni, sosyal yaşam, uyku saati her şey ona endeksli… Sadece çocuğun mutluluğuna odaklı bir yaşam döngüsü içinde günler geçip gidiyor.

Peki, ama bebeğinizi emzirmenin yanında sütünüzü sağıp birkaç saatliğine depo edebileceğinizi ve siz yokken de besin almaya devam edebileceğini biliyorken, haftalarca eve hapsolmak niye? Bir saniye yanından ayrılmadığınız bebeğinizle güvenli bağ kurmanın yolu bu değil. Sürekli yanında ve yapışık olduğu bir anne istemiyor bebeğiniz, onun ihtiyaçlarını yerinde ve zamanında karşılayan, sevgi ve ilgisinden mahrum etmeden, psikolojik ve fiziksel desteğini alabildiği ama bir yandan da kendisine zaman ayıran mutlu ve enerjik bir anne istiyor. Bunun yolu ona tutunup kalmak değil, unutmayın!

Onun yanından ayrılma hakkını, kendinize sadece “iş, hastane, kurs” gibi durumlarda tanımanız ileride yaşanacak büyük zorlanmaların habercisi. Kendinize zaman içinde bebeğinizin de alışıp kabul edebileceği özel ve güzel zamanlar ayırmaya hakkınız var. Kuaföre gitmek, spor yapmak, arkadaşlarınızla kahve içmek, anne-baba saati kapsamında eşinizle baş başa dışarı çıkmak sizin de hakkınız. Elbette dozunda ve sağlıklı bir alıştırma süreci ile kendinize bu hakkı tanımalısınız. Çünkü kendinize hak görmediğiniz şeyler bebeğin zihninde de böyle şekil alacak ve 2 yaşını geçince akşam dışarı çıkmaya kalktığınızda “Ne oluyoruz, bu da nerden çıktı? Oturun yanıma” diyecek ve siz de ona öfkelenip “Hayatımın ortasına gelip kuruldun, yeter ama” diyerek olumsuz duygular besleyeceksiniz. Aslında siz de haklı olacaksınız ama o da edinilmiş haklarının elinden alınmasını istemediği için kendince mücadelesini göstermeye ve gerilimli davranışlar sergilemeye başlayacak.

Yazının Devamını Oku

“Baby Led Weaning” bebek beslenmesinde neden önemli?

18 Ekim 2018
Açılımı Baby Led Weaning olan, son yılların sıkça konuşulan ek gıdaya geçiş yöntemi BLW nedir ve çocuk beslenmesindeki avantaj ve dezavantajları nelerdir?

BEBEKLERDE EK GIDAYA GEÇİŞ SÜRECİ

Bu aralar annelerin kafasını meşgul eden en önemli sorulardan birisi. Nedir bu BLW? Dilerseniz önce ondan bahsedelim.

6. Ayından itibaren mama sandalyesinde kendi başına oturma becerisini kazanmış, fiziksel gelişimi yolunda, kavrama-kıskaç yeteneği, göz-el koordinasyonu oluşmuş bebeklerin kendi beslenme rutinlerini oluşturmaları konusunda ebeveynleri tarafından desteklenmesi durumudur. BLW tekniğinde bilindik ek gıdaya geçiş süreçlerinde uygulanan bazı rutinler tamamen reddedilir.

Bebeğe püre halinde besinleri birbirine karıştırarak verme, bebeği kaşıkla tamamıyla yetişkin kontrolünde besleme, zorlayarak yedirme, dikkatini dağıtarak ağzına bir şeyler sokuşturmak şeklinde bir beslenme rutinini kabul etmemektedir. BLW’ye göre çocuğun besinlerin tadını tek tek keşfetmesi, ince-motor kaslarını geliştirerek kendi ellerini kullanması, göz-el koordinasyonu geliştirerek kendi sorun çözme stratejilerini oluşturması, besinlerden alacağı lezzetin ve dozun niteliğine kendi karar vererek kendi bedeniyle ilgili sorumluluk bilinci oluşturması amaç edinilmektedir.

BLW’nin evde uygulanma tekniği düşünülenin aksine çok da zor değildir. Bebeğe katı gıdaları buharda haşlama veya farklı pişirme yöntemleri ile “finger foods” tarzında kendi eliyle kavrayabileceği ve rahatlıkla tutup ağzına götürebileceği boyutlarda dilimleyerek sunmak ve kendi kendine yemesi konusunda cesaretlendirmek esas alınır.

Çorba, yoğurt gibi sıvı gıdaları ise yine kendisinin ulaşabileceği mesafede kâse veya bardak içerisinde tüketmesi, kaşığı kendisinin tutması ve kendi kendine ağzına götürerek kendi beslenmesini sağlaması amaç edinilir. Daha çok eğitim düzeyi yüksek ailelerde tercih edildiği ile ilgili araştırmalar bulunan bu yöntem, kısa vadede bebeğinin yeterince beslenip beslenmediğinden yana emin olma kaygısı yaşayan anneleri zorlar gibi gözükse de uzun vadede bebeğin beslenme problemleri oluşturmadan kendi kendine ve desteksiz bir şekilde beslenme sorumluluğunu üstlenmesi konusunda çocuğa bir kazanım sunmaktadır.

Anneler ve babalar bebeklerinin yeterince beslenip beslenmediği ile ilgili kaygılarıyla başa çıkmayı başardıkları takdirde bu yöntem ömür boyu sürecek bir sağlıklı beslenme ve besinlerden tat alarak bu ihtiyacı giderme rutini oluşturması konusunda çocuklara hayati bir kazanım sağlamaktadır.

Ek gıdaya geçiş sürecinde püre ve ebeveynlerin kaşıkla beslemesi rutininin karşısında BLW tekniğiyle beslenme alışkanlığı kazandırılmış çocukların okul öncesindeki süreçte ve sonrasında yeme problemleriyle karşılama besinleri seçici reddetme konularında daha az sorun yaşadıkları düşünülmektedir. Biz uzmanlar da yeni nesil annelere biraz daha sabırlı davranarak bu yöntemi uygulamalarını öneriyoruz.

Bu aralar annelerin kafasını meşgul eden en önemli sorulardan birisi. Nedir bu BLW? Dilerseniz önce ondan bahsedelim.

6. Ayından itibaren mama sandalyesinde kendi başına oturma becerisini kazanmış, fiziksel gelişimi yolunda, kavrama-kıskaç yeteneği, göz-el koordinasyonu oluşmuş bebeklerin kendi beslenme rutinlerini oluşturmaları konusunda ebeveynleri tarafından desteklenmesi durumudur. BLW tekniğinde bilindik ek gıdaya geçiş süreçlerinde uygulanan bazı rutinler tamamen reddedilir.

Bebeğe püre halinde besinleri birbirine karıştırarak verme, bebeği kaşıkla tamamıyla yetişkin kontrolünde besleme, zorlayarak yedirme, dikkatini dağıtarak ağzına bir şeyler sokuşturmak şeklinde bir beslenme rutinini kabul etmemektedir. BLW’ye göre çocuğun besinlerin tadını tek tek keşfetmesi, ince-motor kaslarını geliştirerek kendi ellerini kullanması, göz-el koordinasyonu geliştirerek kendi sorun çözme stratejilerini oluşturması, besinlerden alacağı lezzetin ve dozun niteliğine kendi karar vererek kendi bedeniyle ilgili sorumluluk bilinci oluşturması amaç edinilmektedir.

BLW’nin evde uygulanma tekniği düşünülenin aksine çok da zor değildir. Bebeğe katı gıdaları buharda haşlama veya farklı pişirme yöntemleri ile “finger foods” tarzında kendi eliyle kavrayabileceği ve rahatlıkla tutup ağzına götürebileceği boyutlarda dilimleyerek sunmak ve kendi kendine yemesi konusunda cesaretlendirmek esas alınır.

Çorba, yoğurt gibi sıvı gıdaları ise yine kendisinin ulaşabileceği mesafede kâse veya bardak içerisinde tüketmesi, kaşığı kendisinin tutması ve kendi kendine ağzına götürerek kendi beslenmesini sağlaması amaç edinilir. Daha çok eğitim düzeyi yüksek ailelerde tercih edildiği ile ilgili araştırmalar bulunan bu yöntem, kısa vadede bebeğinin yeterince beslenip beslenmediğinden yana emin olma kaygısı yaşayan anneleri zorlar gibi gözükse de uzun vadede bebeğin beslenme problemleri oluşturmadan kendi kendine ve desteksiz bir şekilde beslenme sorumluluğunu üstlenmesi konusunda çocuğa bir kazanım sunmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Kapsül deterjan yeme trendi ölüme götürüyor

18 Ocak 2018
Gençler neden kendilerini ifade edebilmenin ve dikkat çekebilmenin yolunu bu denli garipliklerde arıyorlar?

Nedir bu Challenge? Sosyal medyada kişilerin herhangi bir iddiayı gerçekleştirmek konusunda birbirlerine meydan okuyarak “kimin daha cesur olabildiğini” kanıtlama çabasına girmesine ve garip, riskli ve dikkat çekici olayların içerisine sürüklenmesine sebep olan bir akım..

Sosyal medyada bu aralar hızla yayılan; bulaşık makinesi kapsül deterjanlarını yiyerek gençlerin birbirine meydan okudukları “Tide Pod Challenge” adlı yeni furya ise; ABD'de şimdiye kadar 10 kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu.

Evet yanlış duymadınız bildiğimiz bulaşık makinası kapsülü.. Çiğ tavuk, Wasabi, Böcek derken şimdi de garip olmakla kalmayıp “ölümcül” olabilecek konularda cesaret yarışına ve kabul arayışına giren gençler “deterjan kapsülü” yemek konusunda birbirlerine meydan okuyorlar.

Peki ama neden? Kendilerini ifade edebilmenin ve dikkat çekebilmenin yolu neden bu denli garipliklerde aranıyor? Şaşırtıcı olmasa gerek; evde de sağlıklı yollarla kendisini ifade edemeyen ve söz hakkı bulamayan çocuğumuz ajite davranışlar sergileyerek ve dikkat çekme çabası ile garip tavırlara bürünmüyor mu?

Ergenlik döneminde sıkça kavga etmeler, sigara ve alkole merak sarma, kendine zarar verme, hatta uyuşturucu deneme, örgüt üyelikleri, çeteleşmeler... Daha birçok riskli ve dikkat çekme eğilimiyle yapılmış problem davranış sayabiliriz. Ama bu saydıklarımızın sosyal medyadakilerden en büyük farkı “alkış ve beğeni almıyor olması”.

Garip ve normal dışı karşılanan tutum ve davranışlar toplumdan topluma zaman zaman değişse de genel geçer olmayan bazı kavramlar her toplumda aynı oranda “normal dışı” karşılanır. Bunların en başında da “kendisine veya çevresine hayati risk oluşturacak düzeyde zarar verme davranışı”. İşte bu denli önemli ve riskli girişimlerde bulunan gençlerin kontrol altına alınıp psikolojik desteğe tabi tutulması ve uç davranışlara eğilmesinin altında yatan “dikkat çekme arzusu ve onaylanma ihtiyacını” sağlıklı şekilde elde etmesi konusunda destek vermeliyiz. Fakat toplum olarak biz onları izlemeyi, beğenmeyi, alkışlamayı ve teşvik etmeyi sürdürüyoruz ve bu marjinal davranışlar hayati tehlike oluşturacak düzeyde ilerliyor.

Gençlerin sahip oldukları olumlu yönleri daha fazla öne çıkarmasını sağlayarak, başarılı oldukları alanlarda teşvik edilerek, spor ve sanat alanında faaliyetlere yöneltilip “gerçek sosyal yaşamın” içine adapte olması ve sağlıklı akran ilişkileri kurmasını desteklemek, “sosyal medya tuzağı”na düşmelerini engellemenin en güzel yolu.. Tabi ki hepsinden önemlisi gözlerinin içine bakarak değerli olduklarını ve onları koşulsuz sevdiğimizi söylemek ve söz hakkı vererek varolduğu ortamda yetkin hissettirmek birincil düzeyde iyileştiricibir detay.

Yazının Devamını Oku

‘Sıfır beden’ olma arzusu kadınları esir aldı

20 Eylül 2017
Bir süredir hastanede tedavi altında tutulan ve dün yoğun bakıma alınan şarkıcı İrem Derici’nin kilo vermek adına hiçbir şey yemediği ortaya çıktı. Son günlerde sıkça gündeme gelen ve birçok insanın sağlığını kaybetme riski ile karşılaştığı bir tehlike ‘sıfır beden’ arzusu… Bu arzunun bireylerin yaşam kalitesini ve sağlığını ciddi ölçüde etkilediğinin altını çizen Psikoterapist Serap Melek Kılıç, yeme bozuklukları ile ilgili önemli bilgiler verdi.

Psikopatolojide ‘Anoreksiya Nervoza’ ve ‘Blumia Nervoza’ olarak tanımlanan bu yeme bozukluğunun temelinde psikolojik sağlığın bozulmuş olması ve kişinin kilo almaya yönelik yoğun kaygıları yatmaktadır. Yapılan araştırmalar kadınların bu hastalıkla karşılaşma oranının erkeklere oranla on kat daha yoğun olduğunu ifade etmektedir.

Ergenlik döneminde yaşanan benlik imajı ve beden imajı ile ilgili problemlerin ilerleyen boyutta oluşturduğu travmalar veya bazen bunların dışında ortaya çıkmış bir psikolojik gerilim sonrası ‘kişinin kendi bedeninden memnun olmayışı’ ve ‘değiştirme arzusu’ olarak gözlemlenir.

Anoreksiya Nervoza’da kişi kilo almamak adına aşırı çaba içerisine girerek yoğun diyetler uygular, laksatif etki yaratan ve su kaybına neden olan ilaçlar kullanır, yoğun egzersizler yapar. Bu kişiler kendilerini aynada uzun süre izler ve ne kadar zayıf olursa olsunlar hep kilolu hissederler. Bu hastalıklarda kişi o kadar zayıflar, su ve kas kaybeder ki bazen organ iflası, bazen dehidrasyon bazen de (kalp kaslarının erimesi ile) ani kalp krizleri ile hayati tehlike veya ölümle sonuçlanan bir sürece girebilir.

Blumia Nervoza’da ise kişi bazen zayıf bazen normal bir beden hattına sahiptir ve yine kilo almamak adına yediklerini kusarak çıkarma eğilimi gösterir. Bu yemeler bazen normal şekilde bazen tıkınırcasına görülebilmekte ve kişi yemeğin arkasından hemen kusarak kalori alımını engellemektedir. Uzun vadede mide, sindirim sistemi ve yemek borusu problemlerine neden olabilen bu hastalık tedavi edilmediğinde gırtlak ve sindirim yolu kanserlerine kadar ulaşabilen korkutucu bir tabloya dönüşebilmektedir.

Temelde ‘mükemmel vücut hatları’ arzusu ile başlayan bu mücadele son yıllarda artan sosyal medya ve photoshop kullanımı ile genç kızlar ve yetişkin kadınlar için oldukça tehditkar, kontrol edilemez bir hale dönüşmeye başladı. Normal dışı ince beller, uzun bacaklar, kusursuz görünüm ve vücut hatlarının kişiliğin temel bir bileşeni hatta en temel varlık sebebi olarak algılanması bu durumu daha da vahim hale getirmektedir. Çevrenizde bu konu hakkında yoğun bir gerilim ve çaba içerisinde olan ve aşırı kilo kaybı yaşayan kişilerin konu ile ilgili ailelerinin danışmanlığında destek almasını önermeniz faydalı olacaktır. Çünkü genellikle bu gibi durumlarda kişiler yaşadıkları kilo kaybını bir problem olarak görmeyip sıradan bir diyet olarak algılayabilirler.

Güzel olmak dışında da güçlü ve tatmin edici bir benlik algısına sahip kişilerde bu gibi problemlerin görülme sıklığı azalmaktadır. Bu nedenle bu gibi sorunlarla çalışan uzmanların, yalnızca beden tahribatına değil de kişinin psikolojik sorunlarına yönelik de destek vermelerinde fayda görülmektedir.

Yazının Devamını Oku