Günümüzde bir çok anne babanın ortak sorunudur, çocuklarına sorumluluk verememek. Yaşları büyüyen çocuklar nedense yaşlarıyla doğru orantılı olarak artan ve yapmaları gereken görevleri yapmaktan kaçınırlar. Kendilerini ilgilendiren konularda bile hiçbir sorumluluk almak istemezler. Her şeyi onlar doğdukları andan itibaren anne babalar düşünmek zorundaymış, her işi anne babaları yapmak zorundaymış gibi davranırlar. İlginçtir çocuklar gerçekten de bu şekilde düşünür ve buna inanırlar.
Çocukların sorumluluk almamasından yakınırız ama acaba onların bu yanlış davranışlarında biz anne ve babaların payı ne kadar? Biz yetişkinler de onlara sorumluluk vermek konusunda sorumlu davranabiliyor muyuz? Çocuklar neyi ne kadar hak edebiliyorlar ve neyi emek harcayarak elde edebiliyorlar? Bu soruların yanıtları çok önemli çünkü çocukların sorumluluk alabilme becerilerini doğrudan etkileyecek yanıtlar bunlar olacak.
Eğer çocuklarınıza küçük yaşlarda cep telefonu alabiliyorsanız,odasına televizyon ve bilgisayar koyabiliyorsanız,istediği markalı ürünlere zaman zaman ekonomik gücünüzü zorlama pahasına avuç dolusu paralar ödeyebiliyorsanız çocuğunuzun neden sorumluluk almak istemediğine de şaşırmayacaksınız.Her şeyi onun adına düşünen,hatta ihtiyacı yokken alan,gereksiz bir takım masraflarla çocuğu boğan bir anne baba varken çocuk neden sorumluluk alsın ki?
Son yılların en büyük yanlışlarından biridir çocuklarımıza sorumluluk vermemek, hatta onların yapması gereken bir çok görevi onlar adına yapmak ve bütün bunlar için de zorlamayla yaratılmış gerekçeler bulmak. ’’Aman sen derslerini çalış, senden başka şey istemiyoruz’’ diyen bir anne babanın sonrasında çocuğuna ‘’Odanı niye toplamıyorsun, neden hiçbir işe yardım etmiyorsun?’’ diye sorması da gerçekten saçma olur. Evle ve kendi hayatlarıyla ilgili bir çok işten uzaklaştırdığımız çocuklar zamanla hiçbir işe girmek istemiyorlar. Onlara kızmak gereksiz, sorumlu olan ya da bu konuda sorunlu olan bizleriz.
Daha küçük yaşlarda yaşına uygun hatta bazen yaşından büyük işleri öğrenen ve annesine babasına yardım eden çocukların sorumluluk duyguları ve bir işi üstlenerek bitirme becerileri akranı olan diğer çocuklara göre inanılmaz gelişmiş oluyor. Düşünürsek geçmiş yıllarda bizler böyle yetiştik. Ders ve okul çalışmaları bizim günlük işlerimizin küçük bir parçasıydı ve ailemizin değil bizim düşünmemiz gereken bir konuydu. Arkadaşımızla yaşadığımız tatsızlıklara anne babalarımız asla karışmazdı, öğretmenlerimiz okuldaki her konuda en yetkili kişilerdi ve onların kararlarına ya da verdikleri cezalara karışılmazdı.
Hepimiz evdeki bütün işlerde annemize yardım etmek zorundaydık. Önceliğimiz ders değildi ama yapılması gereken bir görevdi. Bütün her şeyi yaptığımız gibi derslerimizi de yetiştirirdik, yapamadığımızda ise öğretmenlerimize açıklamasını yapmak yine bizim işimizdi. Bizim yerimize anne babamız açıklamazdı öğretmenlerimize.
Erkek çocuklar yazın genellikle bir işe verilir, okul harçlıklarını çıkarmasına fırsat tanınırdı. Evdeki büyük çocuk kardeşlerinin sorumluluğunu alırdı ve her şeyleriyle ilgilenirdi. Herhangi bir yere gidileceği zaman, gidilecek yerin ya da evin durumuna göre karar alınırdı, çocukların okul ya da ders durumuna göre değil. Derslerimizin bitip bitmediği ya da sınav olup olmadığı belirleyici değildi. Ama derslerimizde başarılı olmamız beklenirdi. Başarılı olamazsak ciddi yaptırımlara uğrar, bazı konularda bazı haklarımızdan mahrum kalırdık. Öncelik hak etmekti.
Bir şeyi hak etmek! Şimdi hangimiz ya da kaç aile hak etmek kavramını hatırlıyor?
Kişisel gelişime ve çocuk psikolojisine yönelik çalışmalara ağırlık veren Özgür Bilge Eğitim ve Danışmanlık Merkezi, gelişim testleriyle de çocuklara yeni eğitim-öğretim yılında katkıda bulunmayı amaçlıyor.
Okul dönemine girmeden önce çocukların zeka ve gelişim düzeylerini bilmenin doğru bir eğitim için en iyi anahtar olduğunun bilincinde olan Özgür Bilge Eğitim ve Danışmanlık Merkezi bu amaçla Eylül ayı boyunca gelişim testlerinde yüzde 50 indirim başlattı ve anne-babaları bilgilendirmek için kapılarını açtı.
Psikolog Serap Duygulu testler hakkındaki sorularımızı yanıtladı.
Gelişim Testi Nasıl Yapılıyor?
Yer, İstanbul Avrupa Yakası'nda yeni açılmış devasa bir alışveriş merkezinin çocuk eğlence merkezi. Ortalıkta rengarenk oyuncakların cazibesine kapılmış çocuklar heyecan içinde oradan oraya koşuyorlar. Hafta sonu kızıma zaman ayırmanın keyfiyle biz de anne kız çok mutluyuz. Doğal olarak 7 yaşındaki kızım da bu oyuncaklardan birine binmek istiyor. Çiçek şeklinde olan ve çevresinde bir salıncağın döndüğü oyuncağı gösteriyor kızım. Ben de kızımı kucaklayıp salıncağa bindiriyorum, öndeki zinciri bağlamasına yardım ediyorum ve jetonu atıyorum.Oyuncak çalışıyor, dönüyor, dönüyor, süre bitiyor ve oyuncak duruyor. Bu arada kızım inerken ayakları yere ulaşmadığı için hemen önde bulunan ve dönen arabaların olduğu alanı çevreleyen metal korumalığa elini değdiriyor. Ben bir adım önde bekliyorum. Birden kızım çığlık atarak ‘elim acıdı’ diye bağırmaya başlıyor. Sanıyorum ki, salıncaktan inerken elini parmaklığa sertçe çarptı ve bundan dolayı parmakları acıdı. Kızıma bakıp ‘Olur öyle şeyler’ diyorum ama o arada kızım ciddi ciddi ağlamaya başlıyor, ‘Anne elektrik çarptı beni' diyor. Bu sözlerle nutkum tutuluyor. ’Nasıl elektrik çarpar kızım, olmaz öyle şey' diyorum ama bir yandan da kızımın elini dokundurduğu metal parmaklığa bakıyorum ve asla yapılmaması gereken şeyi yapıp gayri ihtiyari ben de dokunuyorum. Elektrik falan yok, ‘Gördün mü kızım’ diye bir de nasıl çarpılıp ölmediğimi gösterircesine söyleniyorum. Ama kızım kararlı ve ısrarlı bir şekilde ağlamaya devam ediyor ve elektriğin eline ne yaptığını hareketiyle anlatıyor. ’Parmaklarım böyle titredi’ diyor...
Çocuklar artık elektriği ve elektrik çarpmasını biliyorlar. En azından ben ve kızım sık yaşadığımız için biliyoruz. Zira yürüyen merdivenlerdeki statik elektrik nedeniyle ufak kıvılcımlar çıkaran minik çarpılmalar yaşıyoruz. O çarpmalarda gülüp geçiyoruz ama burada bahsettiğimiz elektrik 220 voltluk bir akım ve eğer böyle bir şey varsa hepimizi yakıp kavuracak güçte bir şiddete sahip. Kızımın ağlamaları ve söyledikleri kanımı donduruyor, sol elinin parmaklarına bakıyorum, dört parmağında parmak uçları kıpkırmızı. O ana kadar inanamadığım şey o anda inanılır oluyor ve beni küçük çaplı bir şoka sokuyor. Kızımı eğlensin diye getirdiğim oyun merkezinde elektrik çarpıyor. Merkezin görevlisi iki kişiye 'Sizin bu oyuncağınızda elektrik kaçağı var, kızımı çarptı' dediğimde sanki uzaydan gelmiş biri gibi bana bakıyorlar ve alaylı bir ifade ile olmaz öyle şey diye geçiştiriyorlar.
O sırada oğlum ve eşim karşıdan bize doğru gelip, durumu anladıklarında hep beraber bahsedilen oyuncağın başına gidiyoruz. Görevli personel de aynı benim yaptığımı yapıp oyuncağa çıplak elle temas ediyor. Bu sırada hem takındığı yüz ifadesiyle, hem tavırlarıyla, hem de ses tonuyla ukalalık yapıyor ’Olur mu öyle şey hanımefendi, biz sürekli bakım yapıyoruz, bu oyuncaklar asla elektrik kaçırmaz’ diyor. Bir yandan da bahsi geçen parmaklığa dokunuyor ve evet gerçekten de çarpılmıyor. Görevli ukalalık yapmaya devam ediyor ‘Bakın gördünüz mü elektrik yok’. Ardından kızımı bindirdiğim salıncağın metal zincirine dokunuyor ve sürpriz! Oyuncak personeli silkeleyip atıyor. Görevli personeli elektrik çarpıyor. Büyük bir şok ve derin sessizlik... ’Aaaa, bu oyuncak elektrik kaçırıyor!’ Derhal oyuncağın fişi çekiliyor, üzerine ‘Bakım yapılıyor’ yazısı konuluyor. Çarpılan personel ve arkadaşları oradan oraya koşuşturuyor.
Evet o oyuncak, benim kızımı ellerimle bindirdiğim, zincirini bağlamasına yardım ettiğim o oyuncak elektrik kaçırıyormuş. Kızım gözümün önünde ölebilirdi, onu oraya oturtan ben de ölebilirdim. Bizim o sırada oyuncağın metal malzemesine dokunmamış olmamız ve kızımın ayaklarının yere değmiyor oluşu, elektrik devresinin tamamlanmasını engellediği için çarpılmadık ama kızım yere inmek için önündeki diğer oyuncağın metal parmaklığına dokununca devre tamamlandı ve kızım çarpıldı. Bu çarpılmada elektrik akımı muhtemelen çok şiddetli değildi, yoksa bu yazıyı yazamıyor olurdum ve yine muhtemelen gazetelerde her gün benzerini okuduğumuz bir habere konu olurduk. İnsan başına gelmeyince gerçekten anlamıyor aslında ne derece büyük tehlikelerle iç içe yaşadığımızın. Daha önce oyuncak kazaları duymuştum ama elektrik kaçağını duymamıştım. Biz bizzat yaşamış olduk.
Kızımı elektrik çarptıktan sonra eğlence merkezinin müdürüyle görüştük ve bin bir tane mazeret dinledik. Diğer olaylarda olduğu gibi bu olay da böyle geçiştirildi. Biz ölmemiş olmamıza şükrederek evimize döndük.
Farkında mısınız, hiçbir şey için zamanımız yok. Hepimiz zaman fakiriyiz.
Modern hayatın bize getirdiği en ağır dayatma bu işte, sürekli bir telaş içindeyiz ama hiçbir şeye yetişemiyoruz.
Hayat gözümüzün önünden akıp gidiyor, avuçlarımızdan kayıp gidiyor ama biz tadını alamıyoruz, hızına yetişemiyoruz. Aslında bu hayatı yaşamıyoruz.
Bize sunulan bu muhteşem armağanın hakkını vererek yaşamıyoruz.Hep bir şeyleri yakalama ya da bir yerlere yetişme telaşımız var. Oysa biz hedeflediğimiz pek çok şey için zaman bulamazken bir de bakmışız ki zamanımız bitmiş. Nerede hata yapıyoruz peki?
Günümüzde teknoloji bu kadar hızla ilerlerken sanki yıllar da ışık hızında geçip gidiyor.
Çok değil bundan sadece 20 yıl kadar önce ilk video oynatıcılar piyasa çıktı ve sinema salonları kapanıverdi. Çünkü eskiden sinemaya gidilerek izlenen filmler artık evde izlenebiliyordu. Bu muhteşem bir gelişmeydi ve hep birlikte film manyağı olduk. Korku filmlerinden ödümüz patlasa da neredeyse televizyonlar karşısında can verme noktasına kadar geldik ama dur durak bilmeden izledik, izledik, izledik.
Sonra çok kanallı yayınlar başladı televizyonlarda. Peşinden diziler de…
Hayatımızın dönüm noktası bu televizyonlar ve dizler oldu zaten.
Çocuğunuzu anaokuluna göndermeye karar verdiniz ama nasıl bir okul olması gerektiğiyle ilgili şüpheleriniz mi var? Psikolog Serap Duygulu, anaokulu seçerken nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlatıyor.
Okulla ilgili anne babaların beklentileri ve öncelikleri her aile için değişkenlik göstermekle beraber ortak bazı koşullar aranmalıdır:
* Deneyimli ve çocuk gelişimi alanında eğitimli öğretmenler,
* Okulda mutlaka bir psikologun bulunması,
* Öğretmen, idareci ve veli işbirliğine açık bir tutum
Televizyonda hangi kanalı açsak farklı bir dizi.
Farklı yaşam biçimleri.
İçimiz dışımız dizi olmuş durumda.
İnsanlara ne verdiği, ne öğrettiği, hayata karşı nasıl bir bakış açısı kazandırdığı ise tartışılır. Başkalarının uydurma hayatlarına kapılıp giden bir halk. O uydurma hayatların uydurma kişileriyle üzülen, sevinen, mutlu olan insanlarımız.
İlginçtir tüm dizilerde belirgin bir mükemmellik var.Yani bu dizilerin neredeyse tamamında kadınların sabahın köründe bile saçları yapılı, makyajları tamdır.Tam donanımlı hazırlanmış sofraları ve deli gibi hizmet eden, leb demeden leblebiyi anlayan yardımcıları vardır. Bu kadınlar hiç market, pazar alışverişi yapmaz, çocuklarını okul servisine yetiştirmek gibi sıkıntılar yaşamazlar. Hatta pek çoğu geçim sıkıntısı nedir bilmezler.
Bu dizilerdeki evlerde çamaşır yıkanmaz, ütü yapılmaz, bulaşıklar en azından bulaşık makinesine bile yerleştirilmez. Temizlik yapmak diye bir kavram ise hiç yoktur. Çünkü zaten bu dizi evleri kendiliğinden çok temizdirler. Dizilerdeki insanları asla saç baş dağınık göremezsiniz. Pijama, terlik, televizyon kültüründen nasibini almamış müstesna insancıklardır onlar.
İlginç olan ise dizilerdeki insanlar muhteşem evlerde-affedersiniz, havuzlu malikanelerde- otururlar ve genellikle ya kendi işlerine sahiptirler ya da evde bir kişi çalışır ama bütün bir aile olarak şaşaalı bir hayat sürebilirler.
Herkes çok zengin, herkes çok bakımlı, herkes çok şıktır. Hadi diyelim ki bunlar büyük şehir hikayeleridir ve bunlar normaldir.Ya köy kökenli diziler ya da ağaların dizilerine ne demeli?
Ayrılıklar ve tekrar birleşmeler, pek çok çiftin yaşadığı bir süreç. Bazı kişiler, yaşanılan uzun beraberliklerden sonra ayrılık yolunu seçse de bir süre sonra yeniden beraber olmayı tercih ediyorlar. Özellikle son zamanlarda basında yer alan Azra Akın ve Kıvanç Tatlıtuğ’un tekrar bir araya gelme haberi buna en iyi örneklerden. Peki, daha önce yaşanan ayrılıktan sonra neden yeniden beraberlik başlıyor dersiniz? Bunun cevabını Psikolog Serap Duygulu veriyor.
• Bazı çiftler, ilk birlikteliklerinde yaşadıkları olayları yeniden değerlendirip daha olgun davranabilecekleri düşüncesindeler. Zamanında yaptıkları yanlışları acemilik olarak görüp, kendilerine ve ilişkilerine yeni bir şans verme eğilimindeler. İlginçtir bu tarz düşünenlerin pek çoğu ikinci denemelerinde sağlıklı bir ilişki kurabiliyorlar.
• Ayrıldıktan sonra birbirlerini hala sevdiklerini fark edip, bu sevgiyi sağlıklı bir ilişki ve iletişim biçiminde yaşamak isteyen çiftler. İlk yıllardaki yanılgılara,kaprislere düşmenin ve günlük küçük tartışmaları büyütüp abartmanın artık anlamsız olduğunu fark eden bireyler bu grupta yer alıyorlar ve gerçekten zaman içinde olgunlaşmış oldukları için de sadece sevgiye dayalı bir ilişki yürütebiliyorlar.
• Çevrenin psikolojik etkisiyle yeniden başlamayı düşünen ve bu defa başarılı olacağına inanan grup. Bu gruptaki bireyler kendi iç seslerini dinlemekten çok, başkalarının ne dediği ile daha ilgilenirler.
• Çocukları bahane ederek bir araya gelmek isteyenler ya da bir arada olmak zorunda olduklarına inananların oluşturduğu grup. Amaç, klasik aile anlayışıyla neredeyse aynıdır: “Çocuklar annesiz, babasız büyümesin.” Gerekçe aslında haklı olsa da eğer gerçek inanç bu değilse ve beraberlik zorunluluk nedeniyle yeniden başlıyorsa başarılı olacağını söylemek güçtür. Durum bir süre sonra taraflardan birinin mutlak hakimiyetine ya da hem eşlerden birinin hem de ikisinin birden duyarsız ve umursamaz tavırlar geliştirmesiyle sonuçlanır.
• Kendine güvensiz, yeniden bir ilişkiye başlayamayan ya da başlamaktan korkan kişilerin oluşturduğu grup. Burada da bireylerin ciddi özgüven sorunu olabilir ya da içe dönük kişilik yapısı bulunur. Dış dünyaya yeni ilişkilere açık değildirler. Hatta yalnız kalmaktan korkarlar. O nedenle bir araya gelip, yeniden bir ilişkiye başlamak da çok sağlıklı bir durum değildir. Dolayısıyla kişilerin uzun ayrılıklardan sonra yeniden aynı kişiyle neden beraber olduğu ya da olmak istediği konusunu, herkes kendi içinde, tarafsız ve mantıklı bir gözle değerlendirmeli.
Okul öncesi dönemde çocukların gelişimi için sağlıklı bilgi akışını sağlamak ve öğrenme yetisini desteklemek gerekir. Okul öncesi dönemin çocukların kişisel ve akademik gelişimleri açısından çok dikkat edilmesi gereken bir dönem olduğuna dikkat çeken Psikolog Serap Duygulu, anaokulu seçerken dikkat edilmesi gereken noktaları anlatıyor.
Beyin ve Zeka Gelişimi İlk 6 Yılda Tamamlanıyor
Günümüzde kadınların iş hayatı içinde giderek daha fazla yer almaları, çocukların daha erken yaşlarda, okul öncesi kurumlarla tanışmalarına yol açıyor. Bu durumda, gelişen teknoloji ve iletişim imkanları nedeniyle daha bilinçli ve zeki çocuklar yetiştiren anne babaların da etkisi büyük. Yapılan araştırmaların ortaya koyduğu çok önemli bazı sonuçlar var; ilkokul yaşını beklemeden 3-6 yaşlar arası bir ana okuluna devam eden çocukların çevreleriyle daha kolay iletişim kurdukları, daha uyumlu ve sosyal bireyler oldukları anlaşılmış durumda. Bu araştırmalarla anlaşılan belki de en önemli konu ise beyin ve zeka gelişiminin neredeyse yüzde 90-95 oranında ilk altı yılda tamamlandığı oldu. Bu sonuçlar çocukların hayatlarının ilk yıllarında bir okul öncesi eğitim kurumuyla tanışmalarının ne kadar önemli olduğunu da net bir biçimde ortaya koyuyor.Bu bilgiler ışığında bir anaokulunda ne gibi özellikler olmalıdır ve aileler nelere dikkat etmelidir gibi sorulara yanıt aramak doğru olur.
İlk Çocukluk Çağı Önemli Bir Dönem
Okul öncesi yaşlar dediğimizde bir çocuk için aslında en önemli dönemden bahsediyoruz demektir. İlk Çocukluk Dönemi olarak bilinen bu dönem 0-6 yaşları kapsar ve hem aile için hem de çocuk için bilinenin ötesinde bir önem taşır. Çocuklar dünyaya geldikleri andan itibaren inanılmaz bir hızla çevrelerinde gördükleri ve duydukları her şeyi öğrenerek hafızalarına kaydederler. Oysa aileler küçük bebeklerin birçok şeyi algılamadıklarını, çevrelerinde olup bitenlerin farkında olmadıklarını düşünürler ve bu düşünceyle birlikte çok önemli bir yanlış yaparlar. Çok küçük bile olsalar çocuklar çevrelerindeki her şeyin farkındadırlar ve beyinleri sürekli olarak kayıt halindedir. İşte bu nedenle her yaştaki çocuklar için ama özellikle okul öncesi dönemdeki çocuklar için eğitim ciddi olarak önemlidir. Sürekli bir gelişme halinde olan beyinlerine doğru ve sağlıklı bilgi akışı sağlamak zorundayız.
Okul Öncesi Eğitimin Yararları Nelerdir?
Okul öncesi bir eğitim kurumuna devam eden çocuğun bilişsel gelişiminin, böyle bir şansı olmayan akranlarına göre kesin olarak daha ileride olduğu biliniyor. Yine yapılan araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlara göre böyle bir eğitim kurumuna devam eden çocuklar hem zihinsel hem de psikolojik olarak çevresiyle uyum içinde yaşayan bireyler olarak yetişiyorlar. Üstelik fiziksel olarak da akranlarına göre daha güçlüler. Bu fiziksel olarak güçlü ve dayanıklı olma konusu oldukça ilginç. Genellikle aileler çok sık hasta olacakları korkusuyla çocuklarını topluca yaşanılan ortamlara sokmaktan çekinirler. Oysa bu tür okul gibi ortamlar bu açıdan çok önemli bir işleve sahiptirler. Çocuklar okula başladıklarında evet, çok sık hastalanırlar ama bu hastalıklara karşı da direnç kazanırlar. İlkokula başlayana kadar vücut bu savunma mekanizmalarını oluşturur ve aslında pek çok çocuk hastalığını bu yaşlarda geçirmiş olurlar. Dolayısıyla da ciddi olarak eğitim hayatları başladığında bu tür çocuk hastalıkları nedeniyle uzun sürelerle okuldan uzak kalmak gibi bir sıkıntı yaşamazlar. Okul öncesi eğitimin çok fark edilmeyen böyle bir yararı daha vardır.