Paylaş
Farkında mısınız, hiçbir şey için zamanımız yok. Hepimiz zaman fakiriyiz.
Modern hayatın bize getirdiği en ağır dayatma bu işte, sürekli bir telaş içindeyiz ama hiçbir şeye yetişemiyoruz.
Hayat gözümüzün önünden akıp gidiyor, avuçlarımızdan kayıp gidiyor ama biz tadını alamıyoruz, hızına yetişemiyoruz. Aslında bu hayatı yaşamıyoruz.
Bize sunulan bu muhteşem armağanın hakkını vererek yaşamıyoruz.Hep bir şeyleri yakalama ya da bir yerlere yetişme telaşımız var. Oysa biz hedeflediğimiz pek çok şey için zaman bulamazken bir de bakmışız ki zamanımız bitmiş. Nerede hata yapıyoruz peki?
Günümüzde teknoloji bu kadar hızla ilerlerken sanki yıllar da ışık hızında geçip gidiyor.
Çok değil bundan sadece 20 yıl kadar önce ilk video oynatıcılar piyasa çıktı ve sinema salonları kapanıverdi. Çünkü eskiden sinemaya gidilerek izlenen filmler artık evde izlenebiliyordu. Bu muhteşem bir gelişmeydi ve hep birlikte film manyağı olduk. Korku filmlerinden ödümüz patlasa da neredeyse televizyonlar karşısında can verme noktasına kadar geldik ama dur durak bilmeden izledik, izledik, izledik.
Sonra çok kanallı yayınlar başladı televizyonlarda. Peşinden diziler de…
Hayatımızın dönüm noktası bu televizyonlar ve dizler oldu zaten.
Sonrasında korkunç bir tüketim yarışına girdik. Her şeyi görüp, her şeyimiz olsun istedik. Falan sanatçının eteği, filan oyuncunun küpesi derken popüler kültür kendi şartlarını koydu ortaya, bizler de koşulsuz kabul ettik. Derken 90’lı yıllarla beraber başka mucizevi bir alet çıktı birdenbire ve biz neye uğradığımızı şaşırdık.
Eskiden evimize telefon bağlansın diye en az on yıl kadar beklememiz gerekirken telefonların cebe gireceğini öğrendik. Zamanın fahiş fiyatlarına paramıza kıydık ve hep beraber cep telefonu alma çılgınlığına kapıldık.
O telefonların antenleri vardı, her yerde çekmiyordu ama olsun sonuçta tuvalette bile telefonla konuşabiliyorduk. Sonra cep telefonları küçüldü, antenler yok oldu ama çevremizde başka antenler peydah oldu.
Her tarafımızda baz istasyonları kuruldu. Bir duyduk ki kanser yapıyormuş, ayaklandık, biraz isyan ettik falan ama sonra unuttuk gitti. Zira bu küçülen cep telefonları neredeyse her şeyi yapmaya başlamışlardı. Sonra fotoğraf makinasına döndüler ve artık video kaydı bile yapabiliyoruz.
Şimdi başka gelişmiş modelleri ile yönümüzü bulup,yolumuzu kaybetmeden bilmediğimiz adreslere ulaşmak da mümkün. Hatta artık evimizi kontrol etmek, konferans görüşmeler yapmak da yeni teknoloji ile çocuk oyuncağı. Bilmiyorum benim gibi teknofobik bir insan bütün bunlara alışabilir mi ama görünen o ki gençler bütün bu gelişmeleri hem hayranlıkla bekliyor hem de çok kolay kavrıyor.
Sadece bir telefonun sıfırdan buraya kadar geldiği nokta baş döndürücü. Diğer teknolojik gelişmelere girmedim bile. O kadar inanılmaz hızla o kadar çok yeni gelişmeler oluyor ki bazılarından haberdar bile olamıyoruz. Görüntü ve ses kirliliği arasında kaybolup gitmiş durumdayız.
Bunca gelişmeye bakıldığında da insan ister istemez artık hayat daha kolaylaşacak, pek çok şeyi yapmak için sadece tek tuşa basmak yetecek sanıyor ama maalesef durum hiç de öyle değil.
Nasıl bir kolaylık getirdiyse bu teknoloji bize, işimiz daha zorlaştı. Çünkü karmaşık bir hayatımız var artık, şifrelerle örülü. Banka kartları şifreli, hesaplar şifreli, bilgisayarlar şifreli, çocuklarımızın notlarını bile öğrenmek için şifre kullanmak zorundayız. Bir de bunları aklımızda tutmak için enerji harcıyoruz. Belki beynimizi bu anlamda daha çok kullanmaya başlamış bile olabiliriz.
Hele bu bilgisayarları anlamak mümkün değil, görüntüler, yazılar, sesler anında dünyanın öteki ucuna gidiyor, kilometreler sıfırlanıyor. İnanılmaz bir hız var her şeyde. Bize empoze edilen şey de tam olarak budur: Hızlı olan kazanır.
İyi ama bu hıza yetişmek için biz de hızlı yaşamaya başladığımızdan beri hayatlarımızın hızla tükenmeye başladığının farkında değiliz. Sürekli bir koşuşturma ve telaş içindeyiz. Bize her şey çok doğal gibi geliyor ama değil. Giderek makine gibi çalışan yarı biyolojik robotlara döndük.
Hayatlarımız bitiyor, anlamadan, keyfini çıkarmadan. Üstelik hayatlarımızı kolaylaştırmak üzere üretilmiş bütün teknolojik aletlerin peşinde sürükleniyoruz ama çok zor bir hayatımız var. Çocuklarımızla konuşmaya vaktimiz yok. Eve gelinince çocuklar da anne babalar da ya televizyonun ya da bilgisayarın başına oturuyorlar. Herkes kendi özelini yaşıyor, herkes içe kapalı. Oysa birbirimizi kaybediyoruz, birbirimizden uzaklaşıyoruz. O kadar hızlı hayatlar yaşıyoruz ki kendi hızımıza yetişmek mümkün değil.
Ne sevmeye, ne sevdiklerimize onları ne kadar sevdiğimizi söylemeye zamanımız yok.
Kitap okumaya zamanımız yok, konuşmaya zamanımız yok; onun yerine mesajlar var. Güneşin doğuşunu seyretmeye zamanımız yok, aşık olmaya, romantizme, çimlerde çıplak ayakla yürümeye, bir ağaç dikmeye, bir çiçeği koklamaya zamanımız yok.
Gökyüzünü izlemeye, yıldızları saymaya da zamanımız yok. Bunca görüntü ve ses kirliliğinden fırsat bulup, bir de zaman yaratabilirseniz, gökyüzüne baktığınızda göreceksiniz ki artık yıldızlar da yok...
Paylaş