Serap Duygulu

Farklı Bir Bakış, Farklı Sonuçlar

2 Ağustos 2011
Dr. Ruskin, Amerikan Tıp Birliği dergisinde yayınlanan aşağıdaki yazısında, gülünç bir yanlış anlamanın kişide nasıl tümüyle farklı bir yaklaşım duygusu oluşturabileceğini anlatmaktadır.

Dr. Ruskin, Amerikan Tıp Birliği Dergisi'nde yayımlanan aşağıdaki yazısında, gülünç bir yanlış anlamanın kişide nasıl tümüyle farklı bir yaklaşım duygusu oluşturabileceğini anlatmaktadır.

Dr. Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara şu olayı okudu:

”Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor.

Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba harcıyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde. Yürümüyor. Uykusu sürekli düzensiz, gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor.

Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir neden yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor.”

Bu olayı okuduktan sonra Ruskin, öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemediklerini sordu.

Öğrenciler bunu yapamayacaklarının söylediler.

Ruskin ise, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırdılar.

Yazının Devamını Oku

Okul Öncesi Eğitim Nasıl Olmalı?

1 Ağustos 2011
Çocuğunuz anaokulundan soğudu mu?

Çocuğunuzu anaokuluna yazdırdınız ama verilen eğitimin doğru olduğundan emin misiniz? Psikolog Serap Duygulu, verilmesi gereken eğitimle ilgili dikkat edilmesi gerekenleri anlatıyor.

Eğitimleri Oyun Ağırlıklı Olmalı

Okul öncesi eğitim kurumları çocukların gerçek hayata hazırlandıkları ilk eğitim kurumlarıdır. Bununla beraber bu dönemde çocuklara yönelik verilecek bütün eğitimler oyun ağırlıklı olmalıdır. Sınıf düzeni içinde bir ders olarak verilecek eğitimlerin hiçbirisi cazip değildir ve aksine çocuğu okuldan soğutacak en önemli yanlıştır.

İlk Hafta Alışma Süreci

Okulun çocuğun zekasına doğrudan etki eden bir süreç olduğunu düşünerek, tüm eğitimlerin oldukça uzmanlaşmış bir ekip tarafından tamamen bilimsel eğitim materyalleri kullanılarak yaş ve gelişim düzeylerine uygun olarak verilmesi gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır.

Çocukların okula başladıkları ilk günler, en fazla ilk bir iki hafta boyunca bir alışma evresi yaşayacakları, bu dönemde zaman zaman sorunlar yaşayıp, ebeveynlerine de yaşatacakları beklenebilir. Ancak bu alışma süreci uzarsa anne babaların durumu tekrar değerlendirmesinde fayda var. Ya çocuktan ya da okuldan kaynaklanan bazı sorunlar olabilir ve eğer sorun tespit edilip çözüme kavuşturulmazsa, seçilen anaokulu ne kadar iyi olursa olsun yarardan çok zarar getireceği bilinmelidir. Anaokulu seçimi kolay gibi düşünülse de o kadar hafife alınacak bir karar ve seçim değildir. Çok dikkatli ve bilinçli olmayı gerektirir.

Yazının Devamını Oku

Akli Dengemiz Yerinde mi?

26 Temmuz 2011
Bir sade vatandaşın akıl ve ruh sağlığını önemseyen devlet, kendisini oluşturan kurumları yöneten kişilerin akıl ve ruh sağlıklarına duyarsız kalabilir mi?

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gidenler belki bilirler ama ben orada bulunan Adli Psikiyatri Bölümünü, daha önce hiç gitmediğim için bilmiyordum.İsmi üstünde adli konular ve resmi raporlar için bu bölüme müracaat ediyorsunuz.

Hastanenin içinde o çok bilinen bölümler arasında bu tip bir merkez olabileceğini tahmin edebilirdim elbette ama hastanedeki binaların bitiminde ve tamamen farklı bir dünyadan oluşan böyle büyük bir merkez olabileceğini tahmin etmemiştim açıkçası.

Orası, işiniz düşmese, insanın asla bulunmak istemeyeceği bir yer. O kadar hüzünlü ve o kadar üzüntü verici olaylar duyuyor, öyle ilginç insanlar görüyorsunuz ki... Hayatın sizin çevrenizdeki kısa döngülerden ibaret olmadığını anlamanız için mutlaka gidip oradaki hayatlara hiç değilse iki saat kadar kulak ve göz misafiri olmanız gereken bir yer.

Asla olmaz, benim başıma gelmez diyeceğiniz ne varsa başına gelmiş insanların aynı anda söz birliği etmişçesine bulunduğu bir yer. Üstelik bu tip devlet kurumlarında asla alışık olmadığımız biçimde personelin son derece güler yüzle hizmet ettiği bir yer. Aşağılanmadığınız, azarlanmadığınız, hatta sorduğunuz sorulara anında yanıt aldığınız, itilip kakılmadığınız bir yer.

Ancak sonuçta Adli Psikiyatri ve gelen herkesin ya resmi anlamda ya da ailevi nedenle bu merkezden bir rapor almaya ihtiyacı var. Gelenler de iki gruba ayrılıyor: Doğrudan psikiyatrik sorunu olanlar, yakınlarında sorun olanlar veya sağlıklı olduğunu ispat etmek zorunda olanlar.

Kendisi ya da yakını sorun yaşayan kişiler Adli Psikiyatriden aldıkları raporla ya devletten maaş almaya hak kazanıyorlar, ya bazı sorumluluklardan ve görevlerden muaf tutuluyorlar ya da kendisi adına yakınlarına sorumluluk ve yetki veriliyor. Onun adına resmi işlemler, mal alım satımları yakınları tarafından yerine getiriliyor.

Asıl bir grup var ki, onlar hem görünüşte, hem de psikolojik olarak sağlıklı olanlar. Adli Psikiyatride olmalarının sebebi, bir mal satışı yapmaları için akli dengelerinin yerinde olup olmadığının tespit edilmek istenmesi. Eğer yaşınız 65’i geçtiyse ve herhangi bir mal satışı yapmak istiyorsanız, elinizde akli melekelerinizin yeterli olduğuna dair bir raporunuz olmadan satış yapamazsınız, yoksa satış geçersiz olabiliyor. İlginç olan taraf şu, herhangi bir rapor olmadan mal alımı yapabiliyorsunuz ama satamıyorsunuz. Tuhaf bir çelişki değil midir bu?

Eğer satış yapamıyorsam alış da yapmamalıyım. Ya gerçekten akli dengem yerinde değilse ve boyumu aşan borca giriyorsam, ya bu borç nedeniyle yakınlarımı zor duruma sokuyorsam? O zaman ne olacak, mal alışı da geçersiz mi olacak? Raporum da yok üstelik. Durum gerçekten tutarsız değil mi?

Yazının Devamını Oku

Japonlarla Tatil

19 Temmuz 2011
Biz, toplum olmanın uzun yollarında, geçmişten bu güne getirmemiz gereken zengin ve çok insani kültürel değerlerimizi acaba nerede kaybettik, bilen var mı?

Son dört yıldır Ayvalık’ta Sarımsaklı’da tatil yapıyoruz çoluk çocuk. Özellikle benim gibi tatil köyü anlayışından sıkılmış insanların sanıyorum dinlenmek ve huzur bulmak için gidebilecekleri müthiş güzel bir yer. Tatil köyünden sıkılmak derken, denize ulaşmak için dört yüz metre yürümek, yemeğe gitmek için 300 metre yol almak, eskaza odada bir şey unuttuysanız tekrar geri dönmek derken, tatili, tatil köyü içinde yürüyüp telef olarak geçirmekten bahsediyorum. Hele çocukluysanız zaten onların peşinde yoruluyorsunuz, bir de bitmeyen istekleri nedeniyle oradan oraya koşarken hepten harap olabilirsiniz.

Dolayısıyla son dört yıldır tatil anlayışım, odadan çıktıktan sonraki ilk on metrede havuza, sonraki 10 metrede denize ulaşabilmek olarak biçim değiştirmiş durumda. Bir de kulak zarımızı test edercesine gün boyu duyulan gürültülerden uzak, önüm arkam sağım solum, deniz ve kum anlayışıyla artık Ayvalık’tayız.. Hala tarihi dokusunu koruyan Ayvalık, her gidişimde aşık olduğum bir yer olarak bıkmadan sıkılmadan, keyifle tatil yaptığım ve gerçekten dinlenebildiğim yegane yer oldu dört yıldır. Kaldığımız otelde neredeyse aileden biri gibi karşılanıp ağırlanmak da ayrıca bir keyif oluyor.

Artık her köşesini ezbere bildiğimiz otelde ve sahilde, tatil boyunca çevreyi izleme fırsatı buldum bu yıl. Daha önce de gördüğüm ama çok da dikkat etmediğim bir durum var otelimizde. Zaman zaman turizm şirketleri aracılığıyla bir gün ya da iki gün boyunca diğer ülkelerden olduğu gibi Japonya’dan da turistler geliyor. Bu yıl tatilimiz yerli turist açısından oldukça sakin bir döneme denk geldi ve sıklıkla yabancı turistleri ağırladı otel. Ben de hep çok sevimli bulduğum Japonları izleme şansı buldum.

Gözlemlerim çok ilginçti ve özellikle paylaşmak istedim.

Öncelikle çok sakin bir millet Japonlar. Bir tüy gibi sessiz ve yumuşak hareketleri var. Asla gürültü patırtı çıkarmıyorlar. Bağırarak konuşmuyorlar, o kadar sessizler ki hiç konuşmadıklarını bile düşünebilirsiniz aslında. Son derece güler yüzlü ve nazikler. Bana çok ilginç gelen bir durum yaşadım. Yemek salonunun kapısında benden önce adım atmış ve neredeyse kapıdan içeri girmiş olan bir Japon erkek, durup kenara çekildi ve eğilerek bana yol verdi. Önce sadece bu adamın böyle bir davranış sergilemiş olabileceğini ve ne kadar kibar bir adam olduğunu düşündüm ama sonra gördüm ki kadın, erkek bütün Japonlar böyle. O kadar saygılılar ki inanamıyorsunuz.

Hemen hemen hepsinin ne kadar minyon ve zayıf yapıda olduklarını biliriz bir çoğumuz. Sebebini ben tatildeyken anladım sanıyorum. İnanılmaz az yemek yiyorlar. Bizim gibi, nasılsa her şey dahil, her şeyden tabağıma doldurayım zihniyetiyle hareket etmiyorlar. Yiyebilecekleri kadar yemek alıyorlar ve tabaklarında asla yemek bırakmıyorlar.

Ortalıkta pimi çekilmiş el bombası gibi dolaşan, sürekli ağlayan, bağıran çığlık atan çocuklar yok. Bizim gibi çocukların peşlerinden koşan, talimat üzerine talimat yağdıran anneler de yok.

Yazının Devamını Oku

Kredi Kartı Kullanımı Nasıl Azaltılır?

19 Temmuz 2011
Psikolojik etkenlerle savaşma zamanı!

Kredi kartı mağdurlarının sayısı artarken kullanıma yönelik araştırmalar da yapılmaya başlandı. İhtiyaçların fazlasını almaya teşvik eden kredi kartları, yazın da büyük oranlarda kullanılıyor.

Tatil.com’un verilerine göre, tatil için kredi kartı kullanım oranları her geçen yıl artıyor. Sitedeki üyelerin kredi kartı kullanım oranı 2010’da yüzde 70 iken, 2011’in ilk 6 ayında bu oranın yüzde 75’e yükseldiği açıklandı. Bankaların ve sitenin yaptığı özel kampanyalar sonucunda en çok yüzde 45 oranla 12 taksit, yüzde 30 oranla da 6 taksit ödeme seçeneğinin tercih edildiği de veriler arasında.

Neden Kredi Kartı Kullanıyoruz?

Kredi kartı kullanımının ardındaki psikolojik öğeleri anlatan Psikolog Serap Duygulu, harcama yaparken ne düşündüğümüzü ve aşırı harcamayı engelleme yollarını anlattı.

“Kredi kartının kolay taşınabilmesi, bütün işyerlerinde geçerli olması ve artık çok kolay ulaşılabilmesi, paradan daha cazip hale gelmesindeki en büyük neden. Kontrolü elden kaçırmamızdaki en önemli etken ise kart sahibi olmanın, hatta çok sayıda bankalardan alınmış kartlara sahip olmanın bir ayrıcalık olduğunu, bir üstünlük unsuru olduğunu düşünmemizden kaynaklanıyor. Kartlara verilen uzun taksit seçenekleri de kartları kullanmamızı kolaylaştıran diğer etkenler arasında.

Bu kadar rahat kullanılan kredi kartlarının hayatımızda kapladığı yeri ve içine düştüğümüz durumları değiştirmek için bir yerlerden başlamak gerekiyor.

• Öncelikle sahip olunan kart sayısı bir ya da iki olarak sınırlandırılmalı.

Yazının Devamını Oku

Çalışmalı mısınız?

12 Temmuz 2011
Kadınlarımızın son yıllarda iş hayatında yoğun bir biçimde yer almaları bir çok farklı sorunu da beraberinde getirdi. Bunlardan ilki ‘Süper Anne Sendromu’ ya da ‘Süper Kadın Sendromu’ olarak da bilinen tıbbi adıyla Fibromiyalji.

Kadınlarımızın son yıllarda iş hayatında yoğun bir biçimde yer almaları bir çok farklı sorunu da beraberinde getirdi.

Bunlardan ilki ‘Süper Anne Sendromu’ ya da ‘Süper Kadın Sendromu’ olarak da bilinen tıbbi adıyla Fibromiyalji.

Her şeye yetişmek, her işin altından kalkmak, her şeyi başarabilmek gibi mükemmeliyetçi bir tutum geliştiren kadınlar, bir süre sonra bu tutumun getirdiği gerginlik nedeniyle ciddi fiziksel rahatsızlıklar yaşamaya başlıyorlar. Epeyce bir doktor doktor gezdikten sonra durumun aslında psikolojik etkenlerden kaynaklandığını, bunun da fiziksel sorunlara yol açtığını öğrenince çok şaşırıyorlar.

Evet, bu son yıllarda içine karıştığımız, mutfağında yer aldığımız modern hayatın bize bir tür olumsuz sürprizi. Ancak bu sürprizde bizim de payımız olduğu bir gerçek.

O anaç tavrımız ve her şeyi başarabileceğimize olan inancımız, bir süre sonra yaptığımız işleri sadece biz yapmak zorundaymışız gibi görmemize yol açıyor ve işleri paylaşmıyoruz.

Eşimizle, yakınlarımızla iş bölümü yapmıyoruz, her şey sırtımızda yük olmaya başlıyor ve sonra görüyoruz ki ev işinden, çocuk bakımından, okul sorunlarından, yemek telaşından, alışveriş derdinden neredeyse nefes bile alacak vaktimiz kalmamış.

Oysa kendimize vakit ayırmazsak, diğer işlere yetişecek tarafımız nasıl enerji toplayacak, nasıl mutlu olacak? Her yaptığımız işi, diğerlerinin başına kakarak yapmaya başlamışsak, şikayet ediyorsak, artık her şey bize batmaya başlamışsa, yük oluyorsa, demek ki mutlu değiliz, demek ki hayattan keyif almıyoruz.

Peki ne zamana kadar böyle sürecek?

Yazının Devamını Oku

Ergenlikte gençler neler yaşıyor?

8 Temmuz 2011
Ergen-ebeveyn iletişimindeki engeller...

Ergenlik bireyin kendisi olmayı öğrendiği, kendisini tanıma ve tanımlama becerisini kazandığı, çalkantılı bir dönemdir ve yaklaşık olarak 12-20 yaşları arasında gerçekleşir. Bu dönemdeki gerek fiziksel gerekse psikolojik değişimleri anlatan Psikolog Serap Duygulu, ailelere uyarılarda bulundu.

Çocukluğun sakin, düzenli süreçlerinden sora bir anda karmakarışık fırtınalı bir döneme girilir ve aileler nasıl davranacaklarını, ne tür kurallar koyacaklarını bilemezler. Anne babalar, kendi ebeveynlerinin tutumu ile yeniçağın davranış biçimleri arasında bocalayabilirler. Ergenlikte karmaşalar ve çatışmalar yaşanması çok normaldir. Çocuklarımız kendi kişiliklerini ve deneyimlerini oluştururken yardımcı olmak açısından dönemin özelliklerini de bilmek gerekiyor.

Gençlerin duygu ve düşünceleri nasıl ilerliyor?

• Genellikle karmaşık duygular yaşar.

• Çatışmacı, uyumsuz ve öfkeli bir tavır içindedir.

• İnsanların kendisini anlamadığını düşünür.

• Yapı olarak kararsız ve çelişkilidir.

• Arkadaş konusunda sıkıntılar yaşar: Ya çok arkadaşı vardır ya da hiç arkadaşı olmadığından yakınır.

Yazının Devamını Oku

Renklerin Ustası ve Aptal Puma Sendromu

6 Temmuz 2011
Bizi anlamayanlara anlatmak için, sevmeyenlere kendimizi sevdirmek için, yetersiz insanlara aslında ne kadar becerikli ve yetenekli olduğumuzu kanıtlamak için, istemediğimiz bir şeyleri istiyormuşuz gibi davranmak için ömrümüzü harcarız.

Renklerin ustası olarak anılan büyük bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta öğrencisini uğurlarken, yaptığı resmi şehrin en kalabalık meydanına koymasını ve yanına da kırmızı bir kalem bırakmasını, halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmesini istemiş.

Öğrenci birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş.

Üzüntüyle ustasına gitmiş. Usta ressam üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş.

Öğrenci resmi yeniden yapmış.

Usta yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş fakat bu kez yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını ve yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile bırakmasını önermiş.

Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki resmine hiç dokunulmamış.

Sevinçle ustasına koşmuş.

Usta ressam şöyle demiş:

Yazının Devamını Oku