Paylaş
Son zamanlarda bilmem farkında mısınız siz de, ne kadar vahşileştik. Vurup öldürmekten, zarar verip kırıp dökmekten başka yapabildiğimiz bir şey yok. Biri bir söylenti atıyor ortaya, nasıl oluyorsa bir anda onlarca kişi toplanıyor ve tek bir kişi gibi hareket ederek saldırıya geçiyor.
Üstelik niye saldırdığını, kime saldırdığını da bilen yok içlerinde. Bir söylenti yetiyor, insanların içlerindeki kini kusmaları için.
Halbuki saldırdığı da kendi insanı, zarar verdiği de kendi malı ama bilmiyor. Vahşileştiğinde ilkel ne kadar duygu varsa ortaya çıkıyor. Binlerce belki milyonlarca yıllık evrimleşmeden nasibini almamış bir yaratık oluveriyor bir anda.
Bu linç psikolojisi gerçekten ilginç bir durumdur. Bir insana saldırırken doğrudan doğruya öldürmek üzere saldırılır, bir canlıyı yok etmek amacındadır eylem. Oysa o insanın suçlu bile olsa yargılamasını yapacak kişiler saldıranlar değildir. Bir canlı, bir başka canlıyı niye öldürmek ister ve bu yolla neyi düzelteceğini düşünmektedir?
“Linç Psikolojisi” dediğimiz şey bir grubun tek bir kişiye ya da birkaç kişiye saldırması değildir aslında. Sivas olaylarında yakılarak öldürülen insanlar da, töre cinayetleri olarak bildiğimiz olayların kurbanları da bu psikolojinin kurbanlarıdır. Çünkü bu “Linç Psikolojisi” esir aldığı insanları, insanlıklarından çıkaran, karşısındaki insanın bir insan olduğunu unutturan sağlıksız bir ruh halidir. Bu öyle bir ruh durumudur ki, kişi ya da kişiler tek karar verici ve uygulayıcının kendileri olduğuna inanırlar ve bir canlıyı gözü kapalı olarak yok edebilirler. Bir insanı yok etmekten, vurarak, döverek ya da silah kullanarak bir canlıyı öldürmekten bahsediyoruz. Aslında son derece inanılmaz bir olaydır, ya da öyle olmalıdır ama “Linç Psikolojisi”nde işler böyle yürümüyor işte. Suçlu dahi olsa o anda savunmasız durumda olan bir canlıyı öldürmek konusunda kendisini tamamen haklı görebilen insanlar bu insanlar.
Bu nasıl bir nefrettir, nasıl bir kin ve yok etme duygusudur, inanılır gibi değil gerçekten.Oysa yok edip öldürmek üzere saldırdıkları insan da bir annenin çocuğu, onun da bekleyeni, seveni ve sevdikleri var.
Bu olayda başka faktörler de var elbette. Örneğin suçluların çabuk ve adil yargılanmasını sağlayacak olan kurumlara ve kolluk kuvvetlerine olan güvensizlik. Çünkü maalesef ülkemizde suç her zaman karşılığını bulmuyor. Suçlu her zaman beklentilere uygun biçimde yargılanıp ceza almıyor. Hatta serbest kalabiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına devam ediliyor. Suçlunun kimin yakını olduğuyla doğru orantılı olarak alacağı cezanın ya da ceza alıp almayacağının değişeceğini düşünen önemli bir kitle var. Haksız da sayılmazlar. En son vahşice öldürülerek cesedi bir konteynıra atılan gencecik bir kızın katil zanlısının uzun süre yakalanamamış olması sıradan vatandaşın kurumlara olan güvenini büyük ölçüde yaraladı. Zanlınında adı sanı bilinen ve güçlü bağlantılarının olduğu düşünülen bir aileye mensup olması insanların bu düşüncelerini pekiştirmiş durumda.
Aslında bu tip olayları ve sürüncemede kalan pek çok konuyu hatırlıyoruz. Dolayısıyla insanların ilgili kurumlara olan güveninin neden bu kadar sarsıldığını anlamak zor değil. Bir ülkede insanların adalet duyguları zarar görmüşse yerine koyacakları şey işte bu kendi adaletini oluşturma duygusu yani “Linç Psikolojisi”dir. Çünkü genel duygu durumu şudur: Zarar gören benim, öyleyse o da zarar görmelidir.
İşte bu nedenden dolayıdır ki, toplumdaki genel düşünce idamın tekrar kanunlarımıza girmesinden yanadır. Kısasa kısas. Göze göz, dişe diş. Haklılar mı haksızlar mı konusu ayrıca tartışılabilir ancak demek ki insanların adalet ve hakkaniyet duyguları ciddi olarak yara almıştır. Suçluların mahkemelerde sağlıklı olarak ve çabuk yargılanmayacağını, yargılansa bile gereken cezaları almayacağını düşünen halk kendi yargılamasını yapma ve cezayı da kendi verme hakkını kendinde görebilmektedir. O nedenle bazen yanlış insanlar, yanlış anlamalara kurban gidebiliyor.
Mahkemelerde işler bu kadar ağır işlemese, davalar aylarca hatta yıllarca sürmese, suçlular sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi savunulup ceza almaktan kurtarılmasa, insanların içini serinletecek gerçekten hak edene hak ettiği cezayı verecek bir sistem oluşturulsa acaba bu “Linç Psikolojisi” bu kadar kolay tetiklenir mi?
Bu gerçekten ilginç ve çok tartışmalı bir konudur. Olayın başka tarafları var ve durum aslında bu kadar basit ve masum değildir. Örneğin küçük çocuklara tecavüz eden bir sapıkla ya da masum insanları katleden bir teröristle, aç kaldığı için ekmek çalan bir hırsız aynı kategoride yer alamaz. Ama adalet adalettir, ceza cezadır ve her suçlu için aynı mesafede olmalıdır.
Toplumlarda en hassas nokta, kişilerin birbirleriyle eşit olduklarını düşünmesidir. Kişiler arasında ayrıcalık olmadığını bilme ve kendini o topluma ait hissetme duygusudur. Bu duygu zarar görmüşse kişiler önce adalet dağıtan kurumlara güven duygularını kaybederler, sonra da kendi adaletlerini dağıtmaya, kendi cezalarını vermeye başlarlar. Bu çeteleşme demektir. Peki bu ne demektir: Bir sözle kitleleri katil yapabilecek, kendi kurallarını koyan, kendi yargılamalarını yapan, kendi cezalarını kesen bir takım yasa dışı oluşumlar demektir.
Dolayısıyla günlük haberlerde duyduğumuz, dinlediğimiz, okuduğumuz “Linç” haberlerini bir de bu gözle değerlendirmekte fayda var.
Paylaş