Çocuklarına ceza verme taraftarı olan ebeveynler, ne zaman ve nasıl bir ceza vereceklerini bilemiyorlar. Aslında durum daha en başından karışıyor. Zira bazı aileler çocuklara ceza vermenin doğru olmadığına ve ceza verilmemesi gerektiğine inanıyorlar. Bazı aileler ise ceza vermenin çocuk eğitimin bir parçası olduğunu ve gerektiği zaman ceza verilmesini savunuyorlar. Her iki tarafın da kendisine göre doğruları ve yanlışları var elbette. Ancak asıl sorun ceza verildiğinde sınırın ne olduğu veya ceza verilmez ise sınırsızlığının nereye kadar olduğudur. Zira son yıllarda son derece rahatsız edici bir aile tutumu ortaya çıktı. Çocuklarını özgür ve kendine güvenli yetiştirdiği iddiası ile bazı ebeveynlerin çocuklarına asla sınır koymadıklarını, yanlış davranışlarında ve çevresine ya da akranlarına zarar verici eylemlerde bulunduklarında dahi engellemediklerini görüyoruz. Çocuk eğitiminde belki de en yanlış tutum budur. Çocuklar sınırları bilmek isterler.
Toplumumuzda ve pek çok diğer toplumda ceza sınırı anne babaların tahammül sınırıyla doğru orantılı. Bu şu demek; anne-babaların kendi yapılarına ve karakterlerine göre ailede uygulanan ceza kavramı değişiyor. Bir aile için yanlış olarak görülen davranış, bir diğer aile için olağan ve normal karşılanabiliyor.
Disiplin o nedenle çok önemlidir. Disiplin maalesef hala ceza kavramıyla bir olarak görülüyor. Oysa disiplin çocuğu uygun davranışları kazanması yönünde olumlu öğeleri kullanarak eğitmek demektir. Ceza ise olumsuz pek çok durumu içerir. Üstelik ceza kavramı sınırsızdır. Hangi davranışı, hangi kurala göre cezalandıracağınızın hiçbir net açıklaması yoktur. Ayrıca hangi cezayı vereceğinizin de açık bir tanımını bulamazsınız. Kısacası ceza göreceli bir kavramdır. Sınırını çok iyi bilemeyeceğiniz için amacınızı aşarak ciddi psikolojik problemlere yol açabilirsiniz.
Disiplinde temel amaç olumlu öğeleri öne çıkararak teşvik etmek, desteklemek ve bu yolla olumsuz davranışların yerleşmesini önlemektir. Bu nedenle disiplin, cezadan çok daha önemlidir. Cezanın caydırıcı bir etkisi genellikle yoktur ama disipline bağlı sorumluluk çocuğa öz disiplin ve oto kontrol duygusunu kazandırır.
Dolayısıyla çocuğa kurallar koyulmalı, çocuğun bu kurallara uymasını beklerken doğru yönlendirilmelerde bulunulmalı. Önce görmezden geldiğiniz bir davranışı tekrar eden çocuğa aşırı tepki göstermek ve ciddi cezalara başvurmak, çocuğun kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Çocuklar yapıları itibarıyla hemen sonuç almak isterler. Olumsuz bir davranış yapan çocuğa ‘akşama baban gelsin, görürsün’ demek hem içerdiği tehdit açısından hem de yanlış davranışın sonucunun ne olduğunu açıklayıcı olmadığı için çözüme yönelik bir tutum değildir. Sadece çocuğu korkutur, o kadar. Üstelik akşama kadar çocuk davranışını, neden yaptığını, o davranışın sonucunda ne olduğunu ve kendisine neden bu kadar çok kızıldığını da unutur.
Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta şudur: Herhangi bir olumsuzluk yapan çocuk, bu davranışıyla ilgili olarak anında geri bildirim almalı, uyarılmalı ve davranışın yol açtığı sorunlar açıklanmalı. Bundan sonra da durup durup çocuğa yaptığı yanlış davranışlar hatırlatılmamalı.
Özellikle ceza verme konusunda asla çocuğun kişiliğine yönelik hakaretler ve aşağılamalar yapılmamalı. Çocuğunuza kızmanız son derece doğal ancak bu kızgınlığınızı ifade ederken onu yaralayan, kendine güvenini yok eden, aşağılayan ifadeler kullanmanız gelecekte telafisi imkansız sorunlara yol açabilir. Ayrıca çocuk yetiştirirken kullanılan yöntemlerin hiçbirisinde dayağa ve şiddete yer yoktur. Ne sözel olarak, ne psikolojik olarak ne de fiziksel olarak şiddet uygulama hakkınız yok. Artık çocuğunuza uyguladığınız şiddet yasal olarak da suç oluşturuyor. Çocuğunuzu elinizden alabilirler.
Çocukların yaptıkları ve sonucu ne olursa olsun önce bu davranışın ardındaki nedenleri doğru saptayıp değerlendirmek ve kızıp bağırmadan önce bu konuda çocuğa açıklama fırsatı vermek gerekir. Bize göre yaramazlık olan pek çok davranışın ardında aslında çocuktaki merak, araştırma ve keşfetme duygusu yatar. Üstelik çocuk birçok olayda haklı olduğunu, takdir edileceğini düşünürken beklediğinin tam tersi bir tepki alırsa ve bir de ceza görürse inanılmaz bir kırgınlık ve öfke yaşar. Unutulmaması gereken bir diğer şey onların hayata bizim pencerelerimizden bakmadığıdır. O nedenle cezalandırma yerine çocuğa farklı seçenekler sunulabilir. Olumsuz davranışlar gerçekleşmeden önlem alınarak sorumluluk duygusu oluşturulabilir.
Çocuklarına ceza verme taraftarı olan ebeveynler, ne zaman ve nasıl bir ceza vereceklerini bilemiyorlar. Aslında durum daha en başından karışıyor. Zira bazı aileler çocuklara ceza vermenin doğru olmadığına ve ceza verilmemesi gerektiğine inanıyorlar. Bazı aileler ise ceza vermenin çocuk eğitimin bir parçası olduğunu ve gerektiği zaman ceza verilmesini savunuyorlar. Her iki tarafın da kendisine göre doğruları ve yanlışları var elbette. Ancak asıl sorun ceza verildiğinde sınırın ne olduğu veya ceza verilmez ise sınırsızlığının nereye kadar olduğudur. Zira son yıllarda son derece rahatsız edici bir aile tutumu ortaya çıktı. Çocuklarını özgür ve kendine güvenli yetiştirdiği iddiası ile bazı ebeveynlerin çocuklarına asla sınır koymadıklarını, yanlış davranışlarında ve çevresine ya da akranlarına zarar verici eylemlerde bulunduklarında dahi engellemediklerini görüyoruz. Çocuk eğitiminde belki de en yanlış tutum budur. Çocuklar sınırları bilmek isterler.
Toplumumuzda ve pek çok diğer toplumda ceza sınırı anne babaların tahammül sınırıyla doğru orantılı. Bu şu demek; anne-babaların kendi yapılarına ve karakterlerine göre ailede uygulanan ceza kavramı değişiyor. Bir aile için yanlış olarak görülen davranış, bir diğer aile için olağan ve normal karşılanabiliyor.
Disiplin o nedenle çok önemlidir. Disiplin maalesef hala ceza kavramıyla bir olarak görülüyor. Oysa disiplin çocuğu uygun davranışları kazanması yönünde olumlu öğeleri kullanarak eğitmek demektir. Ceza ise olumsuz pek çok durumu içerir. Üstelik ceza kavramı sınırsızdır. Hangi davranışı, hangi kurala göre cezalandıracağınızın hiçbir net açıklaması yoktur. Ayrıca hangi cezayı vereceğinizin de açık bir tanımını bulamazsınız. Kısacası ceza göreceli bir kavramdır. Sınırını çok iyi bilemeyeceğiniz için amacınızı aşarak ciddi psikolojik problemlere yol açabilirsiniz.
Disiplinde temel amaç olumlu öğeleri öne çıkararak teşvik etmek, desteklemek ve bu yolla olumsuz davranışların yerleşmesini önlemektir. Bu nedenle disiplin, cezadan çok daha önemlidir. Cezanın caydırıcı bir etkisi genellikle yoktur ama disipline bağlı sorumluluk çocuğa öz disiplin ve oto kontrol duygusunu kazandırır.
Dolayısıyla çocuğa kurallar koyulmalı, çocuğun bu kurallara uymasını beklerken doğru yönlendirilmelerde bulunulmalı. Önce görmezden geldiğiniz bir davranışı tekrar eden çocuğa aşırı tepki göstermek ve ciddi cezalara başvurmak, çocuğun kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Çocuklar yapıları itibarıyla hemen sonuç almak isterler. Olumsuz bir davranış yapan çocuğa ‘akşama baban gelsin, görürsün’ demek hem içerdiği tehdit açısından hem de yanlış davranışın sonucunun ne olduğunu açıklayıcı olmadığı için çözüme yönelik bir tutum değildir. Sadece çocuğu korkutur, o kadar. Üstelik akşama kadar çocuk davranışını, neden yaptığını, o davranışın sonucunda ne olduğunu ve kendisine neden bu kadar çok kızıldığını da unutur.
Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta şudur: Herhangi bir olumsuzluk yapan çocuk, bu davranışıyla ilgili olarak anında geri bildirim almalı, uyarılmalı ve davranışın yol açtığı sorunlar açıklanmalı. Bundan sonra da durup durup çocuğa yaptığı yanlış davranışlar hatırlatılmamalı.
Özellikle ceza verme konusunda asla çocuğun kişiliğine yönelik hakaretler ve aşağılamalar yapılmamalı. Çocuğunuza kızmanız son derece doğal ancak bu kızgınlığınızı ifade ederken onu yaralayan, kendine güvenini yok eden, aşağılayan ifadeler kullanmanız gelecekte telafisi imkansız sorunlara yol açabilir. Ayrıca çocuk yetiştirirken kullanılan yöntemlerin hiçbirisinde dayağa ve şiddete yer yoktur. Ne sözel olarak, ne psikolojik olarak ne de fiziksel olarak şiddet uygulama hakkınız yok. Artık çocuğunuza uyguladığınız şiddet yasal olarak da suç oluşturuyor. Çocuğunuzu elinizden alabilirler.
Eskisi kadar şiddetli olmasa da bir kış mevsimini daha bitirdik ve yeniden bahar geldi. Ortalık yine papatya cennetine döndü. Yeniden mis gibi kokular ve yeniden pırıl pırıl günler. Muhtemelen yağmurlar yağacak ama artık üşümeyeceğiz. Soğuklar bitti, cemreler düştü. Havalar artık ısınır giderek. Biz montları, paltoları, çizmeleri, botları çıkarıp baharlık giysilerimizle dolaşmaya başlayacağız. Hafiflemek güzel baharla birlikte…
Keşke bedenlerimiz gibi ruhlarımız da hafiflese, keşke hüzünlerimizi, üzüntülerimizi, kırgınlıklarımızı da bırakabilsek kapılarımızın öbür tarafında.
Kendimizi önce affetsek, geçmiş pişmanlıklarımızdan, yapamadıklarımızdan dolayı kızmasak bu kadar kendimize.
Farkında mısınız hepimiz çok kızgınız? Kime kızgınız bu kadar, elbette önce kendimize. Veremediğimiz kilolar için, hayır demeyi bilmediğimiz için, insanların bizi kırmalarına izin verdiğimiz için, keşke dediğimiz her şey için kızgınız.
Keşke baharla birlikte ışıklarını ve sıcaklığını hissettiğimiz güneş içimizi de ısıtsa, keşke bu kızgınlıklarımızı yok etse.
Aslında dışarıya yönelttiğimiz her kızgınlığın kökeni içimizde saklı. Önce kendimize kızgın olduğumuzu gösteriyor ve önce kendimizi affedemediğimizi. O kadar kızgınız ki içimizdeki çocuğun elini bıraktığımızı fark etmiyoruz.
Çocuksu tarafımızdan koptuğumuz için de çok kızgınız kendimize. O nedenle de hiçbir hatayı affedemiyoruz. Tahammülsüz olduk her şeye ve herkese karşı. Küçük tartışmalar neredeyse katliama dönüşüyor.
Bakın mesela, geçen seçimde kaç kişinin öldüğüne dair rakamlar 6 ile 12 arasında değişiyor. Sözüm ona demokrasi adına yapılan seçimlerde tahammülsüzlük o boyutlara varıyor ki karşısındaki insanın canını bile alabiliyor birileri. Bu nasıl bir hırstır? Bir de ‘değer mi’ kısmı var, onu hiç sorgulamıyorum bile.
Çocuk gelişiminde oyuncağın rolü
Çocukların gelişim süreçleri içinde zihinsel, bedensel ve psiko-sosyal gelişimlerini etkileyen, biçimlendiren ve düzenleyen; yaratıcı yönlerini ve hayal güçlerini geliştiren, yeteneklerinin ortaya çıkmasını destekleyen her tür oyun malzemesi oyuncak olarak isimlendirilir. Oyuncak olarak değerlendirilmesi için sadece hazır yapılmış bir ürün olması gerekmez. Çocuğun oyun oynarken kullandığı her türlü materyal oyuncaktır.
Kum, kil, hamur, su, boş kutular, ipler, kağıtlar da aynı kapsam içinde yer alır. Oyuncaklar, çocuğun doğal yeteneklerini ortaya çıkarabilen ve bu yolla onun eğitimini de sağlayan oyun malzemeleridir. O nedenle oyuncaklardaki en önemli özellik bu olmalıdır. Çocuğun oynarken öğrenmesini kolaylaştıracak ve yaratıcı yönlerine hitap edecek türde oyuncaklar olmasına dikkat edilmelidir. Oyuncakları oluşturan malzemeler de çok önem taşır. Küçük parçalardan meydana gelen oyuncaklar tehlikelidir. Çocuk yutabilir ya da boğulma riski yaratabilir. Aynı şekilde sivri köşeleri ya da keskin uçları bulunan oyuncaklar da yaralanmasına yol açabilir. Bir de oyuncağın yapıldığı malzemeler önemlidir. Sağlığa zarar vermeyen boya ve maddelerden yapılmış olup olmadığına özellikle dikkat etmek gerekir.
Oyuncak seçimi ve oyuncağın önemi
Çocuk için oyun ve oyuncağın önemi kadar oyuncak seçimi de önemlidir. Çocuklar hayatı tanıma yolunda bütün deneyimlerini oyun ve oyuncaklarla edinirler. Bu açıdan oyuncaklar için, “çocuğun toplum ve çevreyle olan ilişkilerini düzenleyen bir eğitim ve araçlar sistemidir” ifadesini kullanabiliriz. Çocukların yeteneklerini ortaya çıkartacak oyuncaklar bir eğitim işlevi olarak görülebilir ve oyuncak seçiminde özellikle buna dikkat edilmelidir. Çocuk doğru oyuncaklarla renk, boyut, şekil kavramlarını öğrenecek ve bazı sayısal ya da sözel değerleri oluşturacaktır. Gelişim evreleri boyunca her çocuk oyun oynamaya ve oyuncağa büyük gereksinim duyar. Üstelik bu gelişiminin sağlıklı tamamlanabilmesi için hayati önem taşır. Her yaş ve cinsiyetteki çocuk açısından doğru oyuncaklarla oyun oynamanın ciddi yararlar sağladığı bilinmektedir.
Oyun ve oyuncaklar konusunda çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Genel olarak oyuncaklar, daha doğru bir ifadeyle oyun malzemeleri beş ayrı grupta ele alınmaktadır:
Birinci grup malzemeler: Çocuğun kendi dışındaki çevreyi tanımasını ve kendi deneyimlerini oluşturmasını sağlar. Bu malzemeler kum, toprak, kil, çamur, su ve boyalardan oluşur. Çocuk malzemeye kendisi şekil verdiği için hayal gücünü ortaya çıkartır ve tutma, kavrama ve şekil verme yönünü geliştirir.
İkinci grup malzemeler: Çocuğun yaratıcı yeteneğini ortaya çıkartması sağlayan boya, tebeşir ve çamur türü malzemelerdir. Kendi kendine birçok şekil yaratabilir.
Üçüncü grup malzemeler: Çocuğun hayal dünyasına hitap eden ve destekleyen bebekler ve hayvan figürlerinden oluşurlar. Bu oyuncaklarla oynayan çocuk kendi oyun dünyasını kurar ve içinde yer alır. Bebeklerini giydirir. Hayvanlara ses verir. Onlar gerçekmiş gibi bir hayal dünyası kurar.
Dördüncü grup malzemeler: Çocuğun bir yetişkin gibi davranabilmesini sağlayan ve becerilerini geliştiren küçük ev eşyalarıdır. Yetişkinlerin dünyasında gördüğü her şeyi taklit yoluyla kendi dünyasında uygular. Küçük mutfak aletleri, tamir malzemeleri, fırçalar bu gruba girer.
Beşinci grup malzemeler: Çocuğun hem bedensel hem de zihinsel yeteneklerinin gelişimini destekleyen jimnastik aletleri ve inşa malzemeleridir. Yapı oyuncakları da bu grupta değerlendirebiliriz.
Oyuncak seçimi bütün bu özellikler göz önünde bulundurulduğunda daha fazla önem kazanmaktadır. Maalesef silah ve tabanca da günümüzde oyuncak kavramı içinde yer almaktadır, ancak sonuçları bakımından zararları tartışılamaz. Bir çocuğa silah almanın hiçbir masum gerekçesi olamaz. Bir çocuğa silah almak demek şiddet uygulamanın ya da bir başkasına zarar vermenin masum olduğunu düşünmek kadar tehlikelidir. Birçok ebeveynin savunması “Ben almasam arkadaşında görüyor, almak zorunda kalıyorum” şeklindedir ve maalesef bunun gerçekçi bir tarafı yoktur. Çocuklar her şeyi isteyebilirler. Biz yetişkinlerin farkı da burada ortaya çıkar. Onlar her şeyi isterken biz onların isteklerini doğru yönlendirmekle görevliyiz.
Çocuğa kendisini ortaya koyabileceği, aktif olarak şekillendireceği, yeteneklerine ve hayal gücüne hitap eden oyuncaklar seçerek, var olan değerlerinin daha da gelişmesine katkıda bulunabiliriz.
Psikolog Serap Duygulu
Çocuk gelişiminde oyuncağın rolü
Çocukların gelişim süreçleri içinde zihinsel, bedensel ve psiko-sosyal gelişimlerini etkileyen, biçimlendiren ve düzenleyen; yaratıcı yönlerini ve hayal güçlerini geliştiren, yeteneklerinin ortaya çıkmasını destekleyen her tür oyun malzemesi oyuncak olarak isimlendirilir. Oyuncak olarak değerlendirilmesi için sadece hazır yapılmış bir ürün olması gerekmez. Çocuğun oyun oynarken kullandığı her türlü materyal oyuncaktır.
Kum, kil, hamur, su, boş kutular, ipler, kağıtlar da aynı kapsam içinde yer alır. Oyuncaklar, çocuğun doğal yeteneklerini ortaya çıkarabilen ve bu yolla onun eğitimini de sağlayan oyun malzemeleridir. O nedenle oyuncaklardaki en önemli özellik bu olmalıdır. Çocuğun oynarken öğrenmesini kolaylaştıracak ve yaratıcı yönlerine hitap edecek türde oyuncaklar olmasına dikkat edilmelidir. Oyuncakları oluşturan malzemeler de çok önem taşır. Küçük parçalardan meydana gelen oyuncaklar tehlikelidir. Çocuk yutabilir ya da boğulma riski yaratabilir. Aynı şekilde sivri köşeleri ya da keskin uçları bulunan oyuncaklar da yaralanmasına yol açabilir. Bir de oyuncağın yapıldığı malzemeler önemlidir. Sağlığa zarar vermeyen boya ve maddelerden yapılmış olup olmadığına özellikle dikkat etmek gerekir.
Oyuncak seçimi ve oyuncağın önemi
Çocuk için oyun ve oyuncağın önemi kadar oyuncak seçimi de önemlidir. Çocuklar hayatı tanıma yolunda bütün deneyimlerini oyun ve oyuncaklarla edinirler. Bu açıdan oyuncaklar için, “çocuğun toplum ve çevreyle olan ilişkilerini düzenleyen bir eğitim ve araçlar sistemidir” ifadesini kullanabiliriz. Çocukların yeteneklerini ortaya çıkartacak oyuncaklar bir eğitim işlevi olarak görülebilir ve oyuncak seçiminde özellikle buna dikkat edilmelidir. Çocuk doğru oyuncaklarla renk, boyut, şekil kavramlarını öğrenecek ve bazı sayısal ya da sözel değerleri oluşturacaktır. Gelişim evreleri boyunca her çocuk oyun oynamaya ve oyuncağa büyük gereksinim duyar. Üstelik bu gelişiminin sağlıklı tamamlanabilmesi için hayati önem taşır. Her yaş ve cinsiyetteki çocuk açısından doğru oyuncaklarla oyun oynamanın ciddi yararlar sağladığı bilinmektedir.
Oyun ve oyuncaklar konusunda çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Genel olarak oyuncaklar, daha doğru bir ifadeyle oyun malzemeleri beş ayrı grupta ele alınmaktadır:
Multipl Skleroz yani kısa adıyla MS aslında birçoğumuzun adını duyduğu, bildiği nörolojik bir hastalık. Beyin ve omuriliğin birçok farklı alanını etkilediği için Multipl deniliyor çünkü; belirtileri kişiden kişiye değişiklik gösteriyor, şiddeti azalıyor ya da artıyor. Skleroz deniliyor, çünkü; bu hastalıkta vücudun hasarlı bölgelerinde sklerozan adıyla bilinen plaklar yani sertleşmiş dokular oluşuyor. MS kesinlikle bir akıl hastalığı ya da psikolojik bir sorun değil. Kesinlikle bulaşıcı da değil. Ancak hala tam olarak tedavi edilemiyor.
Özellikle 20 ile 40 yaşlar arasında belirtiler ortaya çıkıyor. Bu yaş aralığı dışında görülme sıklığı çok nadir. Kadınların MS’e yakalanma oranları da erkeklerden daha fazla. Ayrıca MS hastası bir kadın hamile kalabilir ve çocuk sahibi olabilir.
MS hastalığının tedavisi için yıllardır çok ciddi araştırmalar yapılmakta ve yeni tedavi yolları araştırılmaktadır. Şu anki tedavi yöntemleri hastalığının gidişatını ve atakları hafifletmeye ve hastanın konforunu, yaşam kalitesini artırmaya yöneliktir. MS hastalarının yaşadığı en önemli sorun, hastalığa ait fiziksel sorunların dışında bu hastalıkla ilgili kaygıları oluyor. Birçoğumuz hastalığın adını duymuş olsak da hastalığın seyrinin nasıl olacağı konusunda kesin bir durum söz konusu değil. Her insanda farklı belirtilerle ortaya çıktığı gibi, hastalığın yıllar içindeki gidişatı da farklı oluyor. Bu belirsizlik bile hastaların kaygısını artırabiliyor. Birçok MS hastası gelecekle ilgili çok ciddi endişeler yaşıyor. Hatta pek çok MS hastası evlenmekten korkuyor, evlense bile bunu eşine ve eşinin ailesine nasıl açıklayacağını bilemiyor. Hatta bazıları açıklamıyor.
Aynı şekilde iş hayatları ile ilgili ve beslenmeleriyle ilgili önemli sorunlar yaşıyorlar. MS hastalığı şu an tıbbın bile tam olarak neden kaynaklandığına cevap bulamadığı bir hastalık. Elbette ki hastaların da soru ve sorunlarının olması doğal. İşte tüm bu soru ve sorunlar bazı kurumları ve ilaç firmalarını da harekete geçirmiş ve MS Derneği ile Novartis iş birliğiyle müthiş güzel ve anlamlı bir proje başlatmışlar. ‘’Gülümseten turne’’ adıyla gerçekleştirilecek projenin sloganı da ‘’Yol Arkadaşımsın’’ olarak belirlenmiş.
Ben de bu projede yer alıyorum ve bundan dolayı çok mutluyum. Peki gülümseten turne ile ne yapacağız? Çok değerli uzmanlarla birlikte Türkiye genelinde 14 ilde MS hastaları ile buluşup sohbet edeceğiz. Sorularını yanıtlamak için onlarla bir araya geleceğiz. İlk durağımız 15 Mart Cumartesi günü Samsun olacak. Canik Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek etkinlik saat 19:00’da başlayacak. Ücretsiz olan etkinlik herkese açık. Gideceğimiz diğer iller ve tarihler işe şöyle:
Muhtemelen siz ya da yakınlarınız MS’i duydunuz veya MS hastası olabilirsiniz. Bu konuda ne kadar çok insana ulaşırsak o kadar mutlu olacağız. Gülümseten turnemizi siz de çevrenizde duyurabilirseniz çok sevinirim.
Hepimiz stresin insan sağlığı için ne kadar olumsuz bir durum olduğunu duyarak ve öğrenerek yetiştik. Günlük hayatın içinde bu kelimeyi rahatça kullanarak, en olumsuz anlarda bile stresin arkasına saklandık. Sandık ki; stres altında her şey ters gidecek, kötü olacak. Stres olmazsa öğrenciler en yüksek notları alacak, çalışanlar işyerlerinde daha verimli çalışacak, insanlar mutlu dertsiz ve tasasız olacak. Yine sandık ki hiç kimsenin sağlığı bozulmayacak ve her şey istediğimiz gibi yolunda gidecek.
Peki ya böyle değilse? Ya stres faydalı ve kontrol edebileceğimiz bir duyguysa. Stres altında daha başarılı olabilseydik ve daha sağlam kararlar alabilseydik muhteşem olmaz mıydı?
Aslında tam da böyledir. Stres motivasyonun en önemli itici gücüdür. Stresi eğer doğru kullanabilir ve yönlendirebilirsek yaşamsal kaynağımız olur. Stres, yıllardır öğrendiğimiz kadar kötü bir duygu hali olsaydı ve stres altında sağlıklı kararlar alınamasaydı, bütün üst düzey yöneticilerin erken yaşta hayatlarını kaybetmiş, birçok firmanın batmış, hatta çok yüksek miktarlarda paraya hükmeden insanların stresten kaynaklanan sağlık sorunlarıyla boğuşuyor olmaları gerekirdi. Oysa bugün görüyoruz ki, büyük firmaların tepe noktasındaki insanların neredeyse tamamı orta yaşlarını çoktan aşmış, son derece sağlıklı ve enerjik bireyler.
Stres üzerine yapılan araştırmalar gösteriyor ki, stres kontrol edilebilirse hepimiz için çok değerli bir güç haline dönüşebilir. Stresin yararlı ya da zararlı olması tamamen kişisel tutumlarımıza bağlıdır. Su nasıl hayatımızın vazgeçilmez yaşamsal bir kaynağıysa, stres de kontrol altına alınabildiği ve yönetilebildiği sürece yararlıdır. Aslında şöyle ifade etmek daha doğru olur: Su yararlıdır çünkü su içmezseniz ölebilirsiniz. Aynı şekilde su zararlıdır çünkü yüzme bilmiyorsanız ve bu durumda boyunuzu aşan suya girerseniz boğulup ölebilirsiniz. Stres de tam anlamıyla durumları ve olayları algılayış biçimidir. Stres hayatımızın hemen hemen her aşamasında vardır ve nasıl etki edeceği verdiğimiz tepkilere bağlıdır.
‘’Stresine sahip çık’’ ismiyle yazdığım kitabımı da stres hakkında akademik bilgiler vermek için yazmadım. Bu tarz bilgileri zaten her yerde bulmanız ve okumanız mümkün. Benim amacım, stres ve olumsuz etkilerinin psikolojik boyutunu ortaya koyarak, kontrol altına alınabildiği sürece stresin ne kadar olumlu sonuçlar doğurabileceğini anlatmak.
Kitabın içeriğinde “Evlilikte Stres, İş Hayatında Stres, Çocuklarda Stres, Sınav Kaygısı ve Stres” gibi bazı konu başlıklarını özellikle vurgulamak istedim. Bu başlıklar altında tüm bireylerin karşılaşabileceği stres kaynaklarını ayrı konular olarak yazmayı tercih ettim. Konularla ilgili çözüm önerilerini ise o konunun içinde vermeyi uygun buldum.
Tüm bunların dışında hepimize uygun genel ve ayrıntılı önerileri, “Stresle Başa Çıkmak” başlıklı bölümde günlük hayatın içinden örnekler vererek aktarmaya çalıştım.
9 Mart 2014 Pazar günü saat 14.00- 16.00 arasında Yeşilköy CNR Kitap Fuarında ilk kitabımı imzalıyorum. Hayat Yayınlarından çıkan kitabımın imza gününde tüm okuyucularımı görmekten mutluluk duyarım. Davetlimsiniz.
Çevremizde yaşanan her türlü olumsuzlukta insan olarak tepki gösteriyoruz. Bize ne oldu, neden bu kadar duyarsızlaştık diyoruz. Bazen isyan ediyor, artık düzelemez noktalara geldiğimizi düşünüyoruz. Haklı mıyız, evet haklıyız.
Ancak bu noktaya gelmekte kendi kusurlarımızı görebiliyorsak, ne kadar iki yüzlü bir topluma dönüştüğümüzü kabul edebiliyorsak durum o kadar ümitsiz değil demektir. Hala birçok şeyi düzeltme şansımız vardır.
Kendimizi sorgulamadan, yani çok bildiğimiz o sözde olduğu gibi ‘İğneyi kendimize, çuvaldızı başkalarına batırmadan’ dürüst olduğumuzdan da söz edemeyiz.
İki yüzlüyüz çünkü başkaları yaptığında kınadığınızı, aynı fırsatı ele geçirdiğinizde siz de yapıyorsanız hiç şikayet etme hakkınız kalmıyor.
Mesela;
Bütün bu yazdıklarıma ‘asla, hayatta yapmam, hiç benim tarzım değil’ diyorsanız hemen dönüp sırtınıza bakın. Muhtemelen hidayete erdiniz ya da şeffaf kanatlarınız çıkmak üzeredir. Bundan sonraki hayatınıza melek olarak devam edebilirsiniz. Yok, hala kanatlarınız çıkmamışsa kalbinize, vicdanınıza, düşüncelerinize ve duygularınıza yeniden göz atın. Yüzleşmekten kaçındıkça yapılan yanlışların doğru olduğunu düşüneceksiniz. Oysa yanlış, yanlışla düzelmez ve herkes yanlış yapmaya devam ederse doğruya asla ulaşamayız.
Kendimizle yüzleşmek, kendimiz için istediklerimizi başkaları için de isteyebilmektir. Kendimizi layık gördüğümüz her güzelliğe başkalarının da layık olduğunu bilmektir. Başkaları yaptığında yanlış diye eleştirdiklerimizi başkalarına yapmamaktır.
İnsan olmanın en önemli şartı, kendinin ve yaptıklarının farkında olmaktır.
Anne olmak pek çok açıdan önemlidir çünkü kadın bedeni bu görevi yerine getirmek amacıyla bazı işlevlerle donatılmıştır. Biyolojik olarak bir bebeği besleyip büyütmek, koruyup onu sağlıkla dünyaya getirmek ve doğumdan sonraki yaşam sürecinde de onunla birebir ilgilenmek üzere programlanan anne bedeni, bütün bu işlevleri yerine getirmek üzere hazırdır. Tüm bunlar bilindiği gibi hormonlar tarafından yürütülen bir dizi karmaşık işlemlere dayanan biyolojik, fiziksel ve elbette psikolojik etkileşimler demektir. Bebek, annenin bedeninde kendisi için hazırlanmış sıcak ortamında büyürken aslında annenin bütün vücudunda anneyi doğrudan etkileyen hormonal fırtınalar kopmaktadır.
Burada tüm hamileliği doğrudan ilgilendiren en önemli faktör strestir ve buna bağlı olarak anne adayı bazı endişeler yaşamaktadır:
Anne adayı, eşiyle ve bebeğiyle iyi bir iletişim kurup kuramayacağı gibi pek çok sıkıntı yaşayabilir. Oysa biliyoruz ki hamilelik dönemi bir kadının yaşayabileceği en özel anlardan birisidir ve mümkün olduğunca keyifli geçirilmelidir. Yine bilinmelidir ki yaşanan bütün duygusal karmaşalar ve endişeler aslında döneme özgüdürler, doğumdan kısa süre sonra yok olurlar. Dolayısıyla hamilelikte sağlıklı ve rahat bir yaşam tarzını benimseyebilmek için bazı püf noktalarını bilmek gerekir. Öncelikle hamilelikte üç önemli etken vardır;
Hamilelikle birlikte anne adayının yaşadığı bu korku durumunu atlatabilmesi için yapması gerekenleri gözden geçirmekte fayda var;
Hamilelik sırasında en büyük görev baba adayına düşmektedir. Anne adayına bu sıkıntılı süreçte destek olmak ve yanında olduğunu hissettirmek önemlidir. Kilo almak, fiziksel bir takım değişiklikler yaşamak hamileliğin doğal süreci içinde beklenen bir durum olsa da anne adayını en çok sıkıntıya sokan konu budur. Artık beğenilmediğini, eski bedensel görüntüsüne kavuşamayacağını düşünen anne, hormonların da yol açtığı aşırı hassasiyet nedeniyle önemli psikolojik sıkıntılar yaşayabilir.
Her şeyin ötesinde hamilelik, insan yaşamının doğal bir sürecidir ve aşılamaz bir sorun olarak algılanmamalıdır. Son derece özel bir dönem olması sebebiyle fiziksel ve psikolojik olarak bazı değişiklikler yaşanması da normaldir.
HAFTA HAFTA HAMİLELİK
Anne olmak pek çok açıdan önemlidir çünkü kadın bedeni bu görevi yerine getirmek amacıyla bazı işlevlerle donatılmıştır. Biyolojik olarak bir bebeği besleyip büyütmek, koruyup onu sağlıkla dünyaya getirmek ve doğumdan sonraki yaşam sürecinde de onunla birebir ilgilenmek üzere programlanan anne bedeni, bütün bu işlevleri yerine getirmek üzere hazırdır. Tüm bunlar bilindiği gibi hormonlar tarafından yürütülen bir dizi karmaşık işlemlere dayanan biyolojik, fiziksel ve elbette psikolojik etkileşimler demektir. Bebek, annenin bedeninde kendisi için hazırlanmış sıcak ortamında büyürken aslında annenin bütün vücudunda anneyi doğrudan etkileyen hormonal fırtınalar kopmaktadır.
Burada tüm hamileliği doğrudan ilgilendiren en önemli faktör strestir ve buna bağlı olarak anne adayı bazı endişeler yaşamaktadır:
Anne adayı, eşiyle ve bebeğiyle iyi bir iletişim kurup kuramayacağı gibi pek çok sıkıntı yaşayabilir. Oysa biliyoruz ki hamilelik dönemi bir kadının yaşayabileceği en özel anlardan birisidir ve mümkün olduğunca keyifli geçirilmelidir. Yine bilinmelidir ki yaşanan bütün duygusal karmaşalar ve endişeler aslında döneme özgüdürler, doğumdan kısa süre sonra yok olurlar. Dolayısıyla hamilelikte sağlıklı ve rahat bir yaşam tarzını benimseyebilmek için bazı püf noktalarını bilmek gerekir. Öncelikle hamilelikte üç önemli etken vardır;
Hamilelikle birlikte anne adayının yaşadığı bu korku durumunu atlatabilmesi için yapması gerekenleri gözden geçirmekte fayda var;
Hamilelik sırasında en büyük görev baba adayına düşmektedir. Anne adayına bu sıkıntılı süreçte destek olmak ve yanında olduğunu hissettirmek önemlidir. Kilo almak, fiziksel bir takım değişiklikler yaşamak hamileliğin doğal süreci içinde beklenen bir durum olsa da anne adayını en çok sıkıntıya sokan konu budur. Artık beğenilmediğini, eski bedensel görüntüsüne kavuşamayacağını düşünen anne, hormonların da yol açtığı aşırı hassasiyet nedeniyle önemli psikolojik sıkıntılar yaşayabilir.
Her şeyin ötesinde hamilelik, insan yaşamının doğal bir sürecidir ve aşılamaz bir sorun olarak algılanmamalıdır. Son derece özel bir dönem olması sebebiyle fiziksel ve psikolojik olarak bazı değişiklikler yaşanması da normaldir.
Çocuğunuzu nasıl yetiştiriyorsunuz? Olduğu gibi mi, olmasını istediğiniz gibi mi? Anne baba olarak bu önemli sorunun yanıtını bulmanız çok önemli. Çünkü görüyoruz ki, birçok anne baba kendi çocukluklarında olmak isteyip olamadıkları ne varsa çocuklarında gerçekleştirmeye çalışıyor ve geçmiş yaralarını çocukları üzerinden tedavi etmeye çalışıyor. Oysa geçmiş geçmişte kaldı ve onu bugüne taşımak hatta çocuklarımıza bir elbise gibi giydirmeye çalışmak çok büyük yanlış.
Farkında değiliz ama kişiliğine uygun değil, beklentilere uygun yetiştirilen çocukların kişilikleriyle toplumsal rolleri arasında ciddi uyumsuzluklar oluşuyor. Çocuğun kişiliğine saygı duymak, doğrudan anne babanın kendine güven duyan bireyler olmasıyla da yakından ilgili. Kendisine güvenli anne babalar çocuklarının kişiliklerine ve yatkınlıklarına uygun gelişimine destek veren ebeveynlerdir. Çocuklarını istemedikleri alanlara yönlendirmezler, zorlamazlar.
Bugün birçok uzmanın hemfikir olduğu nokta, çocuklardaki takıntıların ve yüksek kaygının nedeninin öncelikle genetik yatkınlıklar, sonra da titiz ve müdahaleci anne baba tutumları olduğudur.
"Kutsal Annelik" diye bir kavram yoktur. Kavramlar altında boğulmayın ve kendinizi ezmeyin. En iyi anne çocuğunun ihtiyaçlarına yanıt veren annedir. Anne baba olmak, çocuklar adına hedefler yaratmak değil, çocukların kendilerine uygun hedefler geliştirip bu hedeflere ulaşmasına rehberlik etmektir. Çünkü yaptıkları ve yapmadıklarıyla tüm ebeveynler, çocuklarının hayatını değiştirme, yaratma, bozma, düzenleme veya yok etme potansiyeline sahiptir.
Annesinin rol model olduğu ya da ilgi ve sevgisiyle kayıtsız şartsız desteklediği çocuklar kendi hedeflerini belirleyerek, o hedeflere ulaşma sorumluluğunu erken yaşta kazanırlar. Bir çocuk için silik, kendine güvensiz, kararsız ve amaçsız bir anne kadar ezici bir örnek olamaz. Lütfen önce kendiniz için bir şeyler yapın, çocuklarınızdan önce kendi hayatınızı değiştirip geliştirmeye çalışın.
Bütün amacınız çocuklarınız ve çocuklarınızın okulları, başarıları, dersleri, notları, gelecekte ne olacakları olmasın. Kendi hayatınız olsun, kendi hayatınızla ilgili hedefleriniz olsun. Sizin hedefler belirlediğinizi ve bu uğurda çaba harcadığınızı gören çocuklarınız da kendilerine uygun seçimler yapmakta kararlar almakta zorlanmayacaklar ve aldıkları kararların sorumluluğunu taşıyacaklardır. Sorumluluk dediğimiz kavram sonradan verilmez, insan hayatına monte edilen bir duygu değildir. Çok erken yaşlarda yaşayarak ve kararlar alarak yaşanılan, hayata geçirilen bir durumdur. Çocuğunuza erken yaşta vermeyip, onun adına sizin yaptığınız sorumluluklar, aslında çocuğunuzun gelişiminin önüne koyduğunuz engellerdir.
Bugün yaşadığımız sorunların temelinde yatan da bu sorumluluk ve hak etme duygusunda yaşadığımız karmaşadır. Çünkü geçmişte ev işlerine çocuklar da yardım ederdi ve ödevler çocukların ödeviydi. Şimdi bütün işleri anne babalar yapıyor, ödevler de anne babaların ödevi olmuş durumda.
Çocuklarınızın yapmaları gereken ama yardım etmek adına sizin yaptığınız her görev, gelecekte almaları gereken sorumlulukları öğrenmelerinin önündeki engeldir. Onlar adına yaptığınız şeyler aslında pişerek, deneyerek öğrenmeleri gerekenleri öğrenememeleri anlamına gelir.