Günümüzde pek çok hastalığın cerrahi tedavisinde ameliyat kesileri küçülmekte. Benzer olarak son yıllarda halk arasında iman tahtası diye adlandırılan göğüs kemiğinin kesilmesi yerine, minimal invaziv denen küçük kesilerle kalp ameliyatları tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de gerçekleştirilebilmekte. Bu konuda Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniğinde görevini sürdürmekte olan Prof. Dr. Haşmet Bardakçı ile konuştuk.
Öncelikle dünyada ve Türkiye’de Kalp Cerrahisinde durum nedir? Ne kadar hastanın cerrahiye ihtiyacı oluyor?
Sayısal bazda baktığımızda kalp cerrahisinde oranlar önemlidir. Basitçe dünyada yılda bir milyon nüfusa bin ameliyat ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Her bin doğumda da 4 bebeğin cerrahi gerektiren kalp problemi oluyor. Bu oran ülkemiz için de geçerli olup Türkiye’de yıllık toplam 80 bin civarında açık kalp cerrahisi gerçekleştirmekteyiz. Erişkin grubunda yapılan bu ameliyatların yaklaşık üçte ikisi koroner by-pass, üçte birini de kapak ameliyatlarını oluşturmakta.
Cerrahi tekniklerde değişiklikler var mı?
Kesinlikle. İşin gerçeği dünyada standart Kalp ve Damar Cerrahisi’nde teknik çok oturmuş durumda. Ancak teknolojinin gelişmesi, deneyimin artması, nüfusun yaşlanması, genç nüfusta estetik kaygılar ve yaşam kalitesi farkındalığının daha ön plana çıkması ile ameliyat tekniklerinde de değişiklikler olmakta. Örneğin klasik cerrahide kalbi durdurmak için kullanılan kalp akciğer makinesinin yan etkilerinden korunmak için atan kalpte yaptığımız ameliyat sayıları on yıl öncesine göre çok daha fazla. Eskiden bir veya iki damara yapılan atan kalpte by pass’ı özel aletleri kullanarak tüm damarlara uygulayabiliyoruz. Kapak hastalıklarında yapay kapak takmak yerine, hastanın kapağı uygunsa ilk tercihimiz kendi kapağını tamir etmek. Bu sayede hastalar kan sulandırıcı ilaçların yan etkilerinden korunmuş oluyor. Bunlara ek olarak ameliyatlar daha küçük kesilerle gerçekleştirilebiliyoruz. Laparoskopik ve robotik yöntemler diğer cerrahilerde olduğu gibi kalp cerrahisinde de gündemde.
Küçük kesi ile ameliyat yaygın olarak yapılabiliyor mu?
Tüm dünyada gittikçe artan oranlarda tercih edilmekte. Klasik kalp cerrahisinde başarısını kanıtlamış, minimal invaziv cerrahi dediğimiz küçük kesilerle ameliyat konusunda eğitim alıp bu konuda kendini geliştirmiş cerrahlar ve ekipleri bu tedaviyi güvenle uygulayabilmekte. Ülkemizde de bu tekniği başarı ile uygulamaktayız.
Meme kanseri, kadınlarda en sık görülen kanser türü olarak sağlık gündeminin ilk sıralarındaki yerini korumaya devam etmekte ve günümüzde, 85 yaşına ulaşan 8 kadından birinde meme kanseri gelişmektedir. Ancak sevindiricidir ki, son yıllarda erken tanının önemi konusunda gösterilen çabalar sayesinde, yeni tanı konan meme kanserlerinin yüzde 75’i erken evrede yakalanabilmektedir. Meme kanseri tedavisinde amaç, hastalığı kontrol altına alarak bu hastalara daha uzun ve sağlıklı bir yaşam sunabilmektir. Ancak bunların yanı sıra, vücudun şeklini korumak veya yeniden oluşturmak da artık meme kanseri tedavisinin bir parçası sayılmaktadır. Meme rekonstrüksiyonu yani meme yapımı hakkında hafta boyunca sizlerden gelen sorular doğrultusunda halen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı’nda görevini sürdürmekte olan Prof. Dr. Sühan Ayhan’la konuştuk.
- Öncelikle meme kanseri sonrası mastektomi yapılan hastalar psikolojik olarak nasıl etkilenmekte ve neden tekrar meme yapımını istemektedir?- Meme kanseri ile yüz yüze gelen hastalarda endişe, kızgınlık ve depresyon son derece sık görülmektedir. Bir kadında memenin kaybedilmesine bağlı olarak ayrıca birtakım duygusal yanıtların ortaya çıkması son derece doğaldır. Bunların arasında şekil bozukluğu ve beden imgesinin bozulması önde gelir. Bu durum hastanın vücudunun bir parçasının kaybı ile kendini eksik hissetme şeklinde kendini gösterir. Sütyen içine yerleştirilen meme protezlerini kullanan kadınlar, bunların kullanımının ne kadar zor ve yaşam kalitesini etkileyen bir durum olduğunu bilir. Yazları sürekli terleme veya mayo giyerken zorlanma, yere doğru eğilince sütyenin içinden kayarak düşme olasılığı, protezin sürekli orada varlığını hissetmek veya düşünmek kolay baş edilecek bir durum değildir.
- Memesi alınan hastalarda tekrar meme yapmak mümkün mü?- Evet mümkün... Meme rekonstrüksiyonu, bu bağlamda oldukça yararlı bir işlem olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü meme onarımı uygulanan hastaların çoğunun kendine güveninin arttığı ve sosyal çekinikliklerinin azaldığı biliniyor. Meme onarımı, kanser hastasının kendini toparlamasına ve hastalığı ile daha etkin bir şekilde mücadele etmesine yardımcı bir unsur ve hastayı dış protezlerden kurtararak yaşam kalitesini artıran bir uygulama olarak da kabul edilebilir.
- Peki kimlere yeniden meme yapılabilir?- Memesi önceden alınmış ya da alınacak olan tüm hastalar meme onarımı için adaydır. Ancak bu ameliyat, bu hasta grubunun tümüne uygulanamayabilir. Hastalığın evresi önemlidir. Erken evrede (Evre 1 ve 2) yakalanan hastalar bu işlem için en kuvvetli adaylardır. Ancak, daha ileri evrede yakalanan ve tedavileri tamamlanan hastalar da belli bir süre bekledikten sonra yeniden meme sahibi olmak için ameliyat edilebilirler.
- Meme onarımının zamanlaması nasıl olmalıdır?- Meme onarımı, zamanlama açısından iki dönemde yapılabilir. Bunlardan biri eş zamanlı ya da anında onarımdır. Bu durumda, meme kanseri tanısı konulmuş hastalarda, meme ameliyatının gerçekleştirildiği seansta yeniden meme yapılması söz konusudur. Böylece hasta meme ile girdiği ameliyattan memesiz olarak değil, yeni bir meme ile çıkmaktadır. Erken evrede yakalanan meme kanserli hastalar, eş zamanlı onarım için uygun adaylardır.
İleri evrede tanı konan, ya da radyoterapi uygulanacak hastalara, hastalıksız geçirdiği birkaç yıldan sonra onarım uygulanması daha doğru bir yaklaşımdır. Buna da geç dönem onarım denir.
- Meme rekonstrüksiyon ameliyatlarında hangi yöntemler kullanılmaktadır ve bu yöntemler hangi kriterlere göre seçilmektedir?- Yeniden meme oluşturmak için teknik olarak önümüzde iki seçenek vardır: Ya hastanın kendi dokusu kullanılacak, ya da önce doku genişletici balonlar ile meme derisi genişletildikten sonra silikon protezler ile onarım uygulanacaktır. Bu iki yöntemin birbirlerine üstün ve zayıf özellikleri bulunmaktadır. Bu özellikler her hasta için ayrı ayrı değerlendirilmeli, hastaya ayrıntılarıyla anlatılmalı ve onarım yöntemine hasta ile birlikte, hastanın durumuna göre karar verilmelidir.
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz karaciğer nakli.
Karaciğer, vücudumuzun en önemli organlarından biridir. Karnımızın sağ üst tarafında bulunur ve metabolizma, yapım, yıkım, depolama, kanın temizlenmesi gibi birçok fonksiyonu vardır. ‘Vücudun fabrikası’ diyebileceğimiz bu organın işlevsiz hale gelmesi, ‘karaciğer yetmezliği’yle sonuçlanır. Bu durumda tedavi, ‘karaciğer nakli’dir.
Bu hafta köşemizde karaciğer nakli ile ilgili Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi doktorlarından Doç. Dr. Deniz Balcı ile sizlerden gelen sorular doğrultusunda konuştuk:
- Öncelikle karaciğeri nakil gerektiren duruma getirebilecek en önemli sebepler nelerdir?- Karaciğerin geriye dönüşümsüz olarak yapısının bozulması olarak tanımlanan siroz hastalığında ortaya çıkan şikayetlerin ve bulguların kalıcı olarak tek tedavisi karaciğer naklidir. Ülkemizde erişkinlerde en sık siroz hastalığına yol açan nedenler arasında Hepatit B ve Hepatit C virüs enfeksiyonları, karaciğer kanserleri, alkol bağımlılığı, ileri düzeyde karaciğer yağlanması görülürken; nadir olarak ta doğumsal metabolik ve yapısal hastalıklar neden olmaktadır.
- Karaciğer nakillerinin ülkemizde görülme sıklığı nedir?- Karaciğer hastalıkları toplumlarda her geçen gün daha fazla görülmekte olup; karaciğer yetmezliği ile sonuçlanan hastalıklarda son dönemde yapılan karaciğer nakli böbrek naklinden sonra en sık 2. organ nakil türüdür. Ülkemiz geçen sene itibari ile dünyada en çok canlı vericili karaciğer nakli yapılan ülkelerden biri olmuştur. 2013 yılı içerisinde ülkemizde yaklaşık bin 250 kişiye karaciğer nakli gerçekleştirilmiştir. Bunlardan bin kişisine canlı vericiden, yaklaşık 250 kişiye ise kadavradan bağışlanan organlarla karaciğer nakli gerçekleştirilmiştir.
EŞ ZAMANLI İKİ BÜYÜK AMELİYAT
- Peki, karaciğer nakli nasıl yapılmaktadır?
Bölgesel aşırı terleme, koltuk altı, el ve ayakta normalden çok fazla üretilen ter olarak tanımlanabilir. Sosyal hayatı oldukça olumsuz etkileyen, yaşamı zorlaştıran bu önemli sorunu ve çözüm yöntemlerini Dr. Esin Özdemir Barak ile konuştuk:
* Aşırı terleme nedir, vücudun hangi bölgelerinde sık görülür?
Terleme, sinir sistemimiz tarafından kontrol edilen fizyolojik bir olaydır. Terleme ile fazla ısınan vücut soğutulur böylece vücudun ısısının sabit tutulması sağlanır. Bölgesel aşırı terleme yani hiperhidrozis olan kişilerde koltuk altı, el ve ayaklarda normalden 4-5 kat fazla ter üretilir. Bu kişilerde beyinden sinir uçlarına giden, terlemeyi yöneten uyarılarda aşırı duyarlılık, yani fazla çalışma söz konusudur. Hastaların ek hastalığı olmaksızın, ter bezlerinin yapı ve sayısı normalken, bezlerin çalışmaları aşırı olmaktadır. Bu hastalarımızda duygusal stresler, korku, heyecan, sinirlenmek, fiziksel aktiviteler ve tabii sıcak hava aşırı terlemeyi başlatır.
*Kimler bu hastalıktan etkileniyor?
Bölgesel hiperhidrozis toplumun yüzde 1-2’sinde görülür. Bu kişilerin yüzde 60-80’inde aile hikayesi yani genetik yatkınlık vardır. Genellikle el içi ve ayak terlemeleri çocuklukta, koltuk altı terlemesi de ergenlikte başlar.
-Aşırı terleme hastayı nasıl etkilemekte, ne şikayetlere yol açmakta?
-Kıyafetlerde kol altlarında ter lekeleri, sürekli nemli avuç içleri, ıslak ayaklar başlıca şikayetlerdir. Hastaların el sıkarken utandıklarını, kağıt ve çalıştıkları her türlü malzeme ıslandığı için okul ve iş yaşamında sorun yaşadıklarını görüyoruz. Giderek sosyal ve spor aktivitelerden kaçınma başlıyor. Bütün bunlar hastaların yaşam kalitesini ileri derecede olumsuz etkiliyor.
ÇIBAN VE MANTAR RİSKİ
Sevgili okurlar bu hafta konumuz Alzheimer hastalığı. Halk arasında bunama olarak bilinen bu hastalık, özellikle ilerleyen yaşlarda görülmektedir. Biz de bu konuyla ilgili bu hafta köşemizde Ankara TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından nöroloji uzmanı Doç. Dr. Erdal Eroğlu’nu konuk ettik. Hafta boyunca sizlerden gelen sorular doğrultusunda Alzheimer Hastalığı’nı konuştuk.
- Öncelikle Alzheimer Hastalığı nedir?- Alzheimer Hastalığı (AH) demansa (bunamaya) yol açan hastalıklar arasında en sık görülenidir. Tüm demansların yaklaşık yüzde 65-70’ini AH oluşturmaktadır. Bu hastalığın genellikle 65 yaş üstü hastalık olduğu bilinse de 40’lı yaşlarda da görülebileceği unutulmamalıdır. AH, sinsi başlangıçlı, genellikle yavaş olarak ilerleyen ve çoğu hastada bellek problemleriyle kendini gösteren nörodejeneratif (sinir hücresi harabiyeti) bir beyin hastalığıdır.
- Alzheimer hastalığı kalıtsal mıdır?- AH de kalıtımsal geçiş kanıtlanmıştır, ancak Alzheimer tipi demansların sadece yüzde 3’ü ailesel geçiş gösterir ki bunların da çoğu erken yaşlarda başlarlar. Geriye kalan büyük çoğunluğu ise kalıtımsal geçiş göstermezler ve bunlar daha ileri yaşlarda bu hastalığa yakalanırlar. Yakın akrabalarınızda AH varsa, bu sizin ya da çocuklarınızın ileride hasta olacağınız anlamına gelmez. Ancak ailesinde AH olanlarda bu risk olmayanlara göre 3-4 kat kadar daha fazladır.
- Peki her unutkanlığı olan Alzheimer Hastası mıdır?- Her unutkanlığı olan hastaya AH tanısı konulmaz. Çünkü, unutkanlığın sebebi yaşa bağlı unutkanlık ya da hafif bilişsel bozukluk dediğimiz durumlara bağlı da olabilir. AH tanısını koyabilmek için bilişsel fonksiyonlarımızdan en az iki tanesinde bozukluk tespit edilmeli ve bu bozuklukların hastanın günlük yaşam aktivitelerini bozmuş ya da performansını düşürmüş olması gerekmektedir.
MUTLAKA ARAŞTIRILMALI
- Hayatımızda ne gibi değişiklikler olursa Alzheimer Hastalığı’ndan şüphelenmeliyiz?- Aşağıdakilerden birisi ya da birkaçı olduğunda mutlaka nöroloji uzmanına müracaat edilmeli ve gerekli testler ve tetkikler yapılarak demans olup olmadığı araştırılmalıdır:
İş becerilerini etkileyen bellek bozukluğu. Her zaman yapılan ve iyi bilinen görevleri yaparken zorlanma. Lisan fonksiyonları ile ilgili sorunlar (kelime bulma güçlüğü, yanlış kelime kullanma, cümle kurmada zorluk çekme gibi)
Bu yeni yöntemi ve hangi durumlarda kullanıldığını, karaciğer tümörlerinin tedavisindeki önemini Ankara Kudret International Hospital doktorlarından genel cerrahi uzmanı Dr. Burak Kavlakoğlu ile hafta boyunca sizlerden gelen sorular doğrultusunda konuştuk:
* Karaciğer Tümörlerinde Radyofrekans Ablasyon(RFA) nedir?
Karaciğer tümörleri onkolojik cerrahi ile uğraşan cerrahların sıklıkla karşılaştıkları tümörlerdir. Toplumda oldukça sık rastladığımız hepatit-B zemininde gelişen hepatoselüler karsinom dediğimiz karaciğerin primer tümörleri son yıllarda önemli bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Gelişen radyofrekans ablasyon (RFA) teknolojisi, karaciğerde bulunan kanser hücrelerinin ısı enerjisi kullanılarak tedavisinde ufuklar açmaya başlamıştır. Çoğu zaman RFA olarak da adlandırılan radyofrekans ablasyon, kanser için bir minimal invaziv tedavi yöntemidir.
* RFA en sık hangi karaciğer tümörlerinde mi kullanılır?
RFA en sık hepatosellüler karsinoma olarak adlandırdığımız kronik hepatit-siroz zemininde gelişen karaciğerin kendi hücrelerinden kaynaklanan tümörlerde ve kalın bağırsak kanserlerinin karaciğere olan metastazlarında kullanılmaktadır. Hastanemizde de kullandığımız yeni nesil bipolar radyofrekans kaynaklı termo terapi (RFITT) cihazı ile karaciğer tümörleri güvenle tedavi edilebilmektedir. Bu cihaz çıkarılması mümkün olmayan, cerrahi sırasında çıkarılabilen tümörlerin yanı sıra karaciğerin karşı lobunda çıkarılamayacak bölgedeki tümörleri veya tedavi sonrası tekrarlayan tümörleri tedavi etmede güçlü bir alternatiftir.
İLAÇ KULLANIMINA DİKKAT EDİLMELİ
* RFITT tedavisine nasıl hazırlanmalıyız, yani hastayı nasıl hazırlamalıyız?
Öncelikle bitkisel ürünler dahil tüm kullandığınız ilaçları ve özellikle örneğin aspirin gibi kan sulandırıcı ilaçları doktorunuza söylemeniz gereklidir. Bu tedaviden belli bir süre önce bu ilaçların kesilmesi gerekir. Herhangi bir ilaca alerjiniz varsa bunu da söylemelisiniz. Gebelerde bu yöntem çok zorunlu olmadıkça uygulanmamalıdır. Uygulamadan önceki gece saat 24’den sonra bir şey yenilip içilmemelidir
Genellikle yaşlılıkla birlikte ve özellikle kadınlarda menopoz sonrası sıkça görülen bu hastalığı hafta boyunca sizlerden gelen sorular doğrultusunda Ankara TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uzmanı Dr. Ferda Aydoğdu ile konuştuk:
- Öncelikle Osteoporoz nedir? - Osteoporoz, kemik yoğunluğu ve sağlamlığının azalması ile kemiklerin kolay kırılabildiği bir hastalıktır. En sık menopoz sonrası kadınlarda ve ileri yaşlardaki kadın ve erkeklerde görülür. Genellikle yavaş seyirlidir, yıllar içinde gelişir. Ev içinde basit bir düşme ile kalça kırığı olabilir, ciddi tıbbi sorunlara yol açabilir. Tedavi için birçok seçenek olsa da korunma daha önemlidir.
- Osteoporoz nasıl teşhis edilmektedir?- Kemik mineral yoğunluğunun ölçülmesi ile saptanır, birçok yöntem vardır. Dünya Sağlık Örgütü-WHO, menopoz sonrası kadınlar için “Dual-energy X-ray absorptiometry-DEXA” yöntemini standart kabul etmektedir. Ayırıcı tanı için kan ve idrar tetkikleri kullanılır. Kemik zayıflığı yapabilen birçok hastalık vardır. Osteoporoz kırık olana kadar belirti vermeyebilir, başka bir amaçla çekilmiş bir röntgen filminde tesadüfen saptanabilir.
Kemik yoğunluğunu ölçen testlerin hangi hastalara veya sağlıklı kişilere uygulanması gerektiği konusunda araştırma ve tartışmalar sürmektedir. Menopoz sonrası kadınlarda risk faktörü var ise, 65 yaş sonrası tüm kadınlara, 70 yaş sonrası erkeklere önerilmektedir.
SİGARA VE ALKOLDEN UZAK DURUN
- Kemik zayıflığında kişinin risk faktörleri var mıdır? - Erişkin yaşta basit düşme ile kırık öyküsü, ailesinde basit düşme ile kalça kırığı öyküsü, bazı ilaçların (kortizon, epilepsi/sara ilaçları, heparin vd) uzun süreli kullanımı, zayıf kişiler (50 kg altı gibi), diyabet-şeker hastalığı, tiroid sorunları, kadınlık (östrojen) ve erkeklik (testesteron) hormonlarında yetersizlik, 40 yaş öncesi erken menopoz, diğer hormonal sorunlar, Romatoid Artrit gibi ağır seyredebilen romatizmal hastalıklar, normal beslenmeyi etkileyebilen bağırsak ve böbrek sorunları vs.
- Peki kemik sağlığımızı korumak için önerileriniz var mı?- Elbette; gençlik yıllarında sağlıklı yaşam önerilerine uymak, hareketi arttırmak, kalsiyum ve vitamin D’den zengin yiyecekleri tercih etmek (yeşil yapraklı sebzeler, et, süt ve süt ürünleri, balık, tahıllar vb), sigaradan kaçınma, alkol tüketimini sınırlı tutmak önemlidir.
Bir çok eklem yeri içinde vücudun dengesini ve ağırlığının çoğunu taşıyan kalça ekleminde meydana gelen problemler kasık ağrısıyla sonuçlanabilir. Bu kasık ağrıları çoğu zaman başka hastalıklarla karıştırılabilir ve bu sebeple teşhis süreci uzayabilir. Bu yeni tanımlanan hastalıkla ilgili her şeyi hafta boyunca sizlerden gelen sorular doğrultusunda halen Çankaya Hastanesi’nde görev yapmakta olan Ortopedi Uzmanı Dr. Asım Kayaalp ile konuştuk.
- Ortopediyi ilgilendiren kasık ağrısı nedenleri ve en önemli belirtileri nelerdir?- Doğrudan kalça ekleminin bazı hastalıkları kasık ağrısına neden olabileceği gibi, çevredeki kasların hastalıkları da ağrıya yol açabilir. Bu hastalıklar arasında en yaygın olanı kalça sıkışma hastalığıdır. Uzun yıllar boyu sebebi bulunamayan kasık ağrısı ve buna bağlı olarak gelişebilen kalça eklemi kireçlenmesine (artroz) yol açan bu hastalık son 10 yıl içinde tanımlanmıştır. Bu hastalık tanımlanmadan önce genç yaşta gelişen kalça eklemi kireçlenmesinin nedeni bilinmiyordu.
TAHMİN EDİLENDEN YAYGIN
- Bu hastalık çok mu yaygın, ayırt edici belirtileri neler?- Tahmin edilenden daha yaygın aslında. Bu hastalığa yol açan kalça şekil bozukluğu ergenlik çağında başlıyor. Ergenlikten önce çok fazla spor yapanlarda daha sık görülüyor. Toplumun neredeyse yüzde 5-15’inde bu şekil bozukluğu var ve bu hastalık için adaylar. Kasıkta ve kalça çevresinde ağrı en sık görülen belirti. Bazen eklemde takılma, boşa çıkma hissi de belirtiler arasında oluyor. Ağrı sporla ilişkili olabileceği gibi, oturarak yapılan uzun seyahatlerde, özellikle uçak yolculuğunda, dik yokuş çıkarken hatta gece uyurken bile olabiliyor. Hastalık genç sporcularda daha fazla olmakla birlikte 14-15 yaşından sonra her yaşta görülebiliyor.
- Peki bu hastalığın tanısı nasıl koyulmaktadır?- Kalça hastalıkları ile uğraşan ortopedist için zor değil. Muayene ve radyolojik inceleme ile kesin tanı koymak mümkün.
CERRAHİ TEDAVİ GEREKİYOR
- Kalça sıkışma hastalığının tedavisi nasıl olmaktadır?- Bir hastaya kalça sıkışma hastalığı tanısı konulmuşsa ve henüz eklem ciddi ölçüde hasar görmemişse tedavisi oldukça başarılı aslında. Hemen tüm hastalarda cerrahi tedavi yani ameliyat gerekli. Ameliyat açık ya da artroskopi denilen yöntemle yapılıyor. Açık cerrahi müdahale çok büyük bir kesi, kemiklerin kesilerek kalça ekleminin yerinden çıkartılmasını gerektirdiğinden dolayı hem riskleri daha fazla hem de iyileşmesi uzun. Bu nedenle, özel durumlar dışında birkaç küçük delikten yapılan artroskopik cerrahi daha çok tercih ediliyor.
- Bu hastalığın tedavisi ülkemizde nerelerde yapılıyor?