İnsülin salınımıyla alakalı bu hastalığa sahip kişiler, bütün yaşamlarını buna göre düzenlemek -özellikle tip1 diyabete sahip hastalar- günde 3-4 kez insülin iğnesi yapmak zorunda kalıyor.
* * *
Danimarka’da geliştirilen bir molekül ile bu enjeksiyonlar artık haftada bire düşüyor.
* * *
Vücudun temel ihtiyacı olan şekerin kullanılabilmesi için insülin gerekli. İnsülin ise pankreasta salgılanan ve şekerin hücrelerin içine geçmesini sağlayan bir hormon. Bu hormonun eksikliği ya da gerektiği gibi kullanılamaması durumunda şeker hücrelere taşınamaz ve kandaki şeker oranı yükselir. Bu da karşımıza insülin direnci ve diyabet olarak çıkar.
* * *
Son senelerde daha da yaygınlaşan bu ameliyatta hastaların korktuğu asıl nokta, ameliyat sonrası oluşacak ödem ve morluklar. Yani normal hayata dönme süresinin uzunluğu. Artık yeni geliştirilen “piezo tekniği” ile bu komplikasyonların önüne geçilebiliyor.
* * *
Burun estetiği çoğu kişinin ihtiyaç duyduğu, son zamanlardaki gelişmelerle de çok daha rahat tercih edilebilen bir ameliyat haline geldi. Biz de bu yeni tekniği ünlü estetik cerrah Prof. Dr. Birol Civelek’e sorduk.
ÜÇ BOYUTLU SES DALGALARI
“Piezo tekniği, kemiğe herhangi bir basınç ya da titreşim uygulamadan, üç boyutlu ses dalgaları ile kemiklerin kesilmesi işlemine deniyor. Piezotom adı verilen cihazla yapılan ameliyatlarda doku hasarı en aza indirilebiliyor. Aslında yeni bir cihaz değil. Senelerdir beyin ve çene cerrahisinde kullanılıyor. Burun estetiğinde kullanılmaya başlanmasıyla da hastalar için ameliyat daha az korkulu bir hâl aldı.
ŞEKİL VERMEK ÇOK DAHA KOLAY
Normalde burun kemiklerinin kesilmesi osteotom adı verilen aletlerle yani çekiç ve keski ile yapılıyor. Ancak oluşturulan bu kırıklar istenmeyen şekilde ilerleyebiliyor ya da ince kemikler söz konusu olduğu için istenmeyen oyuklara sebep olabiliyor. Bu da hastanın burnuna istenilen şeklin verilmesini zorlaştırıyor. Piezo tekniğinde ya da diğer adıyla ultrasonik rinoplastide ise ince kemik kesimleri ve törpüleme olanağı ile bu risklerin önüne geçilmiş oluyor. Milimetrik oynamalar ve kontrollü kırıklar ile buruna istenildiği gibi şekil verilebiliyor.
Beyin felci; beyne giden damarların tıkanması, damarlarda meydana gelen yırtılmalar gibi sebeplerde birçok insanın başına gelebiliyor. Beyindeki sinirlere büyük oranda hasar veren bu hastalığın tedavisi kısmen de olsa mümkün hale geldi. Beyin felci geçiren hastalara normal şartlarda sadece rehabilitasyon uygulanıyordu. Spastik hemipleji diye de bilinen bu hastalık rehabilitasyonla biraz daha yumuşatılabiliyordu ancak eklem ve kasların kullanımı oldukça sınırlıydı. Bu yeni yöntemle hastanın felçli olmayan kolundan alinan sinir felçli olan tarafa cerrahi olarak transfer edildi. Bu şekilde tedavi gören hastalarda sadece rehabilitasyon alan hastalara oranla çok iyi derecede eklem ve kas hakimiyeti gözlendi.
Tabii bu yöntem sinir transferi için vücudun her noktasına yönelimi başlatmış oldu. Sadece beyin felci değil, herhangi bir sebepten dolayı yaşanan travma ve kazalarda oluşan sinir zedelenmelerine de kullanılmaya başlandı. Ülkemizde de birkaç örneği bulunan bu ameliyat oldukça zor. Çünkü sinirler vücudun en hassas ağını oluşturuyor ve bu yüzden riskler çok fazla. Yine de sonuçlar göz önüne alınınca çoğu doktorun tercih etmek isteyebileceği bir yöntem. Beyin felcinde olduğu gibi hastanın bacağından alınan sağlam sinirler ve kas dokuları hasar görmüş bölgeye naklediliyor. Sinirlerin iyileşmesi çok uzun zaman aldığı için rehabilitasyonla beraber hastanın yaşamı bir süre kısıtlanmış oluyor. Ancak yaklaşık 12 aylık bir tedavinin ardından hasta kullanamadığı kas ve eklemleri çok büyük oranda kullanabilir hale geliyor.
Yöntemin tabii ki hasta açısından bazı komplikasyonları da var. Sinirin alındığı bölgede uzun süreli hissizlik ve ağrı oluşuyor. Bunun önüne geçmek için İngiltere’de yine benzer ama çok daha ilginç bir sistemle denendi. Bu sefer hastanın vücudundan değil ölen bir bağışçıdan alınan sinirlerle tedavi sağlanıyor. Tabii ki vücudun direkt başkasından alınan bir sinire adapte olması mümkün değil. Bu yüzden alınan sinirler özel bir enzimle bağışçının kalıntılarından temizleniyor ve donduruluyor. Nakil sağlandığında da hastanın kendi sinirleri arasında bir köprü işlevi sağlamış oluyor. Bu şekilde hasta daha ağrısız ve adapte sorunu yaşamadan kas yeterliliğine ulaşabiliyor.
Bunların ikisi de çok yeni ve denenen yöntemler. Ancak hastalar üzerinde alınan sonuçlar oldukça umut verici.
Dr. Mahmut Tokur, göğüs cerrahisi uzmanı olarak çalıştığı hastanede “kalp yaralanma vakalarının sadece yüzde 5’lik kısmının ameliyata alınabildiği, geriye kalan yüzdenin yolda ya da ilk yardım ekipleri yetişemeden hayatını kaybettiğini” gördü. Bunun üzerine sondadan yola çıkarak kalp tamir kitini geliştirdi.Kalp, yaralandığında da çalışmaya devam ediyor. Yani kalp, her kontraksiyon yaptığında, kanı damarlar yerine vücut boşluğuna atıyor. Bu da iç kanamaya sebep oluyor. Hastaneye ulaşan vakalar, hekim müdahalesiyle kurtarılabiliyor. Ancak hastaların çoğu hastaneye yetişemiyor.
NASIL KULLANILDIĞINA GELİRSEK
Kullanabilmek için tıbbi eğitim veya cerrahi müdahale gerekmiyor. Tıp bilgisi olmayan bir insanın bile rahatlıkla kullanabileceği bir kit. Genelde göğüs ön kafesinde kullanılıyor. Çünkü kalp yaralanmaları en çok bu bölgede oluyor. Olay yerinde hastanın kesi bölgesi batikon ile temizlenip cilde lokal anestezi uygulaması yapılıyor. Sonra kateter göğüs yüzeyindeki kesiden içeri gönderilip kateter kılavuz tel yardımı ile kesi yolu yönünde yavaş hareketler ile yönlendirilerek ilerletiliyor. (İkinci yoldan kan geldiği görüldüğünde kateter kalp boşluğuna girmiş demektir.) Balon enjektör yardımıyla şişirilip göğüs dış yüzeyinde de kapak sıkıştırılarak olay yerinde kanama durdurulmuş oluyor.
Sonda ucunda bir balon var. Ucundaki balonu şişirdiğinizde kanayan bölümü tıkayarak kanamayı durdurmayı sağlıyor. Şişirdikten sonra balon geriye çekilip göğüs kafesine oturması sağlanıyor. Dış kısımda bulunan vantuz ve klips yöntemiyle balon göğüs kafesine sabitleniyor. İçeriden ve dışarıdan hareket etmemesi sağlanmış oluyor. Deliğin tekrar açılması da engellenmiş oluyor.
Hasta bu şekilde hastaneye götürülebilir. Eğer hastaneye gittiğinde çok kan kaybetmişse arkasındaki kılavuz kanaldan kan ya da serum vererek kaybettiği sıvı yerine koyulabilir. Böylece hastanın şoktan çıkması sağlanır ve ameliyathaneye ulaşabilir.
ODTÜ Biyomalzeme ve Doku Mühendisliği Mükemmeliyet Merkezi’nden (BİOMATEN) Prof. Dr. Vasıf Hasırcı ve doktora öğrencisi tarafından geliştirilen “mikrodesenli yüzeylerin çekirdek deformasyonuna etkisi kullanılarak kanserli hücrelerin saptanması” projesi, kanser hastaları için erken teşhiste çığır açacağa benziyor.
* * *
Kanser son yıllarda, bütün dünyada ölüm sebebi istatistiklerinin başını çekiyor. Bazen senelerce saklanabiliyor ve fark edildiğinde tedavi için geç kalınmış oluyor. Tedavi edilebilse dahi kanser hücreleri vücuda yayılmışsa diğer organlara zarar verebiliyor ya da nüksedebiliyor. Bu da hastalar için maddi ve manevi açıdan çok yorucu bir durum.
* * *
Erken teşhisin önemi en çok bu hastalıkta kendini belli ediyor.
“Peki nasıl teşhis edilebilir?” sorusuna gelirsek...
Bilim insanlarının teknolojik gelişmeler ışığında tıp alanındaki yeni buluşları ve yeni keşiflerine yer verdiğimiz köşemizin bu haftaki konusu, “parkinson ve alzheimer” gibi nörolojik hastalıkları çok yakından ilgilendiriyor.
* * *
Türk bilim insanı Canan Dağdeviren’in de aralarında yer aldığı Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) bilim insanları, beyin iğnesi adı verilen ve ilaçların direkt beyne iletilebildiği minyatür bir ölçekte ‘ilaç taşıma sistemi’ geliştirdi. Bu sistemle, ilaç direkt olarak beynin fonksiyonu yerinde olmayan bölgesine enjekte edilebiliyor. Sistemin, özellikle parkinson ve alzheimer gibi nörolojik hastalıkların tedavisinde kullanılması amaçlanıyor.
* * *
Nörolojik hastalıklardan en yaygın olanları şüphesiz ki alzeimer ve parkinson. Bu hastaların devamlı ilaç kullanmaları gerekiyor. İlaçların yan etkileri de oldukça ağır. Ancak böyle olmasının sebebi de bütün vücuda dağılıyor olması. Bu sorundan yola çıkılarak oluşturulan ‘ilaç taşıma sistemi’ projesinde artık son aşamaya ulaşıldı.
DİĞER İLAÇLARDAN NE FARKI VAR?
Nörolojik bozukluklar için kullanılan ilaçlar genellikle beyin kimyasallarıyla etkileşiyor ve diğer işlevleri etkileyebiliyor. İlacın etki etmesini istemediğiniz her yere o ilacı göndermiş oluyorsunuz. İlaçların çok farklı bileşenleri var ve beyinde, hatta vücutta hareket edebiliyorlar. Bu da istenmeyen yan etkilere yol açıyor. Yeni sistem sayesinde ilaca maruz kalma durumu sınırlandırılmış oluyor. Doğrudan beynin ilgili bölümünün hedef alınmasıyla da ilaçtan daha fazla fayda alınacağı öngörülüyor.
Bilim insanlarının bu gelişmeler ışığında yaptıkları çalışmalar...
Tıp alanında da yeni buluşlar ve yeni keşiflerle insanların en çaresiz olduğu anlarda bir umut güneşi gibi doğuyor.
* * *
Peki, tıp alanındaki bu yeniliklerin, bilinmeyenlerin, merak edilenlerin kaçından haberdarız?
İşte, bu soru...
Her hafta bu köşede yanıt bulacak.
Obezite boyutuna geldiğinde hayatı ciddi biçimde tehdit edebilecek, çağın en önemli problemlerinden biri. Kalp-damar ve şeker başta olmak üzere birçok önemli hastalığın temelinde aşırı kilolar yatıyor. Dolayısıyla obezite ile mutlaka mücadele edilmesi gerekiyor. Elbette bunun için diyet, spor ve ilaç gibi pek çok yöntem var. Ama bugün sizlere çok etkin bir başka yöntemden bahsedeceğim. Tıptaki adı, ‘İntragastrik Balon’. Daha anlaşılır adıyla; mide içi zayıflama balonu. Ameliyatsız bir yöntem olan İntragastrik Balon yöntemini ve obeziteyi Akay Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Adnan Bulut’la konuştuk.
İntragastrik Balon yönteminin ne olduğunu anlatır mısınız?İntragastrik balon ameliyatsız bir yöntem. Tamamen kansız-kesisiz olup, endoskopik bir girişim. Mideye şişirilebilir bir balon yerleştirerek kilo verdirme yöntemi, ilk defa 1982 yılında ünlü kalp cerrahı Debakey tarafından geliştirilmiştir. İlk kullanım amacı obez kalp hastalarını cerrahi operasyonlar öncesinde zayıflatmak ve böylece ameliyat risklerini en aza indirmektir. Bu yöntemin etkili olduğunun görülmesi ile en ideal mide balonunun geliştirilmesi için çalışmalar hızlandırılmıştır ve günümüzde de devam etmektedir. Sistem hastanın midesine yerleştirildikten sonra bir kitle etkisi oluşturup, dolgunluk ve doygunluk hissi yaratmaktadır. Mide balonu sistemi mide boşalımını da geciktirerek Ghrelin hormonu üzerinden açlık hissini azaltmaktadır.
BEŞ YIL GEREKİYOR
Hangi hasta tipi balon takılması için uygundur?Balon uygulanacak hastanın vücut kitle indeksi (VKİ) 30-40 arasında olmalıdır. Ameliyata hazırlanacak morbid obez ve süper obezlerin cerrahi risklerini azaltmak için de operasyon öncesi balon uygulaması yapılabilir. Hasta en az beş yıldır obez olmalıdır. Balon uygulama kararı diyet, egzersiz ve ilaç tedavilerinden sonuç alınamamış obez hastalarda veya yapılacak cerrahi operasyonlar öncesinde bir seçenek olarak önerilmelidir.
Peki hangi hasta tipi balon takılması için uygun değildir?
Yemek borusunda iltihap ve ülser gibi hastalıkları bulunan veya daha önceden mide-bağırsak sisteminden ameliyat geçirmiş obez kişilerde, bağırsakların iltihabi hastalıklarında, laparotomili (karın ameliyatı geçirmiş) hastalarda, ciddi laparoskopi ameliyatı geçirmiş hastalarda, mide fıtığı olan obez kişilerde, mide -bağırsak sisteminden kanaması veya kanama eğilimi olan obez kişilerde, uyuşturucu bağımlısı veya alkolik kişilerde, yaşı 16’dan küçük, 60 yaşından büyük obezlerde, romatizmal ağrı kesici, kan sulandırıcı veya sistemik kortizon kullanan kişilerde, mental bozukluğu olan obez kişilerde, vücut kitle indeksi uygun olmayan şişmanlarda sadece kozmetik amaçla bu yöntemin kullanılmaması gerekir.