Paylaş
Son senelerde daha da yaygınlaşan bu ameliyatta hastaların korktuğu asıl nokta, ameliyat sonrası oluşacak ödem ve morluklar. Yani normal hayata dönme süresinin uzunluğu. Artık yeni geliştirilen “piezo tekniği” ile bu komplikasyonların önüne geçilebiliyor.
* * *
Burun estetiği çoğu kişinin ihtiyaç duyduğu, son zamanlardaki gelişmelerle de çok daha rahat tercih edilebilen bir ameliyat haline geldi. Biz de bu yeni tekniği ünlü estetik cerrah Prof. Dr. Birol Civelek’e sorduk.
ÜÇ BOYUTLU SES DALGALARI
“Piezo tekniği, kemiğe herhangi bir basınç ya da titreşim uygulamadan, üç boyutlu ses dalgaları ile kemiklerin kesilmesi işlemine deniyor. Piezotom adı verilen cihazla yapılan ameliyatlarda doku hasarı en aza indirilebiliyor. Aslında yeni bir cihaz değil. Senelerdir beyin ve çene cerrahisinde kullanılıyor. Burun estetiğinde kullanılmaya başlanmasıyla da hastalar için ameliyat daha az korkulu bir hâl aldı.
ŞEKİL VERMEK ÇOK DAHA KOLAY
Normalde burun kemiklerinin kesilmesi osteotom adı verilen aletlerle yani çekiç ve keski ile yapılıyor. Ancak oluşturulan bu kırıklar istenmeyen şekilde ilerleyebiliyor ya da ince kemikler söz konusu olduğu için istenmeyen oyuklara sebep olabiliyor. Bu da hastanın burnuna istenilen şeklin verilmesini zorlaştırıyor. Piezo tekniğinde ya da diğer adıyla ultrasonik rinoplastide ise ince kemik kesimleri ve törpüleme olanağı ile bu risklerin önüne geçilmiş oluyor. Milimetrik oynamalar ve kontrollü kırıklar ile buruna istenildiği gibi şekil verilebiliyor.
DOKULARDA HASARA SEBEP OLMUYOR
Bu ses dalgaları sadece kemik dokuya odaklı olduğu için yumuşak dokularda bir hasara sebep olmuyor. Bu sebeple ameliyat sırasında kanama da minimum seviyede kalıyor. Hem doktor hem hasta için daha rahat bir yöntem. Hastalar için en büyük rahatlığı da burun etrafındaki yumuşak doku ve damarlar için hiçbir travmatik etki oluşturmadığından ameliyat sonrası şişlikler ve morlukların çok büyük ölçüde azaltılabiliyor olması. Dokular zarar görmediği için iyileşme süresi eski yönteme göre çok daha kısa. Buna istinaden hastalar günlük hayatlarına daha rahat dönebiliyorlar.”
PARDON, BUNUN GLUTENİ FREE Mİ ACABA?
Son zamanların moda akımı haline gelen “glütensiz beslenme” gerçekten gerekli mi, yoksa moda akımından ibaret mi?
Market raflarında gluten-free ürünler gözümüze çarpmaya başlamıştır. Bu ürünler öncelikle çölyak hastaları ve glüten intoleransı olan kişiler için üretilmiş ürünler. Glüten aslında buğday, arpa gibi tahıl ürünlerinin içindeki bir protein. Çölyak hastalığı bu proteine karşı vücudun toleransının sıfır olması demek. Yani glüten intoleransınız olsa dahi dikkat ettiğiniz sürece az miktarlarda tüketilen glutenli yiyecekler sizi çok rahatsız etmez. Ancak çölyak hastalığında vücut ciddi reaksiyonlar verir. Damar hastalıkları, ishal, kusma gibi ciddi etkiler sebebiyle çölyak hastalarının uzak durması gereken bir protein. Glüten intorelansı olan kişilerde ise yemekten sonra genelde şişkinlik ve rahatsız hissetme, mide ve baş ağrısı, halsizlik hatta depresyon gibi etkileri vardır. Çoğu kişi bu etkileri yaşamasına rağmen hastalığını bilmediği için başka bir hastalığı ya da mide sorunları olduğunu düşünebiliyor. En çok ekmek, bisküvi, makarna, donmuş gıdalarda ve birada bulunuyor. Paketli gıdalar için gluten-free ürünleri tercih etmek ve bu proteini bulunduran yiyecekleri azaltmak yaşam standardını ciddi anlamda yükseltiyor. Ancak böyle bir rahatsızlık yoksa gluten-free diyetini uygulamak da vücudun buna alışmasına ve toleransını düşürmesine sebep oluyor. Yani uzun süre uygulayıp glüten içeren yiyecekler tüketirseniz siz de aynı etkileri yaşamaya başlayabilirsiniz. Zaten aslında her protein gibi faydalı bir besin kaynağı. Her besin gibi bunu da dozunda tüketmeniz vücudunuz için uygulayabileceğiniz en faydalı diyet.
Paylaş