Selçuk Şirin

Derdimiz ortak: Çocuklarımız!

26 Kasım 2017
EN sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Herkes eğitim kötüye gidiyor diyor ama benim hâlâ umudum var.

Evet, hem “yerli ve milli” hem de evrensel göstergeler hep aynı şeyi söylüyor: Bizim çocuklar dünyadaki akranlarının gerisinde kalıyor. Veliler de bu durumu bildiği için endişeli. Ancak bu karamsar tabloya rağmen neden umutlu olduğumu yazının sonunda söyleyeceğim ama önce yeni çıkan verilere bakalım.

EĞİTİMDE EN ENDİŞELİ ÜLKE TÜRKİYE!

Uluslararası araştırma şirketi Ipsos’un “Gelecek 15 yıl içinde ülkenizdeki eğitim kalitesi iyiye mi gider kötüye mi?” sorusuna Türkiye’deki katılımcıların yüzde 48’i “Kötüye gider” cevabını vermiş. Araştırmaya katılan 28 ülke arasında bizden daha karamsar başka bir ülke yok. Bu veriler geçen ay Metropoll tarafından Türkiye çapında yapılan araştırmayla neredeyse birebir örtüşüyor. Metropoll’ün aylık nabız araştırma raporuna göre katılımcıların yüzde 41’i “Türkiye eğitim sistemi kötüye gidiyor” ifadesine onay veriyor. Eğitimin iyiye gittiğini düşünenlerin oranı yalnızca yüzde 26. Özetle, yurttaşların yarıya yakını eğitimin ne bugününden ne de geleceğinden memnun.

BU KARAMSAR TABLO BİR FIRSAT OLABİLİR!

Bu sonuçlar ebette sürpriz değil. Cumhurbaşkanlığı’ndan bakanlara, iktidardan muhalefete herkes durumun farkında. Eğitimde işler iyi gitmiyor. Çünkü yap-boz tahtası bile bizim eğitim sistemimizden daha yavaş değişiyor. Son 1.5 ayda üniversite giriş sistemi tam 5 kere değişti. TEOG gitti yerine her hafta ayrı bir sistem konuyor. Milyonlarca çocuğun hayatıyla bu kadar kolay oynayınca tabii ki ebeveynler karamsarlığa düşüyor. O nedenle hepimiz bu verileri bir uyarı olarak kabul etmeli, günlük siyasi tartışmaların ötesinde bir duruşla eğitim meselesine el atmalıyız. Eğitim gibi çetrefilli ve herkesi ilgilendiren bir sorunun çözümü için herkesin ama herkesin elini taşın altına koyması ve ortak çözüm bulması gerekmektedir. Eğitim ne tek bir yetkiliye, ne tek bir uzmana ne de tek bir bakanlığa bırakılamayacak kadar sınırları belli olan bir meseledir. Peki biz ortaklaşa sorunları çözme becerisine sahip bir ülke miyiz?

ÇOCUKLARIMIZ BİR ARAYA GELEBİLECEK Mİ?

Bu hafta OECD’nin açıkladığı Ortaklaşa Problem Çözme Testi sonuçlarına bakalım. Eğer eğitimde veriye dayalı çözümler arıyorsak işe bizim verilerimizle, Milli Eğitim Bakanlığı’nın topladığı bu verilerle başlamalıyız. İyi de OECD tüm üye ülkelerde, bizim eskilerin “takım çalışması” dediği “modası geçmiş” bir beceriyi, üstelik adına 21. yüzyıl becerisi diyerek neden ölçüyor acaba? Bunun temel nedeni modern dünyada hiçbir sorunun tek bir kişi tarafından çözülemeyecek kadar karmaşık olmasıdır. O nedenle önümüzdeki yüzyılda farklı kesimlerden gelen insanları ortak sorunlar etrafında buluşturan ülkeler ilerleyecek, farklılıkları sorun gören ülkelerse gerileyecektir. Meselenin bir de ekonomik boyutu var. Çünkü farklı dünyalardan gelen bireyleri ortak bir girişim etrafında bir araya getiremeyen toplumların ekonomik olarak bu yüzyılda rekabet etmesi mümkün değil. Şimdi veriye gelelim.

GENÇLERİMİZ İMECEYİ BİLMİYOR!

Yazının Devamını Oku

Hayallerine inan, adım at!

19 Kasım 2017
DÜNYANIN en başarılı girişimci ekosistemlerinin sıralandığı listede Berlin var, Tel Aviv var, Bangalore var ama Türkiye’den tek bir şehir yok.

Dünya ekonomisi akıl almaz bir hızla dönüşüyor. Girişimci potansiyelini iyi değerlendiren ülkeler diğerlerine fark atıyor. Biz bu yüzyılda iddiamızı devam ettirmek istiyorsak bu yarışta yer almak zorundayız. Peki bu nasıl olacak? Türkiye’nin girişimcilik potansiyelini nasıl harekete geçirebiliriz? Cuma akşamı New York Üniversitesi olarak Hamdi Ulukaya Girişimi (HUG) desteğiyle yaptığımız etkinlikte tam da bu soruya yanıt aradık. Türkiye’nin girişimci potansiyelini ateşlemenin formülünü aradık.

MEMLEKETE HİZMET ETMENİN COĞRAFYASI YOK!

Önce şunu söyleyeyim. Uzun yıllardır Amerika’da Türkiye ile ilgili toplantılara katılırım. Genelde 50-60 kişilik bu toplantılarda katılımcılar da, konuşmacılar da birbirini bilir. Cuma akşamki toplantı bu anlamda oldukça farklı bir buluşmaydı. Bir kere kapıda izdiham vardı. 500 kişilik salon için ayrılan biletlerin iki günde bittiği bu etkinlik gösteriyor ki söz konusu girişimcilik olunca, hele mesele ortak çözüm bulmak olunca herkes elini taşın altına koymak, çözümün bir parçası olmak istiyor. Dünyanın önde gelen şirketlerinde çalışan profesyoneller, seçkin okullarda ders veren akademisyenler ve tabii ki genç girişimcilerin ortak dileği hep aynı: Memlekete buradan nasıl katkıda bulunabiliriz? Çünkü memlekete hizmet etmenin coğrafyası yok.

SIRA DIŞI BİR İSİMDEN SIRA DIŞI BİR GİRİŞİM!

Amerika’da Chobani markasıyla yoğurt sektörünü altüst eden Hamdi Ulukaya, sıra dışı bir girişimci. Öyle olduğu için de şu ara Amerika’da nereye baksanız onun hikâyesini görüyorsunuz. Chobani’yi Amerika tarihinde en hızlı 1 milyar dolar bariyerini aşan şirket olarak kurması bunun en önemli nedeni elbette. Başarılı bir iş insanı Hamdi Ulukaya. Ama onun hikâyesini ilginç kılan bir başka boyut da girişimcilikteki yaratıcılığı. Zaten o nedenle Fast Company adlı trend dergisi Ulukaya’yı kapağına taşıdı, ABD’nin en çok izlenen TV programı “60 Minutes” prime-time’da en geniş bir şekilde onu dosya konusu yaptı. Time dergisinin Ulukaya’yı “En Etkili 100 İsim” arasında göstermesi bu anlamda sürpriz olmadı. Ulukaya şimdi bütün bu girişimcilik tecrübesini sıra dışı bir destek programı ile Türkiye’den gelen gençlere aktarmak istiyor. Bu amaçla kurulan “Hamdi Ulukaya Girişimi” adlı inisiyatif için 5 yılda 5 milyon dolarlık bir bütçe ayrılmış.

HUG NEDİR?

Hamdi Ulukaya Girişimi, kısa adıyla HUG benim de New York Üniversitesi’nde katkı sağladığım karşılıksız bir destek programı. İki farklı destek söz konusu. Birinci destek programı henüz bir şirketi olmayan ama girişim hayali kuran gençleri keşfedip onlara destek olmayı hedefliyor. İkinci destek programı ise var olan startup’ları dünyaya açma hedefli bir startup destek programı. Yani hem yeni şirketlerin kurulması hem de var olan şirketlerin dünya pazarına açılması hedefleniyor. Programın ilk senesinde 3 bin 500 başvuru arasından seçilen 24 girişimci adayı genç, ilk program için New York’a gelmişti. Startup destek programı için de 400 başvuru arasından 6 şirket seçilerek İstanbul ve New York’ta gerçekleştirilen programa katılmıştı.

Yazının Devamını Oku

Sınav yine olacak adres kader olacak!

12 Kasım 2017
MALUM ben bu köşede haftada bir yazabiliyorum, ama Türkiye’de eğitim haftada iki kere değişiyor. Yetişemiyorum!

Geçen hafta bu köşede TEOG’un yerine ne geliyor diye sormuştum ve bu hafta o soruya gelen cevaba bağlı olarak, yeni açıklanan ortaöğretime geçiş sistemi üzerine bir değerlendirme yazacaktım. Ancak daha o reformun ne olduğunu doğru dürüst anlayamadan, bu sefer YÖK birkaç hafta evvel açıkladığı sınavları yeniden değiştirdi. Bu kadar değişikliği biz takip etmekte zorlanıyorsak, bu sene sınava girecek öğrencilerin içinde bulunduğu ruh halini siz düşünün. Yazık bu çocuklara... Yeni liseye geçiş sistemi, “kaliteli” okullara sınavla, diğer okullara ise adrese dayalı olarak geçiş sistemi getiriyor. Bu “kaliteli” okul kavramı bakanlık açıklamasında geçiyor, yani resmi bir kavram. 11 bin dolayında lise olduğunu var sayarsak bu okulların yüzde 10’u resmen “kaliteli” sayılsa 1100 liseye sınavla girilecek demektir. Bütün bunlar hâlâ söylenti düzeyinde. Ortada detaylı bir rapor yok. Ama asıl muamma şu: Hangi lisenin “kaliteli” sayılacağına bakanlık, mayıs ayında karar verecekmiş. Sınav ise haziran ayında. Bu durumda bir öğrenci gitmek istediği lisenin sınava dayalı mı yoksa adrese dayalı mı kayıt yapacağını sınavdan bir ay evvel öğreniyor olacak.... Akıl alır gibi değil!

KALİTELİ OKULA GİDEMEYECEK!

Peki, haziran ayında nasıl bir sınav yapılacak? Bakanlık açıklaması 60 sorudan oluşan sınavın 90 dakikalık sürede ve tek oturumda olacağını söylüyor. Hatırlayın; TEOG sınav stresini ortadan kaldırmak için iptal edildi. Şimdi yerine gelen, yeni “sınavsız” sistemde “kaliteli” okula gitmek 60 soruyu 90 dakikada çözmekten geçiyor! Ne dersiniz? Sözde “sınavsız” bu yeni sistem mi yoksa sınavları yıllara yayan eski sistem mi daha çok stres yaratacak çocuklar için.

Kaliteli olduğu söylenen az sayıdaki okulun dışında kalan liseler adrese dayalı olarak öğrenci alacak. Bu ilk başta kulağa hoş geliyor; zira sınav yok, başvuru yok, stres yok. Mahalledeki ilkokuldan ortaokula, oradan liseye uzanan rahat bir geçiş sistemi. Dünyada pek çok iyi eğitim sistemi bu şekilde işliyor. Ancak bu tarz yerleştirmenin başarılı olması bir şarta bağlı: Okullar arası kalite farkı sınırlı olacak! Yani okullar arası, iller arası, bölgeler arası kalite farkı fazla olmayacak. Finlandiya’da, Norveç’te hatta son yıllarda atağa geçen Asya ülkelerinde durum bu. Öyle olduğu için de iyi sistemler sadece bir ayrıcalıklı zümreyi değil, tüm öğrencileri alıp hep beraber ilerliyor. Bu tarz fırsat eşitliği hâkim olan sistemlerde bir çocuk nerede oturursa otursun gittiği okul, aşağı yukarı diğer okullarla benzer kalitede oluyor. Peki, bizde durum öyle mi? Etiler’de oturan çocukla Esenyurt’ta oturan çocuk aynı kalitede devlet okuluna mı gidiyor? Ardahan’daki okulla Çankaya’daki okul aynı kalitede mi? Tabii ki değil! Finlandiya’da rastgele seçilen iki okul arasındaki ortalama başarı farkı yüzde 10’u geçmez iken bizde bırakın iki okulu, iki bölge arasındaki fark yüzde 60’ı buluyor!

FIRSAT EŞİTSİZLİĞİNİ ARTTIRACAK!

Devlet eliyle sunulan eğitim hizmetinin temel amaçlarından biri her çocuğa benzer kalitede eğitim hizmeti sunarak onların eşit fırsatta yarışmasını sağlamaktır. Bunun gerçekleşmesi için sizin nerede doğduğunuzun bir önemi yok. Olmamalı! O nedenle okullar arası kalite farkının yüksek olduğu bir sistemde çocukları adreslerine göre okullara yerleştirmek demek, çocukların eğitim aracılığıyla sınıf atlama şansını elinden almak demektir. İşte tam da bu nedenle taa Köy Enstitüleri’nden başlayarak, Öğretmen Okulları’yla, Yatılı Bölge Okulları’yla sistem her zaman adresten bağımsız çözümler üretmiş. Diyeceğim odur ki, Finlandiya gibi bir ülkede, okullar arası seviye farkının yüzde 10’u geçmediği bir sistemde, adrese dayalı sistem tabii ki işler. Ama eğitimde fırsat eşitliğinin had safhada olduğu Türkiye’de, adrese dayalı yerleştirme, sosyal mobiliteyi ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramaz. Eğer ülke olarak, Esenyurt’ta ya da Etiler’deki okula aynı kalitede hizmet ve öğretmeni gönderebilirsek, Ardahan’daki okula, Çankaya’daki öğretmen kalitesini gönderebilirsek adrese dayalı sistem doğru bir çözüm olur. Ancak bu dengeli hizmeti yurdun her yanına sunamaz isek adrese dayalı yerleştirme, eğitimde fırsat eşitsizliğini katlamaktan, yoksul çocukları kalitesiz okullara mahkûm etmekten başka bir işe yaramaz.

REFORMLAR KADEMELİ GEÇSİN!

Son olarak, Türkiye’deki reform yapıcılarına bir önerim var. Madem bu kadar hızlı karar alıyorsunuz, ne olur şu kararların uygulama safhasını zamana yayın. Modern dünyada hiçbir kritik reform ilan edildiği anda uygulamaya geçmiyor. Uygulama safhası zamana yayılıyor. İngilizcesi “grandfather clause” olan bu mekanizma ile herhangi bir reform “kademeli” olarak hayata geçiriliyor. Örneğin TEOG kaldırılacaksa bunu birkaç yıla yayalım. Yıllardır TEOG’a giren çocuklar bu sene yine TEOG ile liseye geçsin ama bundan sonraki yıllarda “kademeli” olarak yeni sisteme geçilsin. Aynı şekilde, üniversite sınavını her hafta değiştirerek bu sene sınava girenlerin stresini arttırmanın âlemi yok. Bu sene sınava girenler eski sistemle girer. Yeni sistem önümüzdeki seneden itibaren hayata geçer. En azından bu şekilde, yeni sistemin hataları uygulamaya geçmeden tartışılır, düzenlenir ve daha da önemlisi eski sisteme göre kendini hazırlayan aileler ve çocuklar gereksiz yere reform mağduru olmaz.

Yazının Devamını Oku

200 dolara sokak çatışması!

5 Kasım 2017
SADECE 200 dolarlık bir masrafla dünyanın herhangi bir yerinde toplumsal çatışma çıkarmak mümkün!

Facebook, Google ve Twitter’ı sorgulayan ABD Kongresi, geçen haftalarda yazdığım Rusya odaklı sosyal medya manipülasyonlarına dair yeni ayrıntıları ortaya çıkarıyor. Benim en çok ilgimi çeken Austin; Teksas’ta iki farklı grubu aynı adreste eyleme davet eden bir hesap. Haberlere de konu olan bu eyleme katılan her iki grubun da aslında bir Rus hesabı tarafından yönetildiği yeni ortaya çıkan bir gerçek. Hakikaten şeytanın aklına gelmeyecek bir mizansen söz konusu bu eylemde. Anlatayım.

RAKİP 2 HESAP DA TEK BİR YERDEN YÖNETİLİYOR!

Heart of Texas adlı Rusya tarafından kontrol edilen bir Facebook hesabı geçtiğimiz sene ‘Teksas’ın İslamizasyonuna son’ diyerek, 21 Mayıs 2016 günü Teksas’ta oturanları Müslümanlara ait bir kültür merkezinin önünde protesto eylemine çağırıyor. Aynı gün, aynı Rusya kaynaklı hesap bu sefer ‘United Muslims of America’ (Amerika’nın Birleşmiş Müslümanları) adlı bir hesabı kullanarak bu sefer de Müslümanlar lehine bir eylem çağrısı yapıyor. “İslami düşünceyi koruyalım” başlıklı bu çağrıda da Austin bölgesinde oturan herkes aynı İslami kültür merkezinin önüne, aynı gün davet ediliyor. Ve 21 Mayıs geldiğinde tüm kameraların önünde Rusya tarafından oraya yönlendirildiklerinden habersiz iki grup birbiriyle kavgaya tutuşuyor. Sonuç tam bir toplumsal çatışma. İki farklı grubun birbirine saldırısı, nefreti o gün haberlere yansıyor. Ama kimse o gün orada ortaya çıkan sahnenin arkasında orayla hiçbir bağı olmayan bir Rus hesabı olduğunu bilmiyor. Ve bütün bu işlem ne Teksas’ta ne de Amerika’da yaşayan bir kişi tarafından ve toplam 200 dolarlık bir bütçeyle yapılıyor. Evet, sadece 200 dolara bir toplumsal çatışma çıkarmak maalesef artık mümkün.

TOPLUMSAL KAMPLAŞMAYI KAŞIYAN TEKNOLOJİ!

Yukarıdaki mizansenin başarılı olmasının iki koşulu var. İlk olarak bu toplumsal çatışmanın gerçekleşmesi için ortada bir ayrışım noktası olması gerekiyor. Teksas’taki ayrışma noktası İslamofobi. Ruslar, bu yarayı kaşıyarak iki grubu rahatça oraya toplayabiliyor. Ama bu tek başına yeter şart değil. Yukarıdaki mizansenin bir toplumsal çatışmaya dönüşmesindeki ikinci yeter şart, pratik ve ucuz sosyal medya araçlarının olması. Eğer Facebook’ta adrese teslim mesaj iletmek bu kadar basit ve hesaplı olmasa yukarıdaki eylem başarıya ulaşamazdı. Teksas örneği bu iki koşul, yani toplumsal ayrışım noktası ve ucuz teknoloji bir araya geldiğinde komşuyu komşuya düşman etmenin ne kadar kolay olduğunu gösteriyor.

126 MİLYON İNSANA ULAŞAN BİR AĞ!

Yukarıda sadece bir örneğini verdiğim Rusya odaklı ABD seçimlerine müdahalenin boyutu giderek daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Facebook, Twitter ve Google üst yönetimi tarafından ABD Kongresi’ne sunulan veriler gösteriyor ki ortada devasa bir organizasyon var. Ruslar resmen hallaç pamuğu gibi sallamış Amerikan seçimlerini. Rakamlara bakar mısınız: Facebook üzerinden toplam 126 milyon Amerikalıya ulaşılmış Rusya kökenli hesaplar tarafından. Twitter’da ise toplam 131 bin mesaj atmış bu network ABD seçimlerini etkilemek için. Sadece bu paylaşımlarla da kalmamışlar. Instagram üzerinden açılan 170 Rusya bağlantılı hesap, ABD seçimlerinde sonucu etkilemek için toplam 120 bin içerik paylaşmış. Yine binlerce kişinin izlediği 1000’i aşkın video da YouTube üzerinden dolaşıma sokulmuş. Görünen o ki 2016 ABD seçimi Rusya tarafından tek taraflı bir enformasyon savaşı şeklinde gerçekleşmiş. Bu rakamlara ve iki haftadır yazdığım örneklere bakınca insanın ürkmemesi mümkün değil. Yeni teknolojiler, özellikle toplumsal yaralarını çözememiş toplumlarda ciddi bir ayrıştırıcı güç olabiliyor. Bu güç kötü niyetli oyuncular elinde başımıza daha büyük belalar açabiliyor. Teknoloji geri gitmeyeceğine göre bu yeni çağa ayak uydurmaktan ve her zamankinden daha uyanık olmaktan başka çaremiz yok. Size rakip olan, sizin muhalifiniz olan herkes kendi iradesiyle karşınıza çıkmamış olabilir.

 

Yazının Devamını Oku

‘Darılma ama Paşam sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var!’

29 Ekim 2017
YILLARCA Mustafa Kemal Atatürk’ün biyografisini okudum okulda. Üniversite dahil her sene Atatürkçülük ve inkılap tarihi dersleri aldım.

Buna rağmen ‘Mustafa Kemal Atatürk’ deyince aklıma gelen en kıymetli bilgiye o derslerde ulaşamadım. Zira resmi söylemde, Mustafa Kemal öğretisi hepimizin ezbere bildiği bir kronolojiden ibaret. Oysa hayat hikâyesi kronolojiden öte detaylara vâkıf olunca ortaya çıkar. Bu manada Atatürk’ün kişiliğini tarif eden ama nedense okullarda pek anlatılmayan bir ayrıntıyı paylaşmak istiyorum sizlerle bu Cumhuriyet Bayramı’nda.

CUMHURİYET HAYALİ!

Olay 1919 yazında Erzurum’da geçer. Topraklarını büyük ölçüde kaybeden, girdiği her savaştan yenilgiyle çıkan bir imparatorluğun subayıdır Mustafa Kemal. O yaz ordudaki tüm görevlerinden istifa eder ve Erzurum’dan yeni bir ülke hayalinin peşine düşer. Artık bir sivildir. Bir süre sonra ise idam fermanıyla aranan bir sivil. Kongre hazırlıkları yaparken gecenin bir yarısı, kimi kaynaklara göre 7 Temmuz’u 8 Temmuz’a bağlayan gece, Bitlis Valisi iken Osmanlı hükümeti tarafından görevden alınan ve İstanbul’a dönerken Erzurum’daki Mustafa Kemal’in safına geçen Mazhar Müfit’i yanına çağırır. Ondan tarihe bir not düşmesini, hayallerini kaleme almasını rica eder. Bir listedir yazdırdığı. Mustafa Kemal’in o gece Mazhar Müfit’e yazdırdığı hayallerinin ilki şudur: ‘Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır!’ Listenin uzadığını gören Mazhar Müfit biraz da ondan yaşça büyük olmasından dolayı şöyle der ve odadan ayrılır: “Darılma ama Paşam, sizin hayal peşinde koşan taraflarınız var!” Mazhar Müfit’in o gün inanmadığı liste çok değil birkaç yıl sonra tek tek gerçekleşmeye başlar. O nedenle koşullar ne olursa olsun hayallerin gücünü unutmayalım. Bugün 94. yılını kutladığımız Cumhuriyet de bir kişinin hayaliydi.

EĞİTİMDE DÜNYADA NEREDEYİZ?

EĞİTİM artık milli değil, küresel bir mesele. Becerikli yurttaşlar yetiştiren ülkeler ilerliyor, diğerleri marabalık yapmak için birbirine giriyor. O nedenle her fırsatta verilerle dünyada bizim çocukların nerede olduğuna bakmalıyız. Ancak bu veriler ışığında ilerliyor muyuz, geriliyor muyuz, yaptıklarımız işe yarıyor mu sorularına yanıt verebiliriz. Bu hafta Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tam da bu sorulara yanıt veren kapsamlı bir rapor yayınladı. Her yıl yayınlanan Küresel Eğitim İzleme Raporu (Global Education Monitoring Report-GEM Raport) bize dair pek çok önemli veri ve ödev içeriyor. Raporun tamamına UNESCO sitesinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca Türkçe bir kısa değerlendirme için de Eğitim Reformu Girişimi’nin çıkardığı notlara bakabilirsiniz. Ben şimdilik sadece üç önemli veriyi dikkatinize sunuyorum. Ama dediğim gibi raporun tamamına ulaşın. Sonuçta bizlerin vergisiyle ortaya çıkıyor bu veriler. Kullanalım.

HER ÜÇ ÖĞRENCİDEN BİRİ EN TEMEL MATEMATİK BECERİSİNDEN YOKSUN!

Singapur, Kore, Hong Kong gibi ülkelerde öğrencilerin tamamına yakını temel matematik becerilerine sahipken bizde temel beceri seviyesine sahip öğrencilerin oranı yüzde 70’te kalıyor. Yani her 3 öğrencimizden biri en temel matematik becerisinden yoksun! Basit seviyede toplama çıkarma gibi işlemleri yapamayan bireylerle, bilgi çağında nasıl yarışacağımız sorusunun yanıtını size bırakıyorum.

TÜRKİYE ENGELLİLERİN 

Yazının Devamını Oku

Şeytanın aklına gelmeyecek sahtekârlık!

22 Ekim 2017
BU bir trol hikâyesi. Ama sahte haberlerle, photoshop’lu resimlerle, sinkaflı küfürlerle dolu bir hikâye değil.

Zekice tasarlanmış, ustalıkla oynanmış ‘hakikat sonrası çağa’ ait bir hikâye. Olay, 2016 ABD seçimleri sırasında geçiyor. Amaç ABD seçimleri sırasında Hillary Clinton’ı aday gösteren Demokratlar’ı zayıflatmak. Buraya kadar bildiğiniz şeyler. Ama şeytan ayrıntıda gizli. Zira bu şebeke Demokrat Parti’nin oyunu azaltmak için Demokratlar’ın lehine bir kampanya yürütüyor. Yanlış okumadınız, karşıt olduğu parti lehine kampanya yaparak o partinin kaybetmesini sağlayan bir kampanya bu.

TOPLUMSAL ÇATIŞMAYI KÖRÜKLEYEN BİR ŞEBEKE!

Amerikan siyasetinde Demokratlar, Cumhuriyetçiler’e göre göçmenlere, azınlıklara ve Müslümanlara daha sıcak bakıyor. Cumhuriyetçiler genel olarak sınırların kapatılmasını, mülteci sayısını kısıtlamayı ve hatta bazı Müslüman ülke yurttaşlarının Amerika’ya girişinin tamamen yasaklanmasını istiyorlar. İşte böyle bir ortamda yapılan 2016 seçiminde hayata geçen bu kampanyanın temel amacı toplumsal kutuplaşmayı kışkırtmak ve bu çatışmadan nemalanmak. Amaç, gruplar arası kin ve nefreti arttırıp insanları bu çatışmada taraf olmaya zorlamak. Çünkü nefret insanları belli adaylara yöneltiyor.

GERÇEĞİNDEN DAHA ETKİLİ SAHTE HESAPLAR!

Geçen hafta ortaya çıkan belgelere göre kampanya tam olarak şöyle işliyor: Önce Facebook ve diğer mecralarda demokrat parti tabanına sıcak görünen azınlık hakları savunan, Siyah ve Müslümanlara dost görünen hesaplar açılıyor. Sonra bu hesaplara söz konusu gruplardan yoğun bir destek ve katılım sağlanıyor. Bu destek öyle bir boyuta ulaşıyor ki örneğin Blacktivist adlı hesap, Siyah Hayatlar Önemlidir (Black Lives Matter) adlı grubun kendi resmi hesabından daha fazla takipçiye ulaşıyor. Rusya’dan bir şebekenin yönettiği bu sahte hesapla resmi hesap arasındaki farkı, söz konusu hareketin kurucuları bile fark edemiyor. Peki bu sahte ama etkili hesap ne yapıyor? İşte meselenin bence en kritik noktası da burası. Bu sahte hesap, azınlık hakları yanlısı, polis uygulamaları karşıtı mesajları alıp bu mesajlara en fazla nefreti olan beyazların yoğun olduğu seçim bölgelerine yayıyor! Siyah haklarına, Müslüman mültecilere nefret besleyenlerin gözüne sokar gibi reklam yapılıyor. O kesimlerde öfke böyle arttırılıyor. Mesela Hillary Clinton’ın Müslümanlar lehine ettiği sözleri, Müslümanlar adına açılan hesaplar üzerinden İslamofobik kesimlere pompalanıyor.

İSLAMOFOBİK KAMPANYANIN SIRRI DA ÇÖZÜLDÜ!

Bütün bu süreçte ortaya çıktı ki özellikle Müslüman mülteciler yerine, bu kesime olan korkuyu çoğaltmak için bu şekilde epey bir mesaj yayılmış. Bu mesajlardan en etkilisi Suriyeli mülteci çocuklar arasında bir kavganın tamamen yalanlarla bir cinsel taciz haberi olarak sunulması. Polis teşkilatı dair her yetkilinin mesnetsiz bulduğu bir haber bu. Ama gelin görün ki bu sahte haberi ciddiye alan yurttaşlar işi mültecilere sıcak bakan politikacılara, yöneticilere ve iş insanlarına tehdide kadar götürmüş. Nitekim daha evvel yazdığım gibi Amerika’da Müslüman mültecilere yönelik yardımlarıyla bilinen Hamdi Ulukaya da bu kampanyanın hedefi olmuş; İslamofobik bir radyo programcısı Ulukaya’ya yönelik bir kampanya açınca da geri adım atıp özür dilemek zorunda kalmıştı.

BİR KREDİ KARTIYLA KARGAŞA MÜMKÜN!

Yazının Devamını Oku

Akıldışı davranışlarımıza ikinci Nobel!

15 Ekim 2017
DANİEL Kahneman’ın ardından Richard Thaler da gündelik hayatta verdiğimiz kararlarda ne kadar akıldışı davrandığımızı ortaya koyan çalışmalarıyla Nobel’i aldı.

Böylece 15 yılda ikinci defa Nobel Ekonomi Ödülü, psikoloji ile ekonominin buluştuğu bir alana, ‘davranış iktisadına’ verilmiş oldu. Bu yeni yaklaşım, tercihlerimizin klasik iktisadın iddia ettiği gibi rasyonel değil irrasyonel, yani akıldışı olduğunun altını çiziyor. Hakikat-sonrası çağa da bu yakışırdı.

OBAMA KİTABINI TÜM KABİNE ÜYELERİNE DAĞITMIŞTI!

Richard Thaler popüler olmak için Nobel’e ihtiyacı olmayan bir ekonomist. Hollywood filmlerinde oynamış, kitapları yıllardır çok satanlar listelerinde yer alan biri Thaler. Benim de ders kitabı olarak kullandığım Nudge kitabını (Türkçeye ‘Dürtme’ olarak çevrildi) Obama, başkan olduğunda tüm kabine üyelerine zorunlu okuma olarak dağıtmış ve kitabın diğer yazarı Cass Sunstein’i kabineye almıştı. Eğer hâlâ okumadıysanız hemen bu yazıyı bırakıp bir kitapçıya koşun. Bu çağda hayatı dönüştürmek isteyen herkesin okuması gereken bir kitap.

NOBEL’İN YOLU TÜLİN HOCA’DAN GEÇİYOR!

Türkiye’de ne kadar tanınıyor bilmiyorum önce University of California, Berkeley şimdi de NYU’nun efsane pazarlama profesörü Tülin Erdem Hoca yıllardır Nobel Ekonomi Ödülü’nü belirleyen jüride yer alıyor. Kahneman ve Thaler dahil şimdiye kadar seçilen 9 Nobel’li ile arkadaşlığı var, 4’ü ile aynı bölümde çalışmışlığı var. Hoca bu sene Thaler’i şu 3 anahtar kavramı literatüre kazandırdığı için aday göstermiş: Endowment Effect, Mental accounting ve Transaction Utility.

“Endowment effect” (Sahip olma etkisi) insanların duygusal nedenlerden dolayı sahip oldukları şeyleri daha kıymetli sanmasını açıklayan bir kavram. Çoğu insan 10 lira kıymet biçtiği evdeki bir fincanın yenisi için 5 lira vermeyi reddediyor. Oysa fincan aynı fincan.

“Mental accounting” (Psikolojik muhasebe) insanların aynı miktar parayı geldiği ve harcayacağı yere göre farklı değerlendirme eğilimini açıklıyor. Piyangodan kazanılan 1000 lirayı çarçur eden bir kişi maaşından gelen 1000 lirayı çok daha özenli bir şekilde harcamayı seçiyor. Oysa para aynı para.

“Transaction utility”

Yazının Devamını Oku

Geleceğin Nobelleri kimin olacak?

8 Ekim 2017
BİZ TEOG sınavlarını tartışırken Nobel mevsimi geldi.

Ödüller açıklanırken görüyoruz ki bugün Nobel Barış Ödülü ve Nobel Edebiyat Ödülü dışındaki 4 bilimsel Nobel kategorisi gelişmiş ülkelerin tekelinde. ABD toplam 54 bilim Nobeli ile zirvede, ardından İngiltere 11, Japonya 8, Fransa 7 ve Almanya 4 ödül ile devam ediyor. Doğum yerlerine bakınca manzara biraz farklılaşıyor, zira ABD’de Nobel Ödülü alanların yüzde 37’si göçmen. Malum, Aziz Sancar da o göçmenlerden biri. Peki bu manzara gelecekte değişecek mi? Türkiye bu Nobel bilim ödülleri listesinde yer alabilecek mi?

GELECEĞİN BİLİM NOBELLERİ HANGİ ÜLKELERDEN ÇIKACAK?

OECD tam da bu soruya yanıt veren bir analiz paylaştı. Bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında yüksekokullara yapılan kayıtlar üzerinden yapılan bu analizin amacı, geleceğin bilim insanlarının hangi ülkelerde yetişeceğini anlamak. Listenin başında Almanya yer alıyor. Ama ardından gelen üç ülke oldukça sıra dışı: Estonya, Finlandiya ve Meksika. Bu ülkeler dünyada gençlerini bilimsel kariyere en çok yönlendirenler arasında yer alıyor. Rusya, Güney Kore ve Hindistan da OECD ortalamasının üstünde bilime ağırlık veren ülkelerden. Türkiye maalesef bu sıralamada en son sırada yer alıyor. Son sıralarda değil, en son sırada yer alıyor. Almanya’da gençlerin neredeyse yüzde 39’u bilimsel bir kariyeri seçerken bizde gençlerin ancak yüzde 17’si bu alanlara seçiyor. Peki neden? Bizim gençler neden bilim insanı olmak istemiyor?

BİLİMSEL ALANDA İLERİ DÜZEYDE BECERİYE SAHİP GENÇLER YETİŞTİRMELİYİZ!

Türkiye’de eğitim tartışmaları verilerden bağımsız bir spordan ibaret. Geleceğimizi dert ediyorsak bunu değiştirmeli, günübirlik tartışmaları, sloganları bir yana bırakıp verilere dayalı çözümler bulmalıyız. Peki veriler nerede derseniz size çok güzel bir kaynak önereyim. Türkçe ve güvenilir bir kaynak. Evet, Eğitim Reform Girişimi’nin yani ERG’nin her yıl düzenli olarak yayınladığı ve bugün açıklanan Eğitim İzleme Raporu’ndan söz ediyorum. Türkiye’nin geleceğini dert eden herkes bu 200 sayfalık raporu internetten bulup indirmeli.

İleri derecede fen ve matematik becerisine yatkın gençlerin oranı yüzde kaç? Türkiye’den neden bilim insanı çıkmıyor sorusunun cevabını da ERG’nin raporunda bulmak mümkün. Aşağıdaki grafikte de göreceğiniz gibi 15 yaşındaki gençlerde ileri derece fen, okuma ve matematik becerisine baktığımız zaman durumumuz içler acısı. En son 2015 yılında OECD tarafından bakanlığın yaptığı ölçümlerde göreceğiniz gibi ileri seviyeye sahip öğrencilerin oranı yüzde 1 bile değil. Ayrıca trend de negatife dönmüş durumda. Ekonomik rekabetin inovasyona dayandığı bir çağda, bu oranlarla gelecekte Nobel listesinde yer almamızın hayli zor olacağını söyleyebiliriz. Bu kadar başarısız bir öğrenci potansiyeli ile bırakın gelecekte Nobel almayı, dünya ile nasıl rekabet edeceğiz? Eğitim deyince TEOG’u değil biraz da bu realiteleri konuşalım.

NEDEN BİR TÜRKİYE HAYALİ?

Yaklaşık 4 yıl evvel başladığım Hürriyet macerası artık pazar günleri bu köşeden devam edecek. Takip edenler zaten biliyor, derdim Türkiye üzerine yeni düşler kurup bu hayalleri gerçekleştirmenin yollarını sizlerle birlikte aramak. Ve bu arayışı gündelik sloganlarla değil, verilerle yapmak.

Yazının Devamını Oku