Sınav yine olacak adres kader olacak!

MALUM ben bu köşede haftada bir yazabiliyorum, ama Türkiye’de eğitim haftada iki kere değişiyor. Yetişemiyorum!

Haberin Devamı

Geçen hafta bu köşede TEOG’un yerine ne geliyor diye sormuştum ve bu hafta o soruya gelen cevaba bağlı olarak, yeni açıklanan ortaöğretime geçiş sistemi üzerine bir değerlendirme yazacaktım. Ancak daha o reformun ne olduğunu doğru dürüst anlayamadan, bu sefer YÖK birkaç hafta evvel açıkladığı sınavları yeniden değiştirdi. Bu kadar değişikliği biz takip etmekte zorlanıyorsak, bu sene sınava girecek öğrencilerin içinde bulunduğu ruh halini siz düşünün. Yazık bu çocuklara... Yeni liseye geçiş sistemi, “kaliteli” okullara sınavla, diğer okullara ise adrese dayalı olarak geçiş sistemi getiriyor. Bu “kaliteli” okul kavramı bakanlık açıklamasında geçiyor, yani resmi bir kavram. 11 bin dolayında lise olduğunu var sayarsak bu okulların yüzde 10’u resmen “kaliteli” sayılsa 1100 liseye sınavla girilecek demektir. Bütün bunlar hâlâ söylenti düzeyinde. Ortada detaylı bir rapor yok. Ama asıl muamma şu: Hangi lisenin “kaliteli” sayılacağına bakanlık, mayıs ayında karar verecekmiş. Sınav ise haziran ayında. Bu durumda bir öğrenci gitmek istediği lisenin sınava dayalı mı yoksa adrese dayalı mı kayıt yapacağını sınavdan bir ay evvel öğreniyor olacak.... Akıl alır gibi değil!

Haberin Devamı

KALİTELİ OKULA GİDEMEYECEK!

Peki, haziran ayında nasıl bir sınav yapılacak? Bakanlık açıklaması 60 sorudan oluşan sınavın 90 dakikalık sürede ve tek oturumda olacağını söylüyor. Hatırlayın; TEOG sınav stresini ortadan kaldırmak için iptal edildi. Şimdi yerine gelen, yeni “sınavsız” sistemde “kaliteli” okula gitmek 60 soruyu 90 dakikada çözmekten geçiyor! Ne dersiniz? Sözde “sınavsız” bu yeni sistem mi yoksa sınavları yıllara yayan eski sistem mi daha çok stres yaratacak çocuklar için.

Kaliteli olduğu söylenen az sayıdaki okulun dışında kalan liseler adrese dayalı olarak öğrenci alacak. Bu ilk başta kulağa hoş geliyor; zira sınav yok, başvuru yok, stres yok. Mahalledeki ilkokuldan ortaokula, oradan liseye uzanan rahat bir geçiş sistemi. Dünyada pek çok iyi eğitim sistemi bu şekilde işliyor. Ancak bu tarz yerleştirmenin başarılı olması bir şarta bağlı: Okullar arası kalite farkı sınırlı olacak! Yani okullar arası, iller arası, bölgeler arası kalite farkı fazla olmayacak. Finlandiya’da, Norveç’te hatta son yıllarda atağa geçen Asya ülkelerinde durum bu. Öyle olduğu için de iyi sistemler sadece bir ayrıcalıklı zümreyi değil, tüm öğrencileri alıp hep beraber ilerliyor. Bu tarz fırsat eşitliği hâkim olan sistemlerde bir çocuk nerede oturursa otursun gittiği okul, aşağı yukarı diğer okullarla benzer kalitede oluyor. Peki, bizde durum öyle mi? Etiler’de oturan çocukla Esenyurt’ta oturan çocuk aynı kalitede devlet okuluna mı gidiyor? Ardahan’daki okulla Çankaya’daki okul aynı kalitede mi? Tabii ki değil! Finlandiya’da rastgele seçilen iki okul arasındaki ortalama başarı farkı yüzde 10’u geçmez iken bizde bırakın iki okulu, iki bölge arasındaki fark yüzde 60’ı buluyor!

Haberin Devamı

FIRSAT EŞİTSİZLİĞİNİ ARTTIRACAK!

Devlet eliyle sunulan eğitim hizmetinin temel amaçlarından biri her çocuğa benzer kalitede eğitim hizmeti sunarak onların eşit fırsatta yarışmasını sağlamaktır. Bunun gerçekleşmesi için sizin nerede doğduğunuzun bir önemi yok. Olmamalı! O nedenle okullar arası kalite farkının yüksek olduğu bir sistemde çocukları adreslerine göre okullara yerleştirmek demek, çocukların eğitim aracılığıyla sınıf atlama şansını elinden almak demektir. İşte tam da bu nedenle taa Köy Enstitüleri’nden başlayarak, Öğretmen Okulları’yla, Yatılı Bölge Okulları’yla sistem her zaman adresten bağımsız çözümler üretmiş. Diyeceğim odur ki, Finlandiya gibi bir ülkede, okullar arası seviye farkının yüzde 10’u geçmediği bir sistemde, adrese dayalı sistem tabii ki işler. Ama eğitimde fırsat eşitliğinin had safhada olduğu Türkiye’de, adrese dayalı yerleştirme, sosyal mobiliteyi ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramaz. Eğer ülke olarak, Esenyurt’ta ya da Etiler’deki okula aynı kalitede hizmet ve öğretmeni gönderebilirsek, Ardahan’daki okula, Çankaya’daki öğretmen kalitesini gönderebilirsek adrese dayalı sistem doğru bir çözüm olur. Ancak bu dengeli hizmeti yurdun her yanına sunamaz isek adrese dayalı yerleştirme, eğitimde fırsat eşitsizliğini katlamaktan, yoksul çocukları kalitesiz okullara mahkûm etmekten başka bir işe yaramaz.

Haberin Devamı

REFORMLAR KADEMELİ GEÇSİN!

Son olarak, Türkiye’deki reform yapıcılarına bir önerim var. Madem bu kadar hızlı karar alıyorsunuz, ne olur şu kararların uygulama safhasını zamana yayın. Modern dünyada hiçbir kritik reform ilan edildiği anda uygulamaya geçmiyor. Uygulama safhası zamana yayılıyor. İngilizcesi “grandfather clause” olan bu mekanizma ile herhangi bir reform “kademeli” olarak hayata geçiriliyor. Örneğin TEOG kaldırılacaksa bunu birkaç yıla yayalım. Yıllardır TEOG’a giren çocuklar bu sene yine TEOG ile liseye geçsin ama bundan sonraki yıllarda “kademeli” olarak yeni sisteme geçilsin. Aynı şekilde, üniversite sınavını her hafta değiştirerek bu sene sınava girenlerin stresini arttırmanın âlemi yok. Bu sene sınava girenler eski sistemle girer. Yeni sistem önümüzdeki seneden itibaren hayata geçer. En azından bu şekilde, yeni sistemin hataları uygulamaya geçmeden tartışılır, düzenlenir ve daha da önemlisi eski sisteme göre kendini hazırlayan aileler ve çocuklar gereksiz yere reform mağduru olmaz.

 

Haberin Devamı

İLK TÜYAP HEYECANI...
NEW York’ta yaşadığımdan, ne kitap fuarlarına ne de konferanslara katılabiliyorum. Ancak geçen hafta şahane bir tesadüf oldu ve 5 günlük İstanbul ziyaretim TÜYAP’a rastgeldi. Öyle olunca da Doğan Kitap’taki arkadaşların yaratıcılığı sayesinde “korsan” bir imza günü yaptık geçtiğimiz cumartesi günü. Bu sayede TÜYAP’ta ilk defa “okurlarımla” buluştum, sohbet ettim.  O günden aklımda kalan üç kareyi sizinle paylaşmak istiyorum. O gün oraya gelen tüm dostlara teşekkür etmek istiyorum...

İnsan tek başına, bir odada yazdıklarının nerede nasıl yankılanacağını bilemiyor ama merak ediyor. O nedenle TÜYAP imza günü benim için öğretici bir buluşma oldu. Çünkü o gün yazdıklarımın bir boşlukta asılı kalmadığını, hiç ummadığım yerlerde muhatap bulduğunu gördüm. Mutlu oldum.

Haberin Devamı

BU KADAR İÇTEN...

Mesela o gün yanlarında küçük çocuklarıyla gelen genç bir çiftin, çantasından bir Türk lokumu paketi çıkarıp bana uzattığını gördüm. Mahcup oldum. Bu kadar içten. Bu kadar bizden. Yine o gün İznik’ten gelen değerli çini sanatçısı Bülent Aydemir’in kendi elleriyle bezediği çini tabağını vermek için imza etkinliği bitişine kadar bekleme nezaketine şahit oldum. Ben, gelen hediyeyi almakta ne kadar acemiysem, Bülent Bey de o hediyeyi verirken o kadar içtendi. Ama itiraf edeyim ki imza gününün en duygulandırıcı anlarından biri İstanbul’a 100 kilometre uzaktaki bir köyden gelen Gülay Hanım’dı. Ahırda ineklerini bırakıp gelmiş olan Gülay Hanım çantasından bir paket çıkarıp “Hocam, bunu eşiniz için ördüm” deyip gitti. Adını da gelen hediyenin ne olduğunu da sonradan öğrendim... Hüzünlendim... Böyle böyle, birbirimize umut ve cesaret vererek ilerleyeceğiz...

Yazarın Tüm Yazıları