Bazen fazla bilmek de önümüzdeki metinleri okuyup anlamamıza engel oluyor.
Okumuş yazmış takımının, özellikle de siyasette gidip gidip duvara toslamasının sebebi belki de “gereğinden fazla bilmek” durumu ile açıklanabilir.
Çünkü bilginin fıtratında bu var. Detaylara giriyorsun, ayrıntılarla boğuşuyorsun, ihtimallerle yüzleşiyorsun. Sonra basit bir gerçekle karşılaştığında “gerekçenin basitliğini” kabullenemiyorsun.
* * *
BU memleketin en sevdiğim hallerinden biridir. Bir iş yapılıp, biter. Hayata geçer. İlk aksadığı yerde “kalemler kılıç gibi çekilip” ona buna dürtülür. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
“Biri söyler, gerisi kafa sallar” düzeneğinin iyi tarafı “devr-i sabık” yaratmamasıdır. Yani kimse geçmişin hesabını hedef gözeterek sormaz.
“Ayıp olur, rikkat kalbi kırılır” yaklaşımı esas olduğundan eleştiriler “ortaya karışık” yapılır.
Namı yedi iklim, on dört diyarda konuşulası; makam binasının önünde mor koyun sürüleri yayılası federasyon başkanımız geçen hafta aniden ortaya çıktı. Kulüplerimizin borcunun üç milyar dolara yaklaştığının altını çizip, bunun tehlikelerini anlattı.
Siyasette de genel başkanların yetersizliğini kongreleri, kurultayları örtüyor.
Lafı CHP’ye ve muhterem liderine sokuyorum, öbür partilerin liderlerine de “Gelinim sen anla” mesajı veriyorum.
Sadece son üç seçimin dökümünü esas alırsak “yeterlilik” tartışması başlatmaya gerek kalmadan, sonuç görülür.
* * *
CHP son yerel seçimlerde dayağını yedi, oturdu. 7 Haziran seçimlerine yine böyle bir kurultay başarısı ile gelindi. 13 yıllık iktidarın en ağır oy kaybına uğradığı seçimde CHP yine yerinde saydı.
Kaçınılmaz olarak gelecekte dünyayı bunlar yönetecekler.
Cumhuriyet kurulup da parlamenter düzene geçildiğinde bir “Deli Nezareti” yani “Deli Bakanlığı” kurulmasına gerek görülmedi.
Rahmetli Mazhar Osman, Bakırköy Akıl Hastanesi’nin başına oturtuldu. “Burası senin habitatındır, bildiğini yap” dendi. Kafanın kayışını koparmış ne kadar vatandaşımız varsa ona emanet edildi.
* * *
Uzun meslek hayatında, binlerce akıl hastasıyla uğraşan Mazhar Osman delileri severdi. Onlardan zarar gelmeyeceğini bilir, onları şefkate muhtaç birer çocuk olarak görürdü.
Gençliğimizde bize heybetli gelen, kocaman, kalıplı bir vücuttan geriye zamanın ufaladığı “avuç içi” kadar bir gövde kalmıştı.
Yaşlanan gövde, kendini ecele karşı korumak için küçülürken, beyin eskisinden daha dolu, daha yoğun çalışıyordu.
İsmet Berkan, ihtimal pek çok insanın şöyle bir bakıp “bilimsel olduğunu gördükten sonra” atladığı dünkü nefis makalesinde “kütle çekim dalgalarını” anlatıyordu ki onun da konusuydu.
* * *
Son yıllarında evrensel dâhilerden Isaac Newton ve Albert Einstein’ı de yakından ilgilendiren “kütle çekim dalgaları” konusuna kafasını takmıştı.
Artık “aracı çarkının” nasıl istediğini çözüyorum galiba.
Tezgâhın hangi kulübün bünyesinde çalıştırıldığı fark etmez.
Önce o kulübün illa ki şu türden bir futbolcuya ihtiyacı olduğu tartışmaya açılıyor.
Bırakın tartışmayı. DNA çalışması yapan bir genetik mühendisi hassasiyetinde kesin yargıya varılıyor.
Benim gibi sinemadan ekmek yemeyen köşeci taifesi de tartışmaya katılınca olay bir anda büyüdü.
Tarantino’nun filmi “Başkanlık Sisteminden” sonra en fazla konuşulan şey oldu. Yakında muhtarlara toplu gösterimleri yapılırsa hiç şaşmam.
Film “western” türünden yani bizim dilimize göre “kovboy” filmi. Atla gidip geliniyor, silahlar bele takılıyor. Güçlüler acizleri zırt pırt dövüyor.
* * *
Tarantino’nun çektiği kovboy filminde taraflar çabuk sinirlenip, birbirlerini mermi manyağı yapacaklarına uzun uzun konuşuyorlar.
Kendisi ile diğer kadın sunucular arasına “Oscar’lık fark” koymak üzere icat ettiği “tonlamaya” yüklenerek, haberi okumaya devam etti:
“Olay yerine gelen esnaflar...”
Bu kadarı bana yetti. Önce televizyona, cihazın bizzat kendisine, sonra da o metni yazıp o cahil kızın eline veren editöre saydırdım.
* * *
Yüksek dozda tepkime sebep olan şey “esnaflar” garabetinin dilimize yapıştırmaları korkusuydu.