Paylaş
Kendisi ile diğer kadın sunucular arasına “Oscar’lık fark” koymak üzere icat ettiği “tonlamaya” yüklenerek, haberi okumaya devam etti:
“Olay yerine gelen esnaflar...”
Bu kadarı bana yetti. Önce televizyona, cihazın bizzat kendisine, sonra da o metni yazıp o cahil kızın eline veren editöre saydırdım.
* * *
Yüksek dozda tepkime sebep olan şey “esnaflar” garabetinin dilimize yapıştırmaları korkusuydu.
Gecekondu zarafetini, zengin takımından ev kadınlarının yönlendirdiği cemiyet hayatının(!) kibarlığı ile eşitlemeye çalışanlar “kadın” sözcüğünü hayatımızdan çıkarıp yerine “bayan” sözcüğünü yerleştirdiler.
Kibarlıkta, mahalle kuaförleri ile yarışan tezgâhtar kızlar, oğlanlar lafa sahip çıktı. Asırların kadını oldu size bayan, dayanabilirsen dayan!
ÖNCE MEŞHUR, SONRA MEŞRU
Yanlış dilimize önce galat-ı meşhur olarak girer. Galat-ı meşhur, herkesin doğru bildiği yanlışa denir.
“Çok bilinen yanlış, az bilinen doğruyu alıp götürür.”
O sözcüğün veya deyimin yanlış olduğunu bilirsin ancak genel anlamda kabul gördüğünden kullanmaya devam edersin.
Sonra o yanlış galat-ı meşhurken tekrar üzerine tekrarla galat-ı meşru hale gelir. Cehaleti koruyan meleğin kanadına bir tüy daha eklenmiş olur.
Bunun en güzel örneği “Oha falan oldum Türkçesi”nde artık pek kullanılmayan “Üstü kaval, altı şişhane” deyimidir. Birbirinin zıttı şeyler yan yana getirildiğinde ortaya çıkan uyumsuzluğu belirtmek için kullanılır.
Misal, adam gömleğini giyip kravatını bağlar. Onun da üzerine “merkez valisi şıklığında” bir ceket giydikten sonra altına da pantolon yerine şalvar geçirir.
Bu temsili şıklığı görenler de bıyık altından gülüp birbirlerini dürterken “Üstü kaval, altı şişhane olmuş” diye fısıldaşırlar.
Lafın doğrusu “Altı kaval, üştü şeşhane” şeklindedir.
* * *
Eskiden top denen ateşli silahın namlusu, dıştan olduğu gibi içten de dümdüzdü. Kaval gibiydi. Mühendisler, atılan merminin dönerek gittiğinde daha uzun yol aldığını ve daha etkili olduğunu keşfettiler.
Her türlü namlunun içine “yiv” denen helezonik çizgiler koydular. Osmanlı da “yiv” denen çıkıntıya “şeşhane” adını verdi.
Adamın biri tutmuş, kendine ilk yarısı düz, ikinci yarısı yivli bir tüfek namlusu yapmış. Tarifini de “Altı kaval üstü şeşhane” diye vermiş. Deyimdeki “şeşhane”nin zamanla İstanbul’un semti “Şişhane” ile yer değiştirmesi bir galat-ı meşrudur.
TAVUK YEMİ SERPER GİBİ
Türkçe kendini Osmanlıcadan ayırdıktan sonra aklına “kendine has” gramer yaratmak geldi. 29 harfli yeni Türkçeye uygun bir gramer tartışıla tartışıla ortaya çıkarıldı.
Hâlâ da üzerinde yüzde yüzlük bir uzlaşmaya varılamadığından, Anayasa tartışmaları gibi gramer tartışmaları çıkar ve o tartışmalar iki de bir değişen “İmla Kılavuzu”nun başına patlar.
Doksan küsur yıllık Cumhuriyetimiz en az seksen eğitim reformu yapmıştır. O reformlardan bir tanesi bile okuryazar takımına “noktalama işaretlerinin” nasıl kullanılacağını öğretmeyi başaramamıştır. Ülke edebiyatçılarının yüzde doksanı noktalama işaretlerinden bihaberdir.
Meslekteki abilerimizden biri “ama” ayracının önüne arkasına virgül koymaya başladı, ne kadar köşeci varsa onu takip etti.
Benim gibi bir-iki “gramer hassası” belki onlarca yazı yazdı “lakin / ama / fakat / ise / ve / dahi anlamındaki de / da” ayırıcılarına virgül ekleyenleri durduramadı.
Yazısını yazan içine noktalama işaretlerini “tavuk yemi” gibi serpiştiriyordu, artık nereye denk gelirse.
* * *
Ağırbaşlılığı ve dil hassasiyeti ile bilinen bir gazetenin dünkü haberlerinden birinde “esnaflar” garabetinin kullanıldığını görünce tehlikenin yakında olduğunu anladım.
Durdurduk, durdu. Şimdi durduramazsak onu “doktorcular” veya “yazarcılar” gibi başka garabetler izler.
“Bazı arkadaşlar konuşmak bilmiyor” diye yakınan türkücü gibi biz de “Maalesef bazı arkadaşlar yazmak bilmiyor” diye sızlanırız.
Paylaş