Paylaş
Benim gibi sinemadan ekmek yemeyen köşeci taifesi de tartışmaya katılınca olay bir anda büyüdü.
Tarantino’nun filmi “Başkanlık Sisteminden” sonra en fazla konuşulan şey oldu. Yakında muhtarlara toplu gösterimleri yapılırsa hiç şaşmam.
Film “western” türünden yani bizim dilimize göre “kovboy” filmi. Atla gidip geliniyor, silahlar bele takılıyor. Güçlüler acizleri zırt pırt dövüyor.
* * *
Tarantino’nun çektiği kovboy filminde taraflar çabuk sinirlenip, birbirlerini mermi manyağı yapacaklarına uzun uzun konuşuyorlar.
Tarantino’yu bilmeyen biri de senaryoyu sanki İngiliz milletinden Shakespeare yazmış zanneder.
Aksiyon üstüne aksiyon bekleyen, esas oğlanın havalanmış bir uçağın kanadına tutunup yolcu kapısından içeri girebildiğine inanan seyirci biraz sıkılıyor. “Ben böyle kovboy filminin içine tükürürüm” itirazları da buradan çıkıyor.
ÖZEL HOLLYWOOD ALGISI
“Kovboy filmi” denince bizim kafamızda Hollwood’un yarattığı yapay bir algı vardır. Kovboy atına atlayıp gün boyu yol alır ama atı beslediğini hiç görmeyiz.
Karnı doymuş bir atın en fazla on beş mil gidebildiğini akla getirmeyiz. Yine göçmenlerin dört atlı vagonları günlerce ıssız arazilerden geçer, o atları beslemek için samanı trenle taşımak lazım gelir.
Hayvanların karnı aç mı, tok mu sinema seyircisini ilgilendirmez. Çünkü Hollywood filmleri sayesinde şartlanan tüketici kafamız perdede gördüklerimizin ötesini düşünmez.
Bir gün Amerika’da Forrest Carter adında bir adam çıktı. Aslen bir “Çeroki Kızılderili’si” olan bu adam yakın dönem tarihçisiydi.
Arizona’da kırk kişilik bir süvari birliği ile bir Kızılderili kabilesi kavga ettiğinde, o birliğin başındaki teğmenin Westpoint Akademisi’ndeki karne notlarını dahi bilirdi.
Sinemanın bütün ezberlerini Marlon Brando’dan önce bozan bu adam “sahte kahramanların” foyasını meydana çıkardı. Silahşorlar aşağılık adamlardı, silahları gıcır gıcır değil çakaralmazdı.
Çoğu korkak olduğu için kalleşliğe meyilliydi. Rolünü kıvıramadığı zaman yönetmen John Ford’un defalarca tekme tokat döverek yarattığı efsane kovboy John Wayne hiç yaşamamıştı.
* * *
Tarihçi, akademisyen Forrest Carter, elli iki yaşındayken ani bir kalp krizi sonrası öldüğünde terekesinden dört kitap çıktı.
Batı Barut Kokuyor (Gone To Texas), Kan Yerde Kalmaz (The Vengeance Trail of Joey Carter), Küçük Ağacın Eğitimi (The Education Of Little Tree) ve efsane Apaçi lideri Geronimo’nun biyografik romanı olan Dağlardan Sorun Beni (Watch For Me On The Mountain).
İYİ Kİ VARSIN EASTWOOD
Karısının bir yayınevinden diğer yayınevine gezdirdiği bu kitapları, burnu havada editörlerin hiçbiri kabul etmedi. Kadın kitapları sonunda Clint Eastwood’a yolladı.
Nasıl bir cevherle karşılaştığını anlayan Clint Eastwood bunların film haklarını satın aldı. 500 bin dolar ödediği Gone To Texas kitabından “Kanunsuz Josey Valey” filmini yaptı. Parasını otuza katlayarak geri aldı.
Dünya; ölü bir yazar ile efsane bir yönetmenin işbirliğinden doğan filmler sayesinde Vahşi Batı’nın John Wayne’in anlattığı gibi bir yer olmadığını biliyordu.
Kızılderili diye ortak bir adla söz ettiğimiz gerçek Amerikan yerlilerinin, ulus ulus nasıl yok edildiklerini de bu sayede tartışmaya başladı.
Ayrıca kitap meraklılarına bir not düşeyim. Forrest Carter’ın romanları, en sıkı çekilmiş bir western filminden daha sürükleyici, gerçekçi ve heyecanlı.
* * *
Tarantino’nun filmine gelince. Yazarımız Uğur Vardan’ın dediği gibi iyi bir film. Oradaki karakterler John Wayne’in canlandırdıklarına değil, Forrest Carter’ın anlattıklarına daha çok benziyor.
Efendim diyalogları çok uzunmuş.
Aylardır kendini tekrarlayan başkanlık tartışmalarından sıkılmadık da Tarantino’nun üç saatlik filmine mi dayanamayacağız? Geçelim efendim. Gidip seyredin, paranız boşa gitmez.
Paylaş