Ben böyle iki insan gördüm, ikisini de tanıdım, ikisiyle de çalıştım. Bunlardan biri şair Hasan Hüseyin’di. Diğeri de edebiyatımızın dünya devi Yaşar Kemal.
Bunlardan birini dahi tanımak, herhangi biri için şanstır. Kendi hesabıma konuşursam, ben bu mesleğin fırsat verdiği en şanslı insanlardan biriyim. Çalıştığım gazetelerde öyle insanlarla yan yana oldum ki.
* * *
Yaşar Kemal ile Hasan Hüseyin’i saydık zaten. Oradan devam edeyim.
Necip Fazıl, Arif Nihat Asya, Dursun Akçam, Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Ahmet Arif, Tarık Buğra, Aziz Nesin, Nimet Arzık, Saime Baltacıoğlu (Nâzım’ın karısı Piraye’nin kardeşi), şair Şemsi Belli.
1919’da yayınlanan Amasya Tamimi ile işgâl altında tutulan vatanın kurtarılması için milli mücadele başlatılması karara alınmıştı.
Uluslararası Futbol Zirvemizde de alacaklarını tahsil için sıraya girenler ve “futbolcu simsarları” tarafından işgâl edilen futbolumuzu kurtarmak için mücadele başlatılması karara alındı.
Benzerlik bu kadar kesin. Lakin Kurtuluş Savaşı’nın milletten başka mali destekçisi yoktu. Çok şükür futbolumuzun halaskâr mücahitlerinin arkasında eli açık bir telefon operatörü vardı. Artık moda olmaktan çıktığı için kalpak da takılmamıştı.
BİR ÜLKE YETER
Türk Tabipleri Birliği her yıl çeşitli illerde edebiyat matineleri düzenliyor. Bu yılın konu başlığı “Ölümsüzlüğünün Birinci Yılında Yaşar Kemal” olunca mekân olarak Adana’dan başkası akla gelemezdi.
Ev sahibi adına çağrıyı Dr. Ayşegül Tezören yaptı. Arif Keskiner (Çiçek Arif) ile birlikte çağrıya uyup, buralara geldik.
* * *
Adımızı konuşmacı olarak duyurmuşlar, halı saha büyüklüğünde bir bez afiş yaptırmışlar. O devasa afişe isimlerimizi yazıp, onun da üzerine tasvirlerimizi basmışlar.
Ortada Arif Ağabey, sağında yazar Hasan Özkılıç, solunda da özüm. Adana’nın rüzgârı tembel tembel estikçe sıfatlarımızın basılı olduğu devasa bez afiş Seyhan Belediyesi’nin yaptırıp hizmete soktuğu Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nin duvarı üzerinde inip inip kalkıyor.
Aslında akademisyenleri de işin içine katacaktım. Bu sıralar fazlaca mağdur olduklarından kıyamadım.
Sosyal bilimcilerin araştırmalarından çıkan sonuçları yan yana getirdiğin zaman şekillenen Türkiye manzarasına yürek dayanmaz. Büyük resme bakan, kendini tutamaz, zorla yerli dizi seyrettirmişsin gibi zırıl zırıl ağlar.
O büyük resme 14 milyon ruh hastası, 7 milyon kör, 9 milyon çolak, 6 milyon aksak, 5 milyon pepeme, 20 milyon da “okuduğunu anlama” engellisi sığdırmışsın.
Hal böyleyken, birileri çıkıp “Üç vakte kadar Türk nesli kuruyacak” iddiasını ortaya attı mı akıl buradan seker, oraya gider.
KOCA PROFESÖR SÖYLÜYOR
Bizimkilerin sosyal çalışmalarından çıkan rakamlar, işini bilmez Kadı Efendi’nin verdiği değnek cezalarına benziyor.
Hikâye bilinir ama tekrarında zarar yok. Kadı Efendi, mahkeme ettiği adamı suçlu bulmuş. Gazaba gelmesiyle ağzından “Bu terese dört yüz değnek vurula” hükmü çıkmış.
* * *
Çıplak ayağa şimşir sopayla “Allah yarattı” demeden vurulacak dört yüz sopa. Cezanın şiddeti dayağı yiyeni “ıslah edip” yeniden topluma kazandırmaz. Olsa olsa rahmet-i rahmana kavuşturup öbür dünyaya havale eder.
Kadı cezayı bastırdıktan sonra adama “Bir diyeceğin var mı?” diye kükremiş. Korkudan titreyen adam “Oldu olacak kırıldı nacak” hesabı ile gözünü karartıp “Kadı Efendi” demiş.
Nihayet beklenen oldu, Galatasaray tribüne çıktı. “Tribüne çıkmanın” meali şu oluyor.
Avrupa’dan bir “katılmama cezası” gelmese bile Şampiyonlar Ligi’ne gidemeyecek.
Ceza gelirse Avrupa Ligi’ne de gidemeyecek.Mali kaynakları tırpan yiyecek. Megalomanisini tribünlere sığdırdığı zaman kendisini “en büyük” diye tarif eden taraftarın eline bakacak.
İki sezondur yarı yarıya ancak dolabilen tribünlere bakıp o taraftarın cömertliğini(!) hesaplayabiliyoruz.
Ebedi yolculuğuna nasıl uğurlandığını görebilseydi, bu kadar çok sevilmesine belki kendi de şaşıracaktı.
İnsan yaşarken bilemez. Tıpkı ölümün sırlarını bilemediği, varlık ile yokluğun iç içe olmasına akıl erdiremediği gibi.
* * *
Herhalde Mustafa Koç’un cenazesine katılabilenler veya haberini televizyonlardan izleyenler kendilerine pek çok “cevapsız soru” sormuşlardır.
Bu sorgulama hali hayatın garip bir virajıdır. Cenazeden cenazeye sorulur. Cevabı bulunsun bulunmasın, unutulur. Bir kabrin başından ayrıldığın andan itibaren geriye kalan hayatının ilk saniyeleri başlar.
Daha ocak ayının ilk haftasıydı ki 34 mültecinin cansız bedeni Ayvalık sahillerine vurdu. İnsafsız bir ölüm tacirinin tepeleme doldurduğu tekne yola çıktıktan iki saat sonra alabora olmuştu.
Bir hafta içinde arka arkaya üç-dört tekne daha battı. Sahilden çok uzaklaşılmadığı için denize dökülenlerin çoğu kurtarıldı.
Her tekneden çıkan üçer beşer ölü “büyük facialara talimli” medyanın ilgisini çekmediğinden “tek sütunluk haber” kategorisinde kaldı.
* * *
Geçen hafta öldürme sırası Foçalı insan tacirlerindeydi. On bir metrelik ahşabı çürümüş tekneyi tıka basa doldurdular. Kelle başına üçer bin Euro’yu peşin aldıklarından teknenin dönüp dönmeyeceği sahibinin umurunda değildi.