ADINA ne diyeceğimi bilemedim. Dolandırıcılık mı desem, sahtekarlık mı yoksa uyanıklık mı? Bir taraftan vatandaşın kandırılmasına üzülüyorum diğer taraftan bu yöntemlerin düşünülebiliyor olmasına şaşırıyorum. İşte son olay...
Bana gelen bir okur mektubundan yola çıkıp yaptığım araştırmaya göre araç muayene işinde bazı uyanıklar vatandaştan haksız yere para kapmak için ilginç bir yöntem uyguluyor. İnternette başta Google olmak üzere arama motorlarına girip “Araç muayene randevu” yazdığınızda karşınıza çıkan internet sitelerinin aslında araç muayene işini üstlenen şirketle hiçbir ilgisi yok. Türkiye’de araç muayenesini yapmaya yetkili tek şirket TÜVTÜRK. Ancak bazı internet siteleri üstelik web adresini bu şirketin adını da dahil ederek vatandaşa muayene randevusu verdiğini belirtiyor. Bu internet sitelerinin bir bölümü sizden plaka, ruhsat no, adres gibi kritik bilgileri talep edip, bir bölümü ise doğrudan 0800’lü numaraları aramanızı istiyor. Tanıtımlarında randevunun ücretsiz olduğunu belirtmelerine rağmen 0800’lü numaraları aradığınızda aslında bu şirketlere paranızı da kaptırmaya başlıyorsunuz. Çünkü aradığınız bu numaralar ücretli. Üstelik dakikası 5 TL gibi yüksek bir ücretle karşı karşıya kalıyorsunuz.
Konuyla ilgili TÜVTÜRK şirketini arayıp niye bu şirketleri engellemek için girişim de bulunmadıklarını sordum. Cevaplarını paylaşıyorum:
“Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın denetiminde ülkemizde periyodik araç muayene hizmeti vermeye yetkili tek kuruluş olarak, araç muayene hizmeti randevularını www.tuvturk.com.tr internet sitemizden ve 0 850 222 88 88 numaralı çağrı merkezimizden 2009 yılından itibaren ücretsiz olarak vermekteyiz.
Aklınıza gelen yaygın tüm pizza markalarının ürünlerinde kullanılan sucuk, salam ve sosislerin tamamı tavuk ve/veya hindi etinden üretiliyor. Üstelik bazı markalar bunu bizzat internet sitelerinden ya da menülerinden anons etmişken bazı markalar ancak sormanız halinde bilgi veriyor. Sosis, salam, sucuk gibi şarküteri ürünlerinin tavuk ve/veya hindi etinden üretildiğini belirten yaygın markaların da bu uyarıları internet siteleri ve menülerinin en dibine küçük puntolarla koydukları görülüyor.
TÜKETİCİ FARKINDA DEĞİL
Çevremde bugüne kadar sipariş veren veya bu yaygın markaların bizzat restoranına giden birçok kişiyle yaptığım görüşmeler sonrasında artık eminim ki tüketiciler yedikleri pizzalarda kullanılan sucuk, salam ve sosislerin tavuk ve/veya hindi etinden olduğunu bilmiyorlar.
Yasal olarak pizza markalarının ürünlerinde tavuk veya hindi gibi beyaz et kullanmasının bir sakıncası yok. Kaldı ki sucuk, sosis ve salam gibi ürünlerde beyaz et ile kırmızı etin karışımın kullanılması yasak. Yani sucuk, salam ve sosisler ya dana ya kuzu ya da tamamen beyaz etten imal edilmek zorunda.
BİLGİLENDİRME YETERSİZ
Firmaların kullandıkları ürünlerin sağlıksız ve yasal olmadığını söyleyemeyiz. Ancak tüketicinin beklentisinin dışında dana eti yerine beyaz etten imal edilen salam, sosis ve sucuğu kullanan pizza markalarının bunu tüketiciye daha açık bir şekilde duyurması gerekir. Sitelerin veya menülerin en altında çok küçük puntolarla ‘tavuk ve/veya hindi eti kullanılmıştır’ yazısını tüketicinin fark etmesini beklemeyi uyarı bir tarafa kurnazlık olarak tanımlamamız sanırım yanlış olmaz. Yukarıda da belirttiğim üzere bazı markaların beyaz et kullandıklarını neden beyan etmediklerini anlamak mümkün değil. Bu firmaların tüketiciyi yanıltmaya hakkı yok. Kaldı ki bazı tüketicilerin hiç beyaz et yemek istemediğini veya az kişi de olsa beyaz ete karşı alerjisi olanlar olabileceğini unutmamak gerekir.
NEDEN BEYAZ ET KULLANIYORLAR?
- PEKİ ama firmaların, beklentilerin aksine kırmızı et yerine beyaz et kullanmasının sebebi ne olabilir? Cevap çok basit, maliyet. Bugün karkas kırmızı etin kilosu 29 lira. Oysa beyaz etin kilosu 6-7 TL. Arada neredeyse 4 kat fiyat farkı var. Hem birbirleriyle hem de diğer fast food’çularla rekabet etmek ve maliyeti düşürmek için ucuz pizza satma yoluna giden şirketler, üstüne bir de ‘2 al 1 öde’, ‘3 al 1 öde’, ikinciye yüzde 50 indirim’ gibi kampanyalar düzenliyor. Maliyetlerini düşürmek isteyen şirketler kullandıkları malzemelerin ucuz olması için başta sucuk, sosis salam olmak üzere özel anlaşmalarla ürettirdikleri gıda ürünlerini tercih ediyorlar. Tüketicinin aradaki farkı hissetmemesi için bu ürünlere sağlığa uygun özel gıda takviyeleri ve baharatların eklendiğini tahmin etmek ise zor değil...
ABD ile yaşanan gerilim sonrasında 6 TL’nin üzerine çıkan dolar kuru ev hizmetlerinde çalışan yabancılarla ilgili ücret politikasını da tamamen değiştirdi. Türkmenistan, Gürcistan, Filipinler ve Rusya başta olmak üzere Türkiye’ye gelerek ev hizmetleri, yaşlı-çocuk bakımı gibi işlerde çalışan kadınlar dövizdeki hareketlilik öncesinde ortalama 600 dolar aylık alıyordu. Dolar kurunun hızla 6 TL’nin üzerine çıkması yabancı maaşlarının da TL karşılığının 3 bin 500 TL’yi aşmasına neden oldu. Oysa 1 yıl önce yabancılara ödenen 600 dolar aylık 2 bin 100 TL’ye denk geliyordu.
Geçen yıla göre maaşlarda yaşanan yüzde 80’lik artış üzerine yabancı çalışan ücret politikası tamamen değişti. İstanbul Aksaray başta olmak üzere yabancı çalışanlara iş bulan aracılardan aldığım bilgiye göre maaşlar tamamen TL’ye döndü.
Aracılar, “Dolardaki yükseliş öncesi maaşlar yapılan işlerin zorluğuna göre 500-700 dolar arasında değişiyordu. Ortalama ise 600 dolar dersek yanlış olmaz. Dolardaki bu hızlı yükseliş sonrasında eski-yeni çalışanların maaşlarının tamamı Türk Lirası’na döndü. Yine yapılan işin zorluğuna ve koşullara göre 2 bin lira ile 3 bin lira arasında değişiyor. Genelde ortalama ödenen ücret 2 bin 500 lira olarak (bugünkü kurlarla yaklaşık 400 dolar) Türk Lirası’na sabitlendi dersek yanlış olmaz” diye konuştu.
TAHMİNİ SAYILARI 400 BİN
SON günlerde ekonomide yaşanan dalgalanmada gözlerin çevrildiği kritik sektörlerden biri de gayrimenkul sektörü. Geride bıraktığımız 10 yılda Türkiye’nin büyümesindeki lokomotiflerden biri olarak ön plana çıkan gayrimenkul sektörü son dönemde kampanyalarla satış hızını düşürmeden yola devam etmeye çalışıyor. Ancak hem kurun geldiği seviye hem de faizlerdeki yükseliş hareketliliği gayrimenkul sektörünün satışta zorlanabileceğine ilişkin kaygılara neden oluyor.
Geçen günlerde bir grup gazeteciyle bir araya gelen DAP Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Yılmaz da bu kaygıyı dile getirdi ve sektör için bir ‘B’ planı ortaya attı. Yılmaz, “Bizim toprak altında petrolümüz yok ama iyi değerlendirildiğinde onun kadar değerli gayrimenkul sektörümüz var. Eğer yabancıya satışla ilgili bazı adımlar atabilirsek, Türkiye ekonomisi adına altın bir dönem önümüzde duruyor” dedi.
“Markalı konut sektöründe satış problemi yok. Dönemsel sorunlar ise çarkı durdurmuyor. Fakat sektörün bazı sıkıntıları bulunuyor” diyen Yılmaz, şöyle devam etti: “Mesela önümüzde yabancıya satış konusu var. Türkiye olarak yabancı yatırımcıya ‘1 milyon dolarlık konut al, sana vatandaşlık vereyim’ diyoruz. Muhtemelen bu kişinin kendi ülkesinde minimum 5 milyon dolarlık bir serveti vardır. 5 milyon dolar da bugünün şartlarında hatırı sayılır bir para. Bu kadar sermayeye sahip biri, sadece bize değil dünyanın her yerine gidebilir. Bizim bu ölçekte bir yatırım çekebilmek için daha rekabetçi hareket etmemiz lazım. İspanya’da yabancıya satılan konut adedi 50 bin. İspanya’da yılda satılan konut adedi ise 457 bin. Yani her 10 konuttan birini yabancıya satıyorlar.”
100 BİN DOLARLA NOTERE“Yabancıyı Türkiye’ye çekecek reklam kampanyaları, tanıtım etkinlikleri düzenlememiz şart” diyen Yılmaz, “Türkiye’ye gelen yatırımcı, oturum izni almak için 40 kapı çalıp 40 yere para ödüyor, danışmanlar tutuyor. Belki de geldiğine geleceğine bin pişman oluyor. 100 bin dolarlık konut alan yabancı, tek bir kuruma müracaat etsin, işi noterde çözelim. Bürokrasi konusunda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da hassasiyetlerini çok defa dile getirdi. Ben yeni sistemde o bürokrasinin de azalacağına inanıyorum” dedi.
Bu konuda özellikle Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un Türkiye için büyük bir şans olduğuna vurgu yapan Yılmaz, “Murat Kurum, Emlak Konut GYO’nun Genel Müdürlüğü döneminde sektöre müthiş destek veren 300’e yakın önemli kampanyalara imza attı. Kurum, sektörün içinden gelen, iyi bir birikime sahip değerli bir isim. Bakanımızın öncülüğünde çok önemli mesafeler kat edeceğimize inanıyorum. En kötü ihtimalle 2-3 yıl içerisinde yabancıya satış cirosunu yıllık 15-20 milyar dolar, beş yıl içinde de 30 milyar dolara çıkarmamız lazım” dedi.
CARİ AÇIĞIN YARISI KAPANIRYılmaz şöyle devam etti:
“Bunu başarmış bir konut sektörü düşünün. Diyelim ki ülke olarak doğalgaza, petrole her yıl 40-50 milyar dolar para veriyoruz, cari açık oluşturuyoruz. Bu cari açığın yarısını yabancıya konut satışından çıkarırız. Yıllardır sektörün sorunlarının çözümü için Konutbank modelinin hayata geçirilip sektöre yeterlilik kriterleri getirilmesi gerektiğini söylüyorum. İnanıyorum ki Murat Kurum’un bakanlığı döneminde bunların hepsini çözeceğiz.”
BU FİYATLAR HAYAL OLACAK
PEYNİR, sucuk, pastırma, salam gibi şarküteri ürünleri ambalajsız bir şekilde açıkta satılamıyor. Bu ürünlerin paketlenmiş bir şekilde, üzerilerinde son tüketim tarihi başta olmak üzere net miktarı, muhafaza koşulları gibi bilgilerin yer alması gerekiyor. Sürekli güncellenen etiket yönetmeliği uzun yıllardır yürürlükte.
Köftelerin önünüzde hazırlanması, kıymaların yine siz istediğinizde işlemden geçmesi gerekiyor. Önceden hazırlanan ürünlerin yine etiket yönetmeliğine uygun bir biçimde paketlenmesi de şart.
Peki ama tüketicinin aldatılması, ne aldığını net bir şekilde bilmesi için yürürlükte olan yönetmelikler uygulanıyor mu?
Bu soruya hem evet hem de hayır cevabı vermem sanırım yanlış olmaz. Çünkü bazı satıcılar bu yönetmeliği aşmak için kendilerine has yöntemler bulmuş durumda.
‘BOZULANI ATIYORUZ’
Tenekeden çıkarılan peynirler streçleniyor. Üzerlerine basit bir etiket ve barkod basılarak şarküteri reyonunda satışa çıkarılıyor. Hangi peynirin hangi tenekeden çıktığının, üretim tarihinin vs önemi yok. Satıcı için kendi paketlediği tarih önemli. Aslında bu tarihin de bir önemi yok. Üzerindeki streç film ve etiket birkaç gün sonra yeni bir tarih ile yenilenebilir. Reyon görevlilerine ‘neden bu etiketlerde son kullanım tarihi yok’ sorusunu sorduğunuzda, ‘günlük paketliyoruz, çabuk bozulan ürün bunlar, bozulanı zaten atıyoruz’ cevabını almanız işten bile değil.
Yine streç filmle paketlenmiş, salamların hangi salam batonundan dilimlendiğini bilmenize imkân yok. Tabii ki o batonun üzerindeki son kullanım tarihini de...
İSTANBUL’un en kıymetli semtlerinden Bakırköy’ün kalbinde İncirli Caddesi üzerinde 3 bin dönüm bir arsa. Arsada tek blok halinde 36 konut var. Her biri net 75’er metrekare olan bu konutlarda yaşayanlardan biri de Pervin Teyze. Kapısı bir gün çalınır, gelenler evleri toplu halde müteahhite vermekten, bu sayede yepyeni bir evde oturacaklarından bahsederler. O da avukat oğlunu arar durumu anlatır. Sitede kiracı olan bir fotoğraf stüdyosu sahibi daha sonra bu sitede 4 bağımsız bölümün sahibi olmuş sonra da yönetici konumuna gelmiştir. Sitenin yenilenmesi gerektiğini vurgulayanların başını da o çekmektedir.
10 BİN TL SERMAYELİ FİRMA
Avukat oğul araştırır. Onun iddialarına göre, yönetici ve bazı malikler, ana yapının yıkılarak kat karşılığı inşaat yapılması için yüklenicilerle görüşmeler yapmıştır. Ulaştığı bilgelere göre bazı kişiler yüklenicilerden kat maliklerini ikna etmeleri karşılığında yapılması planlanan yeni binadaki 12 adet dubleks daireden 6 adedini istemiştir. Yönetici ve bazı malikler toplu halde bir karar alınmadığı halde bir firma ile anlaşıp üstüne bir de bağlayıcı ön protokol anlaşması imzalamışlardır. Avukat araştırmalarını sürdürür. Protokolde, kat karşılığı inşaat sözleşmesinin en esaslı unsuru olan bedel, yani yükleniciye yapacağı inşaat karşılığında devir edilecek arsa payının miktarı, ne zaman ve nasıl, ne şekilde yapılacağı, yüklenicinin edimini zamanında ve layıkıyla yapmaması halinde, örneğin işi terk etmesi, acz içine düşmesi, ayıplı mal teslimi gibi durumlar için vermesi gereken teminat vs. gibi önemli hususlar hiçbir düzenlemede yoktur. Üstelik protokolün imzalandığı firma o güne kadar sadece bir inşaat yapmıştır ve sermayesi de sadece
10 bin TL’dir.
CAYMA CEZASI 2 MİLYON TL
Kat malikleri tek tek imzaya davet edilir. İmza karşılığında her birine 25 bin TL ödenir. Bu ödemelerin fotoğrafçı yöneticinin hesabından yapılması ise ilginçtir. Maliklerin çoğunluğu protokol vs hiç incelemeden sadece 25 bin liranın karşılığında imza atar. Oysa imzaladıkları protokolden caymaları başka müteahhitlerle görüşmeleri halinde 2 milyon lira tazminat ödemek zorunda oldukları bilgisi yer almaktadır. Avukat ve ailesi iki diğer malikle birlikte dava yoluna gider. Müteahhit firmanın güvenilir olmadığını, hisse paylarının adil dağılmadığını, sözleşmeye uyulmadığı durumda yasal olarak hiçbir güvencelerinin olmadığını iddia etmektedir.
Protokolde ayrıca, “Kat Karşılığı İnşaat İşi 6306 Sayılı Yasa ve ile ilgili yönetmelikler kapsamında yapılacağı” maddesi yer almaktadır. Buna göre anlaşmayı kabul etmeyen kat malikleri, 6306 Sayılı Yasa’nın sağladığı istisnai toplantı ve karalarla devre kalmaktadır. Bu sırada binanın caddeye bakan tarafı tahta perde ile kapatılır. Üzerine de ilanlar yapıştırılır. İlanlarda projenin logosu ile fotoğrafçının şirketinin logosu aynıdır. Projenin adı da fotoğrafçının şirketini çağrıştırmaktadır.
"2 Ocak 2001 günü açılan Yemeksepeti’nin Türkiye’de paket servis sistemini değiştireceğini o gün kimse bilmiyordu. Ve ilk gün Yemeksepeti 3 sipariş aldı. Ofise her sipariş geldiğinde sistem telefon ziline benzer bir ses çıkarıyordu ve 5 kişilik ekip heyecanla bu sesi duymak istiyordu. Şirket 2014 yılında 50 milyon yemeği kullanıcılarına ulaştırmış, bünyesine 12 bin restoran katmış ve kullanıcılarına 266 bin ürün sunan gıda devi haline gelmişti adeta. Yemeksepeti sadece Türkiye’de değil 10 farklı ülkede de hizmetteydi artık.”
Yukarıdaki satırları Hürriyet Ekonomi’nin editörlerinden Ceyhun Kuburlu’nun kitabı ‘Deli Misin Sen’den aldım... Kitapta Yemeksepeti’nin kurucusu Nevzat Aydın dahil 10 girişimcinin ilham veren öyküleri var. Girişimcilerin samimiyeti Ceyhun’un kıvrak kalemine eklenince ortaya güzel bir kitap çıktı. Ama biz şimdilik kitabı bırakıp konumuza dönelim. Teknoloji geliştikçe her alanda etkisini de gösteriyor. Malum yemek siparişi vermek de artık çok kolaylaştı. Bu konunun öncüsü ise dünyada da örnek gösterilen girişim Yemeksepeti oldu. Bugün Yemeksepeti uygulamaları üzerinden binlerce sipariş veriliyor. Binlerce restoranın ürünü yine binlerce tüketiciye ulaşıyor. İki tarafın da işini kolaylaştıran uygulamanın tüketiciye de sektöre de katkısı tartışılmaz. Buraya kadar yazdıklarımı sakın reklam olarak algılamayın. Bu kadar yaygın bir şekilde hayatımızda olan bir sistemin neden bu haftanın konusu olduğunu bu aşamadan sonra anlayacaksınız.
LAHMACUN SİPARİŞİ5 Temmuz Perşembe akşamı bir şirkette mesaiye kalan 5 arkadaş akşam ne yiyeceklerini düşünürken lahmacunda hem fikir olurlar. Yemeksepetine girip kendilerine en yakın restoranları tararlar. Seçtikleri restorandan tanesi 6 TL’den 10 adet lahmacun siparişini tamamlayacakları anda üyelik adres bilgisi vs doldurmaya üşenen, içlerinden biri restoranı doğrudan aramayı teklif eder. Öyle de yaparlar. Restoran aranır 10 lahmacun siparişi adres verilir. Çok geçmeden sipariş kapıya ulaşır. Gelen kuryeye 60 TL uzatılır. O da ne? Kurye 10 TL’yi iade eder. Çünkü Yemeksepeti’nde o restorandaki lahmacunun tanesi 6 TL iken restoranın kendisine verilen siparişte 5 TL’dir.
UCUZU DA VAR
Restoran aynı, lahmacun aynı, kurye aynı iken neden fiyat farkı olduğunu sorgulamaya başlayıp konuyu bana iletirler. Ben de konuyu araştırdım, bulduklarımı sizinle paylaşıyorum. Öncelikle Yemeksepeti’nde tüm restoranların ürünlerinin pahalı olduğu bilgisi kesinlikle doğru değil. Hatta bazı restoranların ürünleri Yemeksepeti üzerinden sipariş verirseniz kendilerine verdiğiniz siparişlerden daha da ucuz. Öncelikle Burger King, Pizza Hut, Mc Donalds gibi büyük zincirlerin fiyatlarının Yemeksepeti’ndeki fiyatlarla bire bir aynı olduğunu belirtmek isterim. Hatta zaman zaman Yemeksepeti ile kampanyalar yapıp daha ucuza sipariş aldıkları da oluyor. Ancak bazı restoranlardan Yemeksepeti üzerinden sipariş verirseniz fiyatların daha pahalı olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalıyorsunuz?
FİYAT FARKININ SEBEBİ NE?YEMEKSEPETİ üzerinden sipariş alan restoranların hedefi şüphesiz satışlarını artırmak. Ancak bu işin bir de maliyeti var. Yemeksepeti’ne üye olan restoranlar aidat dışında sipariş üzerinden yüzde 12 civarında komisyon veriyor. Binlerce sipariş alan zincir restoranlardan çok daha az oranla özel anlaşmalarla komisyon alınması kimseyi şaşırtmaz. Ancak küçük restoranlar için yüzde 12’yi bulan komisyon oranları kâr oranları düşünüldüğünde karşılanamaz noktada olabiliyor. İşte bazı restoranların Yemeksepeti’nden verilen siparişleri üzerine fiyat koymalarının temel sebebi de bu. Kâr oranı yüksek restoranlar ise bırakan üzerine fiyat koymayı daha fazla ürün satabilmek için Yemeksepeti üzerinden verilen siparişlere indirim bile uygulayabiliyor.
HANGİSİ DÜŞÜK HANGİSİ YÜKSEKBİNLERCE restoranı tek tek kontrol etmem imkan yoktu ancak yine de İstanbul ve diğer büyük illeri kapsayan bir araştırma yaptım. Araştırmada ortaya çıkan sonuçları ‘aynı’, ‘düşük’ veya ‘yüksek’ ibareleriyle paylaşıyorum. Sizin sipariş verdiğiniz restoranlarda fiyat farkı var mı yok mu, araştırmak size düşüyor.
FİYATLAR YÜZDE 80-90 AYNI
GEÇTİĞİMİZ pazartesi günü ajanslara düşen bir haber dikkat çekiciydi. “Canan Karatay’ı dolandıran çete çökertildi” başlığı ile anında internet siteleri tarafından kullanılan haberde şu bilgiler yer alıyordu: “İstanbul Asayiş Şube Müdürlüğü ekipleri, cep telefonuyla aradıkları vatandaşlara kendilerini polis ve savcı olarak tanıtarak dolandırıcılık yapan bir çete ile ilgili çalışma başlattı. Yapılan inceleme sonunda 12 çete üyesinin kimlikleri belirlendi. Ekipler 20 Haziran günü İstanbul, Antalya, Muğla, Adana ve Şanlıurfa’da eş zamanlı operasyon düzenledi. Gözaltına alınan 12 şüpheli, Asayiş Şube’ye getirildi.
Emniyette yapılan sorgulamalarda, gözaltına alınan şüphelilerden Mehmet Kılıçarslan’ın 2013 yılında Canan Karatay’ı dolandırdığı, Mahmut Ergün’ün ise 2015 yılında ise Erdener Yurtcan’ı dolandırdığı ortaya çıktı. Yapılan incelemeler sonucu çetenin 16 vatandaştan toplam 4 milyon 200 bin liralık vurgun yaptığı belirlenirken, polisin çabaları sonucu 2 milyon 300 bin liranın ise kurtarıldığı öğrenildi. Emniyetteki işlemleri tamamlanan 12 şüpheli adliyeye sevk edildi.”
ÖZEL BİLGİLERİ SIRALADI
Bu haberin yayınlandığı saatlerde İstanbul Kadıköy’de 70 yaşındaki S.U.’yu cep telefonundan tanımadığı biri aradı. Kendisini Başkomiser Nihat olarak tanıtan kişi Kadıköy İlçe Amirliği’nde görev yaptığını belirtti. Kamu görevlisi olduğuna inandırmak için S.U. ile ilgili en özel bilgileri arka arkaya paylaşmaya başladı. Cuma günü bir bankadan para çektiğini, emekli maaşının o bankaya yattığını, hesabında şu anda para bulunduğunu, kızının adını, işini, kızının kiminle evli olduğunu, damadının mesleğini, damadının çalıştığı kurumu tamamen doğru bir şekilde S.U.’ya aktardı. S.U. bu bilgilerin doğru olduğunu onayladı. Bu aşamadan sonra sözde Başkomiser Nihat son derece otoriter bir ses tonu ile S.U. üzerinde anında baskı kurmuş talimatlar yağdırmaya başlamıştı. S.U’ya son derece önemli bir operasyon üzerinde olduklarını, FETÖ terör örgütüne aktarılan yüklü miktardaki paranın peşinde olduklarını anlattı. Sözde Başkomiser Nihat, S.U.’nun cuma günü para çektiği bankadaki hesabından da FETÖ terör örgütüne para aktarıldığını bu yüzden operasyon sırasında S.U.’nun da kendileri ile işbirliği yapmak zorunda olduğunu vurguladı. S.U. kesinlikle telefonu kapatmayacak. Eğer bu talimata uymazsa kendisi hakkında yasal işlem yapılacaktı! 70 yaşındaki S.U. korku içinde Başkomiser Nihat’a işbirliğine hazır olduğunu söyledi.
S.U. parasının olduğu bankaya gidecek, Başkomiser Nihat’ın tarif ettiği banka görevlisini bulacak onun yönlendirmesiyle hareket edecekti. Böylece bankacının terör örgütüyle bağlantısı deşifre olacaktı.
‘KIZIMA HABER VER’
Yavaşça dış kapıyı açtı, başkomisere belli etmeden aşağıdaki manava sessizce indi. Manavdan işaretle kağıt kalem istedi ve şu notu yazdı: Kızıma haber ver, beni sıkıştırıyorlar. S.U. polisin kendisini sıkıştırdığına iyice ikna olmuş bir şekilde kızına haber vermek istemişti. Telefon kapatılmadığı ve sözde Başkomiser Nihat sürekli konuştuğu için ancak bu yolu bulmuş, sonra korku içinde tekrar çaktırmadan dairesine geri dönmüştü.
Manavın haber verdiği kızı kapıcıyı aradı, onu annesinin dairesine yönlendirdi. Kapıcı kapıyı çaldı ama açılmadı. Oysa içeriden S.U.’nun sesi geliyordu. Zil sesini duyan sözde Başkomiser Nihat anında talimat vermiş ve kapının kesinlikle açılmamasını istemişti. Kapıcı biraz sonra kapıyı bu kez sessizce tıklattı. S.U. da aynı sessizlikle açtı. Kapıcıya ‘sus’ işareti yapmayı da ihmal etmedi. Kızı ısrarla kapıcıya telefonunu annesi S.U.’ya vermesini istedi. S.U. korkudan kabul etmese de kapıcı zorla telefonunu kadının boştaki kulağına tuttu. Kızı telefonda çığlık çığlığa bağırdı: “Anne kapat o telefonu, dolandırılıyorsun.”