Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nde çalışma saatleriyle ilgili yaptığı açıklamayla çalışanlara "müjde" verdi. Bilgin, haftalık 45 saat olan çalışma süresinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirterek, “Çalışma saatlerini yeniden düzenlemeliyiz. İngiltere'de 6 saat uygulamasına geçildi, beş saat deneniyor" dedi.
Ülkemizde yasal olarak belirlenen haftalık 45 saatlik çalışma süresinin kısaltılması gerektiğinin altını çizen Bakan Bilgin şunları söyledi:
-- Bu sekiz saat talebinin olduğu dönem hepimizin bildiği gibi sanayi çağının başladığı dönemdi. Herhalde araya giren bu teknolojik değişimle işçilerin, emekçilerin, hizmet sektöründe çalışan emekçilerin ürettikleri değer, ürettikleri ürün, ürettikleri hizmet katlanarak artmıştır. -- Bunun için artık günümüzde tartışılması gereken, bu 1 Mayıs'larda tartışılması gereken ilk şey çalışma sürelerinin halen sanayi çağının başlangıcında talep edilen sekiz saat civarında kalması olabilir mi? Elbette, açıkça, olamaz. Dolayısıyla biz Türkler de çalışma hayatımızı modernize ederek çalışma sürelerinin yeniden daha insani şartlarda, emeğin verimliliğini birim verimliliğindeki artışı dikkate alarak yeniden düzenlemek durumundayız.
Bakan Vedat Bilgin’in bu açıklamasından sonra çalışma saatleri konusunu detaylıca ele aldık.
İşte tüm bu sorulara cevap aradığımız detaylı çalışma saatleri dosyası…
Öncelikle ülkemizdeki çalışma saatlerine bir göz atalım.
Türkiye’de 4857 sayılı çalışma kanununun 63'üncü maddesine göre, haftalık çalışma süresi 45 saat. Buna göre, haftanın beş günü çalışılan bir iş yerinde, mesai günde dokuz saatten fazla olamıyor. Mola süreleri de düşüldüğünde günlük çalışma süresinin yedi buçuk saatten fazla olamayacağı hesap ediliyor.
Son dönemlerde yaşanan kira artışları nedeniyle ev sahibi-kiracı tartışmaları iyice alevlendi. Kime dokunsanız ya ev sahibinden şikayetçi ya da kiracısından...
Her iki tarafın da kendine göre haklı nedenleri var elbette ama ev sahibine sinirlenip oturdukları eve zarar veren kiracılar, evden çıksın diye kiracısına zulmeden ev sahipleri belki de haklıyken haksız konuma düşüyor. Bizler okurken dehşete düşüren bu olaylar sonucunda sinirler geriliyor ve çok büyük maddi kayıplar yaşanıyor. Adliyeler kiracı ev sahibi davalarıyla dolup taşmış durumda.
Gelin önce basına yansıyan kiracı-ev sahibi kavgalarına bir göz atalım, sonra da benzer olayları yaşayan kiracı ve ev sahiplerinin hikâyelerini dinleyelim.
BOŞALTTIĞI DAİREYİ ATEŞE VERDİ
Ev sahibi kiracı tartışması ev yaktırdı. Üç katlı binanın giriş katında oturan kiracı ile üst katında oturan ev sahibi arasında yaşanan evin boşaltılması ile ilgili anlaşmazlık sonucunda tartışma çıktı. Evden çıkmayı reddeden kiracı, ev sahibini tehdit etti. Daha sonra evi boşaltan kiracı çıktığı evi ateşe verdi. Alevler büyüdü, üst katlara sıçradı ve binada patlama meydana geldi. Patlamanın etkisiyle duvarları yıkılan bina kullanılamaz hale geldi.
KİRACISINA ÇATAL BATIRARAK EVE GİRDİ, EŞYALARA SALDIRDI
Kiracı olarak yaşadığı evden çıkarılmak istenen kadın, ev sahibinin saldırısına uğradı. Bağıran, hakaret eden ve küfürler savuran ev sahibi, elindeki çatalı kadına batırdı ve evin içine daldı. Evdeki eşyaları sağa sola fırlatan ev sahibi, hızını alamayıp kiracısını ve arkadaşını darp etti. Cam kavanozları yere fırlatan, buzdolabındaki yiyecekleri etrafa atan ev sahibinin gürültüsü, binada oturan diğer komşuların da dikkatini çekti. Ev sahibi sesleri duyarak kapıya gelen komşulara "Ev sahibiyim, polis geliyor" cevabını verdi. Yaralı olan kiracının yakını komşulardan 112'yi aramaları için yardım istedi. Kiracı daha sonra ev sahibinden şikayetçi oldu.
CANLI YAYINDA DEHŞET SAÇTI
Bahsi geçen bu ürün erkeklerin günde bir kez omuzlarına, göğüslerine ve üst kollarına sürecekleri el dezenfektanına benzeyen jel formundaki bu ürün, kokusuz ve çabuk kuruyan bir özelliğe sahip.
Doğum kontrol jeli, ülkenin en seçkin üreme sağlığı uzmanlarından biri olan Prof. Dr. Richard Anderson ve ekibinin araştırmaları sonucu geliştirildi. Anderson, jelin 10 yıldan daha kısa bir süre içinde raflardaki yerini alabileceğini belirtti.
Peki, ülkemizdeki erkekler böyle bir korunma yöntemine ne kadar güvenir ve kullanır? Şu an piyasada olsa bu jeli kullanmaya başlarlar mı? Erkeklere sorduk...
***
‘LİBİDOYU ETKİLERSE ASLA KULLANMAM’
Çağan B. (18)
Yeni piyasaya çıkmış bir ürünü kullanmam çünkü yan etkileri tam olarak belli olmaz, zamanla ortaya çıkar. Cilt kanseri, sperm sayısında kalıcı azalma vb. durumlar yaşanabilir diye kullanmak istemem. Yani tam anlamıyla çalışma mekanizmasını anlarsam ve
Evlilik Danışmanı ve Psikolog Everett Worthington ve meslektaşları, kısa bir süre önce beş ülkeyi kapsayan bir çalışmaya imza attı. Bu çalışmada affetmeyi öğrenmek, uygulamak ve başarmakla daha iyi zihinsel sağlık arasında bir ilişki olduğu tespit edildi. Araştırmalar ayrıca affetmenin depresyon ve anksiyetede azalma sağladığını, daha düşük tansiyon ve daha iyi uykuya yardımcı olduğunu öne sürdü.
Virginia Commonwealth Üniversitesi'nde fahri profesör olan Worthington, Washington Post'a yaptığı açıklamada affetmenin ilişki dinamiklerini değiştirebileceğini, kişilerin birbirlerini affettikleri takdirde ilerleme kaydedebileceklerini fark ettiğini, bu nedenle akademik kariyerinde onlarca yıldır affetme bilimine odaklandığını söyledi.
Dahası Worthington, son kitabıyla insanların öfke ve kızgınlık duygularından kurtulmayı öğrenmelerine yardımcı olmayı hedefliyor. Öfke ile kızgınlık duygularıyla baş etmeye yardımcı olacak düşünce egzersizleri içeren kitap yaklaşık iki saat içinde daha bağışlayıcı bir insan haline gelebileceğinizi vaat ediyor.
ABD'de yapılan başka araştırmalar da affetmenin etkilerine dair benzer şeyler söylüyor.
Peki ya siz kalbinizi kıran, sizi üzen, hata yapan birini kolay affedenlerden misiniz yoksa ömür boyu affedemeyenlerden mi? Bir Sorudan Fazlası serimizde affetme meselesini masaya yatırdık.
‘DİLİM AFFETTİM DESE KALBİM AFFETMEZ’Helin E. (39)
Ben kolay kolay affedemiyorum galiba... Yani kişisine bağlı tabii ama affetsem de o kişiye karşı hep bir sinir kalıyor bende. Eski sıcaklığı asla bulamıyorum. Hep içimde bir yerde kalıyor onun izi... Eğer benim arkadaşım, eşim, dostum bana değer veriyorsa zaten bile isteye beni kırmaz. Eğer kalbimi kırarsa, özür dilese de dilim 'Affettim' dese de kalbim affetmez, çünkü ben çok hassas bir insanım ve asla unutamıyorum. Bu da psikolojiyi yoran bir şey tabii. Dolayısı ile sağlığımı da etkiliyor.
Çok sevdiğim bir arkadaşımla büyük bir problem yaşamıştık mesela, o olay beni çok etkiledi. O hatalıydı, sonra defalarca özür diledi ama ben çok istesem de bir türlü affedemedim onu. Çok istedim, çok çabaladım ama olmadı bir türlü. O dönem çok üzüldüm, üzüntüden hasta oldum resmen, etkisinden çok zor kurtuldum. Ondan sonra hiç öyle büyük bir olay olmadı ama hâlâ hatırladıkça üzülüyorum. Onu affetmemenin ağırlığını hâlâ yaşıyorum. Aklıma geldikçe nefesim daralıyor hâlâ. O yüzden kolay unutanları çabuk affedenleri hep çok imrenirim keşke ben de öyle olsam diye…
Evlenirken ‘İyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta’ deniyor ama bu söze herkes sadık kalamıyor. Özellikle ‘hastalıkta’ kısmı gelip çattığında eşler birbirlerini daha iyi tanıyor. Verilen sözlerin gönülden mi verildiği yoksa lafta mı kaldığı o zaman çıkıyor meydana.
Hasta olan eşini umursamayıp ‘Bir şey olmaz’ diyen, kendi hastayken de dünya başına yıkılmış gibi davranan kişilerden yaka silken o kadar çok insan var ki… Onlardan biri de geçtiğimiz günlerde Washington Post’un Güzin Abla'sı Amy Dickinson’a yazan bir okur. ‘Üzgün ve Acılı’ rumuzlu okur, Dickinson'a gönderdiği mektupta, kanser tedavisi için kemoterapi görürken partnerinin tatile gitmesinden şikayet edip şu ifadeleri kullandı:
"Partnerimle birlikte yaşıyoruz ama onun ayrıca bir yazlık evi var. Partnerim, bizim evimize 15 dakikalık mesafede yaşayan ve buna rağmen nadiren gördüğü üç torununu bahar tatilinde yazlığa götürmek için aylar önceden plan yaptı. Bu planı yaptıktan sonra bana kanser teşhisi kondu ve şimdi kemoterapi görüyorum.
Ben bana bu süreçte yardım edeceğini ve planını iptal edeceğini ummuştum ama o tatilinin tedavimle çakışacağını bildiği halde uçak bileti rezervasyonunu yaptı. Hastaneye gidip gelirken evde ona ihtiyacım olacaktı, o yanımda olmadığı için çalışan kızım bana eşlik etmek zorunda kaldı. Bu kritik dönemde seyahat etmek yerine evde benimle kalıp başka bir dönem için bu tatili planlayamaz mıydı?"
Bu oldukça ağır bir örnek ancak pek çok çift benzer durumları yaşıyor. Bazıları bunu ciddi bir sorun haline getirip günlerce surat asıyor, bazıları ise hiç umursamıyor. Biz de hastalıkta eşinin desteğini yanında bulamayanları dinledik...
‘BEN HASTA OLUNCA KAÇACAK DELİK ARIYOR’Neslihan N. (43)
Ben bu konudan çok mustaribim. Öyle çok hasta olan ya da hastalanınca naz niyaz yapan biri değilim. Eğer hastayım diye yatıyorsam gerçekten ciddi hastayım demektir. Eşim ise benim tam tersim. En ufacık şeyde "Of çok hastayım" diye mızmızlanır, etrafında pervane olmamı bekler, annesi gibi başında beklememi, ilgi göstermemi ister.
Gerçekten ciddi bir hastalık durumunda tabii ki başında pervane olurum onun istemesine bile gerek yok ama benim dediğim en ufak bir grip/soğuk algınlığı durumunda bile yaşanıyor. Üstüne üstlük ben çok ciddi bir şekilde hasta olduğumda aynı ilgiyi eşim göstermiyor. Ben uyumaya çalışırken yüksek sesle maç seyrediyor, "Bir şeye ihtiyacın var mı?" diye sormuyor, "Bir çorba yapayım da içsin" bile demiyor. Yani tam olarak durum şu:
Suya dayanıklı olması nedeniyle özellikle yaz aylarında tercih edilen, sürekli soyulan ojeleri yenilemek zorunda kalmadan haftalar boyunca bakımlı tırnaklara sahip olmayı sağlayan jel tırnaklar son dönemde çok popüler.
Ne var ki çoğu insan bu işlemi yaptırırken ne kadar sağlıklı olup olmadığını hiç sorgulamıyor ve hiç farkında olmadan sağlığını riske atıyor.
İngiltere'de geçtiğimiz haftalarda jel ojenin yan etkilerine ilişkin resmi bir soruşturma yapıldı ve bu işlemin tetiklediği 'hayat değiştiren' alerjilere dikkat çekildi.
Dermatologlar bu işlemlerin eğitimli tırnak uzmanlarına yaptırılması konusunda uyarırken, jel tırnak yaptırmanın ileride katarakt, eklem protezi veya diş tedavisi gibi bazı ameliyatları olmalarına engel olabileceğini ifade etti. Jel ojelerin tetiklediği 'hayat değiştiren' alerjileri yaşayan insanların sayısında bir artış olduğu da bildirildi.
Uzmanlar, jel ojelerdeki 'metakrilatlar' olarak bilinen kimyasalların cilde sızarsa alerjik reaksiyona neden olabileceğini, bunun da tırnakların gevşemesine ve ciltte şiddetli, kaşıntılı bir döküntü oluşmasına neden olabileceğini belirtti. Bu reaksiyondan mustarip kişiler, dolgu ve kalça protezi gibi ameliyatlarda rutin prosedürlerde kullanılan bir kimyasala maruz kalamıyor.
İngiliz Dermatolog Dr. Deirdre Buckley, geçtiğimiz günlerde BBC'nin 'Today' programına konuk oldu ve bu jel oje trendinin tırnakların gevşemesinden düşmesine kadar birtakım değişikliklere neden olabileceğini; yüzde, boyunda ve göğsün üst kısmında şiddetli kızarıklıklara, parmaklarda yara veya şişliklere yol açabileceğini söyledi ve ekledi:
“Tırnaklarınızı kollarınıza veya yüzünüze değdirmek bile semptomların bu bölgelere yayılmasına neden olabilir. Nefes almakta güçlük çekilebilir, astım krizleri tetiklenebilir. Daha da kötüsü, vücut akrilatlara karşı daha duyarlı hale gelebilir, bu da diş hekimliğinde, diyabetik veya ortopedik cerrahide kullanılan bazı işlemlere karşı ömür boyu süren duyarlılığa neden olabilir.”
Dr. Buckley, jel veya akrilik tırnak takarak duyarlı hale gelen hastalarda gelişen alerjinin diş tedavisinden sonra yüz şişmesine yol açabileceğini söyledi ve ister salonda ister evde uygulansın, insanların yapay tırnak ürünlerinin potansiyel risklerinin farkında olması gerektiğini vurguladı.
Fransa'da 7 Mayıs 1748'de dünyaya gelen Olympe de Gouges, 1789’da Fransız Ulusal Meclisi’nde okunan ve günümüzdeki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin esin kaynaklarından biri olan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne karşı, bu metinde geçen “insan” sözcüğünün yalnızca erkeği kastetmesi nedeniyle 1791 yılında Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayımlar. Bu insanlık tarihindeki ilk kadın hakları bildirgesidir. Türkiye'de ise Kadın Hakları Günü, Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünde bütün dünya ülkelerinden önce 5 Aralık 1934 tarihinde Türk Kadınına "Seçme ve Seçilme Hakkı" tanındı. 5 Aralık 1934 günü dünyada kadınların yasal olarak milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu ülke sayısı 28, bu hakkın kullanıldığı ülke sayısı ise sadece 17 idi.
Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolundaki mücadelenin başlangıcı 8 Mart 1857 yılında Amerika’nın New York kentinde tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadının düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için grevler yapması olarak kabul edilmektedir. Kadın hakları mücadelesinde 1975 yılı büyük özellik taşıyordu. Uluslararası Kadınlar Yılı olarak kutlandı. Bu yıl etkinlikleri içerisinde Birleşmiş Milletler 8 Mart gününü Dünya Kadın Günü olarak kutlamaya başladı. Türkiye’de ise Kadın Hakları Günü, Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünde bütün dünya ülkelerinden önce 5 Aralık 1934 tarihinde Türk Kadınına "Seçme ve Seçilme Hakkı" tanındı. Şu an ülkemizde hem 5 Aralık’ta hem de 8 Martta kadınlar gününü kutlamaktayız.
Dünya Kadın Hakları Günü kadınların seslerini duyurabilmeleri, cinsiyet eşitsizliğini vurgulamaları, toplumda bilinç ve farkındalık yaratmak, kadının hak ettiği değeri görmesini sağlamak amacıyla tüm dünyada kadınlar başta olmak üzere erkekler tarafından da kutlanan ve kutlanması gereken bir gündür.
İlk olarak erkeklerle eşit haklara sahip olmasıdır. Türk Anayasa’sının 10. Maddesi kadın- erkek demeden tüm insanların eşit olduğundan bahsetmektedir. Bilindiği üzere uzun yıllar boyunca erkek kadından üstün görülmüş ve erkeğin sahip olduğu haklardan kadın yararlanamamıştır. Kadınların uzun yıllar mücadeleleri sonucunda kadın erkek eşitliği sağlanabilmiştir. Kadınlar boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf yetkisine çok sonradan sahip oldular. Analık sigortası, yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi, kadınların eşlerinin soyadıyla kendi soyadlarını da kullanmaları, iş ve meslek seçiminde eşlerinden izin almak zorunda olmamaları, iş sözleşmelerinde cinsiyet veya gebelik nedeniyle farklı işlem yapılamayacağının hükme bağlanması da önemli düzenlemeler arasında yer almıştır.
Toplumumuz ataerkil bir toplum olduğu için erkekler kadınların evde oturup ev işi yapması gerektiğini düşünmektedirler. Oysaki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre erkekler ve kadınlar eşit durumdadırlar. Erkeklerin bu eşitliği fark etmeleri ve kadınların da erkekler gibi iş hayatları olabileceğini, anne oldukları kadar kariyer sahibi olabileceklerini bilmeleri gerekmektedir. Son yıllarda kadınların iş hayatında güçlü olduğu görülmektedir. Erkeklerin güçlü kadınları desteklemeleri, onların başarıları için mutlu olmaları gerekmektedir. Kendi kıskançlıklarını ön planda tutarak kadın cinayetleri, şiddet gibi birçok soruna yol açan erkekler bu duygularını dizginlediklerinde kadınların önü açılacaktır. Aynı zamanda kadın haklarına ilişkin gösteriler ve yürüyüşler düzenlendiğinde, kadınların yanında olarak toplumda kadınları kendileriyle eşit gördüklerini göstermeleri gerekmektedir. İşte o zaman eşitlikten bahsedebiliriz.
Kadınlar geçmişten günümüze her zaman çalışma hayatının içinde farklı şekillerde yer almışlardır. Türk hukukunda çalışma hakkı ve hürriyeti anayasa ile güvence altına alınmıştır ve kadınların çalışma şartları özel olarak korunmaktadır. Cumhuriyet sonrası hızlanan sanayileşme ve kentsel yaşamın başlaması ve cumhuriyetin getirmiş olduğu hukuk sisteminin kadına tanıdığı kadın-erkek eşitliği, istediği alanda eğitim görme ve meslek edinme hakları ile birlikte kadınlar için de farklı kollarda çalışma alanları ortaya çıkmıştır. Böylece kadınlar kendi ihtiyaçlarını karşılayabilir, aile ekonomisine katkı sağlayabilir konuma gelmiştir. Bu durumun uzun vadede düşünüldüğünde ülke ekonomisi ve ülkenin kalkınması için de olumlu yanları olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.
Ülkemizde ve dünyada kadın haklarını savunan birçok sivil toplum kuruluşu vardır. Özellikle ülkemizde kadın hakları alanında önde gelen STK’ları şu şekilde sıralayabiliriz:
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı:
Devamını okumak için tıklayın!