Menopoz, bir kadının hayatında genellikle 40'lı yaşların ortalarında ya da sonlarına doğru başlayan normal bir dönemdir. Bu dönemde vücut daha az östrojen ve progesteron üretir. Bu hormonların azalması uyku bozukluklarını, ruh halindeki dalgalanmaları birkaç dakika sürebilen terleme, kızarma ve titreme ataklarını ve sıcak basmalarını tetikleyebilir.
Menopoza giren kadınların en çok şikâyet ettikleri konuların başında da bu sıcak basmaları gelir.
HORMONLAR BEYNİN TERMOSTATINI BOZUYOR
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Kağan Kocatepe, sıcak basmaları ve terlemelerin özellikle menopoza girilen ilk aylarda nispeten sık rastlandığını, günlük yaşamı ve uykuyu olumsuz etkileyebileceğini belirterek sıcak basmasının nedenini anlattı:
“Bunun en muhtemel nedeni, hormonal değişim neticesinde birden azalan östrojen ve progesteron hormonlarının beyinde adeta termostat gibi çalışan yapıyı olumsuz etkilemesi ve sıcak olmamasına rağmen sıcak hissedilmesini sağlamasıdır. Özellikle mevsimin sıcaklığından bağımsız bir şekilde boyun ve göğüs bölgesinde sıcaklık hissi ve terlemeler yaşanır.”
FDA, Mayıs ayının ortalarında menopozdaki kadınlarda sıcak basmalarını tedavi edebilen ve hormonal özellik taşımayan ilk ilacı onayladı. Bu ilaç, menopozun yaygın bir semptomu olan ve şiddetlenirse rahatsız edici hale gelebilen sıcak basmalarını yönetmek için geleneksel hormon replasman tedavilerine bir alternatif olacak.
İlaçla ilgili tüm detayları ve uzmanların bu yeni ilaçla ilgili düşüncelerini dinlemeden önce menopozda bu sorunla mücadele eden kadınların hikayelerini dinleyelim.
* * * * *
Son yıllarda, lifli gıda tüketiminin insan sağlığı ve ömür süresi bakımından önemi üzerine pek çok araştırma yapıldı. Lifli gıda tüketiminin yoğun olduğu diyetlerin kalp-damar hastalıklarını önlediği ve sağlık üzerinde birçok faydası bulunduğu bilim insanları tarafından kanıtlandı.
Bu nedenle son yıllarda yüksek lif oranına sahip baklagiller ve tam tahılların düşük lif oranına sahip geleneksel gıda maddelerine eklendiğine ve besin değeri daha yüksek ürünler elde edildiğine şahit oluyoruz. Nohut ve mercimek gibi baklagillerden elde edilen yüksek lifli unlardan üretilmiş makarnalar, cipsler, kahvaltılık gevrekler ve tahıl barları da marketlerde yerlerini alıyor.
Peki baklagillerden üretilen unlar geleneksel unun yerini alabilir mi? Bakliyat unlarından elde edilen ürünler ne derece sağlıklı? Bu soruları Gıda Mühendisi Ebru Akdağ ve Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülhan Koca'ya sorduk.
BAKLAGİLLERİN GLİSEMİK İNDEKSİ VE İNSÜLİN DÜZEYİ ÇOK DAHA DÜŞÜK
İnsanların beslenme alışkanlıklarında nohut ve mercimek başta olmak üzere baklagil tüketimine ağırlık vermesi bilim insanları tarafından özellikle öneriliyor. Bu sayede günlük lif alımını artırmak amaçlanıyor.
Baklagiller, diğer gıdalardan daha yavaş sindirildiği için kandaki glukoz seviyesinin daha istikrarlı kalmasını sağlıyor. Bu da Tip 2 diyabet ve kalp hastalığı gibi bazı hastalıkların riskini azaltmada yardımcı oluyor.
İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan King's College'da görev yapan biyokimya profesörü Peter Ellis, baklagillerin beslenme alışkanlıklarında neden tercih edilmesi gerektiğini BBC'ye şu sözlerle ifade etti:
“Örneğin bir patates yediğiniz zaman kan şekeriniz hızla yükselir. Baklagillerin glisemik indeksi ve insülin düzeyi ise çok daha düşüktür.”
ABD'li bilim insanları ve araştırma şirketlerinin ortaklaşa yürüttüğü bir çalışma, yüksek bütçeli düğün yapan çiftlerin boşanma oranlarının düşük bütçeli düğün yapanlara göre daha yüksek olduğunu tespit etti. Araştırmacılar, 25 bin doların üzerinde düğün yapan her 10 çiftten 1’inin 3 yıl içinde boşandığına, 3 yıllık süreçte ortalama boşanma oranının ise her 20 çiftte 1 olduğunu belirtti.
İngiltere merkezli Marriage Foundation'ın (Evlilik Vakfı) yöneticisi Harry Benson, araştırmayla ilgili değerlendirmesinde, “Bu veriler bize ABD’de pahalı düğünlerin evlilik için kötü olduğunu ve bir borç yarattığını gözler önüne seriyor. Bu araştırma genel olarak düğünlerin pahalı olması gerekmediğini gösteriyor. Çiftlerin bu özel günü aileleri ve arkadaşlarıyla kutlamaları için çok ciddi bir miktarı gözden çıkarmalarının şart olmadığı kanıtlandı” dedi.
• Peki pahalı düğün büyük bir borcun altına girildiği için mi boşanmalara sebep oluyor?
• Maddi durumu çok iyi olanların evlilikleri bu durumdan nasıl etkileniyor?
• Evlilik öncesi ve sonrasında maddi nedenlerle yaşanacak olası sıkıntıları önlemek için çiftler nelere dikkat etmeli?
Biz de ‘Bir Sorudan Fazlası’ serimizde hem Psikolog Dilara Sayar’dan bu sorularımızın yanıtını aldık hem de hâlâ evliliği devam eden ya da boşanmış çiftlere düğünlerine ne kadar masraf yaptıklarını, bu durumun evliliklerini nasıl etkilediğini sorduk.
‘EŞİME GÖRE PAHALI BANA GÖRE UCUZ BİR DÜĞÜN YAPTIK’
Sivrisinekler, yüzyıllardır yaydıkları hastalıklar nedeniyle tarihteki tüm savaşların toplamından daha fazla insanın ölümüne yol açtı. Dünyada her yıl sivrisinek kaynaklı hastalıklar sebebiyle yaklaşık 500.000 kişi hayatını kaybediyor. Bu rakam 1990'larda ve 2000'li yılların başında daha da fazlaydı.
Türkiye’de yaklaşık 60 kadar sivrisinek türü tespit edildiğini belirten Akdeniz Üniversitesi Fen Fakültesi’nden Prof. Dr. Hüseyin Çetin, bu türler arasında sıtma hastalığı taşıyıcı Anopheles cinsine ait bazı sivrisinek türleri, Batı Nil Ateşi hastalığı taşıyıcısı Culex cinsi bazı sivrisinek türleri ve son yıllarda tespit edilen Asya kaplan sineği olarak bilinen Aedes albopictus cinsi bazı sivrisineklerin tehlike potansiyeli taşıdığını belirtti.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Tonay İnceboz, Asya kaplan sivrisineğinin küresel ısınma nedeniyle dünyada yaygınlaştığını, insanlara bulaştırdığı hastalıkların viral olması, etkin bir tedavilerinin olmaması ve ölümlerin artıyor olması nedeniyle bu konuda dikkatli olunması gerektiğini söyledi.
GÜNDÜZ SAATLERİNDE SALDIRIYOR, BİRKAÇ KEZ KAN EMEBİLİYOR
Asya kaplam sivrisineğinin Türkiye’de ilk olarak 2011 yılında Edirne’de görüldüğünü, daha sonra Karadeniz, Marmara ve Ege bölgelerinde birçok ilde tespit edildiğini ve yapılan bilimsel araştırmalara göre ülkemizde Karadeniz ve Marmara bölgelerinde yerleşik türler arasına girdiğini belirten Çetin, insanlar için yüksek derecede patojenik virüslerin taşıyıcısı olabilen bu türün diğer sivrisineklerden farkını ve neden daha tehlikeli olduğunu şu sözlerle anlattı:
“Bu tür diğer birçok sivrisinek türünden farklı olarak gündüz saatlerinde saldırmayı ve kan emmeyi tercih eder. Oldukça agresif bir türdür. Diğer sivrisinek cinslerinin çoğu bir kere kan emer, yumurtlar ve ölür ancak bu sinek türü en az birkaç kez kan emebilir. Bu sebeple hastalık bulaştırma riski daha fazladır. Ayrıca bu sivrisineğin yumurtaları aylarca kuraklığa dayanabilir ve kış aylarını düşük sıcaklıklara dayanarak yumurta evresinde geçirir.”
Peki bu sineklerin üreme alanları nereler? Biz vatandaş olarak nelere dikkat etmeliyiz?
Geçtiğimiz günlerde Daily Mail’de yer alan bir haberde uzmanlar burundan nefes almanın beyin fonksiyonlarını artırabileceğini, kan basıncını düşürebileceğini, ağız kokusunu azaltabileceğini, yüzdeki kas ve doku yapısını değiştirdiği için daha iyi görünmeye yardımcı olabileceğini, hatta daha iyi bir seks hayatına bile katkı sağlayabileceğini söylüyordu.
Biz de bu noktadan hareketle ağızdan nefes almak yerine burundan nefes almanın sağlığımıza etkilerini konunun uzmanları ile masaya yatırdık.
Danimarkalı bir uzun ömür bilimci ve biyomekanik uzmanı olan Mads Tömörkènyi, Daily Mail'e yaptığı açıklamada “Doğru nefes alma teknikleri, düzensiz dişleri, yorgun görünen gözleri önleyebildiğinden dolayı ağzınızı kapatmak sizi daha çekici hale getirebilir” dedi ve yapılan çalışmaların burun yoluyla nefes almanın beyin fonksiyonlarını artırabileceğini, kan basıncını düşürebileceğini ve stres ve anksiyeteyi hafifletebileceğini doğruladığını ifade etti.
DAHA ÇEKİCİ GÖRÜNMENİZİ SAĞLAR
Bir fitness markasının kurucusu olan Tömörkènyi, "Ağzınız sadece soğuk veya alerjiler nedeniyle burun yolunuz tıkandığında nefes almaya yönelik olarak tasarlanmıştır, yeme ve konuşma dışında başka bir amaç için değildir" dedi. Tömörkènyi, burun yoluyla nefes almanın yüzdeki kas ve doku yapısını değiştirebileceğini ve sonuçta daha çekici görünmenizi sağlayabileceğini ifade etti.
Tömörkènyi, ağızdan nefes almanın yanak kaslarını aşırı uyardığını, bu nedenle yüzünüzün daha uzun görünmesine hatta burnunuzun şeklini değiştirmesine bile neden olabileceğini belirtti ve sözlerine şöyle devam etti: "Hava yolunun daralmasına neden olan ağızdan nefes alma, çeneyi oluşturan yüzdeki en büyük ve en güçlü kemik olan mandibulayı duyarsız hale getirir. Havayolları gibi, onun da boyutu küçülür."
Dermatolog Dr. Yasemin Fatih Amato ise burundan nefes almanın yüzdeki kas ve doku yapısını değiştirip insanı daha çekici hale getirdiği iddiasının bilimsel olarak doğrulanmış bir iddia olmadığını söyleyerek söze başladı.
Yüz kaslarının değişimine ilişkin en önemli faktörlerin genetik, yaşlanma, cilt bakımı ve egzersiz olduğunu belirten Amato,
Hepimiz insanız ve dönem dönem hata yapıyoruz. Bazen istemeden ikili ilişkilerimizde sevdiğimizin kalbini kırıyor, dönüşü olmayan yollara giriyoruz. Çok sevdiğimiz halde mecburen ayrılmak zorunda kalıyor ya da bile isteye ilişkimizi sonlandırıp elimizdekinin kıymetini kaybettikten sonra anlıyoruz.
Ne var ki biten ilişkinin ardından 'Bundan sonra asla olmaz' dediği kişi ile tekrar bir araya gelip mutlu bir birlikteliğe kaldığı yerden devam edenler de var. Gösteri dünyasında da bunun örneklerine rastlamak mümkün. Mesela şarkıcı ve oyuncu Jennifer Lopez ile aktör Ben Affleck...
Bundan tam 20 yıl önce başlayan aşklarını nişanlanmaya kadar götüren ünlü çift sonradan aniden yolları ayrıldı. Aradan yıllar geçti, araya başka aşklar ve evlilikler girdi ama onların yolları bir şekilde tekrar kesişti ve bir kez daha nişanlandılar. Herkes bundan sonra neler olacağını merakla beklerken, Temmuz 2022’de tam 17 yılın ardından aniden evlendiklerini duyurdular.
Peki bu çiftler ikinci seferde neyi daha farklı yapıyor da ilişkileri bu kez uzun ömürlü oluyor? Gelin önce bunun cevabını eski sevgilileriyle tekrar deneyip bir araya gelen kişilerden öğrenelim, sonra da Klinik Psikolog-Aile Danışmanı M. Berk Karaoğlu'ndan ikinci bir şans verdiğimiz ilişkide nelere dikkat etmemiz gerektiği konusunda çok değerli görüşlerini alalım.
* * * * *
‘BİZİM İLİŞKİMİZ İPTEN DÖNDÜ AMA GEMİCİ DÜĞÜMÜ İLE BAĞLADIK’Ayfer N. (37)
Biz eşimle dört yıl flört ettik, sonra bir yıl nişanlı kaldık ve tam evlenmek üzereyken ayrıldık. İkimizin de ilk ilişkisiydi ve birbirimizden başka kimseyi sevmedik. Onca yıl bir kez bile kavga etmedik, anlaşamadığımız bir şey yoktu ama evlilik hazırlıklarında aileler devreye girince olanlar oldu. Takıydı, eşyaydı derken ailelerin tartışması bize de sirayet etti ve sürekli kavga eder olduk. Bu süreci sağlıklı bir şekilde yönetemedik, sinirlerimiz iyice gerildi, birbirimize kötü sözler söyledik. Ve sonunda beş ay kala nişanı atıp düğünü iptal ettik.
Daha
Eşin kilosu veya dış görünüşü ile dalga geçmenin ağır kusur sayıldığını ve boşanma nedeni olduğunu; bu yüzden maddi ve manevi tazminat talep edilebileceğini biliyor muydunuz?
Yakın zamanda benzer bir olay Zonguldak'ta yaşandı. Bir çift şiddetli geçimsizlik nedeniyle mahkemeye başvurarak boşanma davası açtı. Kadın, eşinin kendisine "Oğlum" diye hitap ettiğini, kilosu ile dalga geçerek "Popon sepet gibi" ifadelerini kullandığını iddia etti.
Mahkeme kadının tedbir ve yoksulluk nafakası talebini reddetti ancak temyize giden dosyayı inceleyen Yargıtay, kararı bozarak erkeğin ağır kusurlu olduğuna, kadın yararına tedbir ve yoksulluk nafakasına hükmedilmesi gerektiğine karar verdi.
Bedene dair yapılan yorumların ve eleştirilerin en başında kilolar geliyor. Sizin de etrafınızda gözleri hassas terazi gibi olan, tartıdaki rakam birazcık artsa ‘Kilo mu aldın sen?’ sorusunu yüzünüze tokat gibi yapıştıran birileri vardır mutlaka…
Dostlar, akrabalar, arkadaşlar yapınca bir yere kadar katlanılabiliyor buna belki ama insan eşinden kilosuyla ilgili çirkin yorumlar duyunca tahammül seviyesi düşüyor.
Kilosuyla dalga geçen eşine tepki olarak çok kısa sürede diyetle ya da ameliyatla fazla kilolarından kurtulan, eşine inat kilolarını verip boşanan kişilerin hikayeleri sosyal medyada sizin de karşınıza sıklıkla çıkıyordur.
Geçtiğimiz haftalarda sosyal medyada çocuğunu okula taksiyle tek başına gönderen bir annenin videosu gündem oldu. Henüz ilkokul çağına bile gelmemiş bir çocuğun tek başına taksiyle okula gönderilmesine çoğu insan tepki gösterirken, çocuklara sorumluluk vermenin doğru olduğunu savunanlar da oldu.
Günümüzde pek çok ebeveyn çocukların sorumluluk almamasından yakınıyor. Kime sorsanız “Ödevini yapmıyor, odasını toplamıyor, yediğini, üstünden çıkardığını olduğu yerde bırakıyor” diye şikâyet ediyor. Diğer taraftan bazı ebeveynler de çocuklarına aşırı sorumluluk yükleyerek onları farkında olmadan ağır bir duygusal yükün altına sokuyor.
Peki çocuklara sorumluluk verme konusunda ne kadar sorumlu davranıyoruz? Çocukların her türlü sorumluluğunu üstlenmeye çalışan ebeveynler kadar, çocuğuna yaşına uygun olmayan sorumluluk veren ebeveynler de bu konuda hataya düşüyor.
Bahsi geçen videodaki çocuğun yaş grubunda, belli başlı sorumluluklar verilerek bu bilincin gelişmesini sağlamanın sağlıklı olduğunu ancak çocuğu tek başına taksiye bindirip okula göndermenin, duygusal ve zihinsel olarak yaşından fazlasını beklemek olacağını belirten Çocuk, Ergen ve Yetişkin Psikiyatristi Dr. Atilla Birdir, böyle bir sorumluluk altında olan çocuğun neler hissedeceğini şu sözlerle anlattı:
“Her çocuğun farklı özellikleri ve gelişim hızı olduğunu bilmemize rağmen taksiden kastımız servis aracı değil ise kendini güvende hissetmeyebilir. Yetişkin kontrolünde dünyayı keşfetmesi gerekirken karşılaştığı zorluklarla nasıl baş edeceğini bilemeyebilir ve verebileceği yanlış kararla tehlikeli sonuçlarla karşılaşabilir.”
Ülkemizde genelde aileler çocuklarını aşırı korumacı yetiştiriyor. Tabii ki ebeveynlerin birçok konuda endişelenmesi normal ama çocukların sağlıklı gelişimi açısından bu korumacı tavrı fazla abartmamak gerekiyor. Pek çok Avrupa ülkesinde çocuklar harçlıklarını hak etmek için ev işlerine yardım ediyor, ailenin arabasını yıkıyor, çimleri biçiyor, çöpleri döküyor. Biz de ise okuldu, servisti, ödevdi derken çoğu ebeveyn çocuklarını yormak istemedikleri için okul ödevlerini bile kendileri yapıyor, sabah zorla uyandırdıkları çocukların üstlerini giydiriyor, yataklarını topluyor. Çocuklar da en ufak bir sorumluluk almadan büyüyor. Peki onlara bunu yaparken iyilik niyetiyle kötülük mü yapıyoruz?
Bir Sorudan Fazlası serimizde ‘Çocuğunuza sorumluluk veriyor musunuz?’ diye sorduk. Çocuklarının sorumluluklarını bile üstünden almaya çalışan ebeveynlerin yanında küçük yaşlardan itibaren ayakları yere sağlam bassın diye evlatlarına ufak ufak görevler veren ailelerle da konuştuk...