Sedat Ergin

Rusya Suriye’de YPG/PYD üzerinden özerkliğe kapıyı aralıyor

26 Kasım 2021
Geçen salı günü Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Suriye’den ilginç bir konuğu vardı: Fırat’ın doğusunda PKK’nın uzantısı PYD/YPG hareketinin kontrolündeki fiili “Özerk Yönetim” olarak adlandırılan yapının en tepedeki yöneticilerinden biri olan İlham Ahmed...

Kullandığı resmi unvanıyla, Suriye Demokratik Konseyi’nin İcra Kurulu Eş Başkanı... Bir başka anlatımla, YPG’nin başını çektiği askeri örgütlenme olan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) siyasi kanattaki yapılanmasının başındaki kişi.

Üstelik bu temas İlham Ahmed’in Rusya’nın tecrübeli Dışişleri Bakanı ile ilk buluşması da değildi.

ANKARA, GEÇEN YILKİ GÖRÜŞMEYE TEPKİ GÖSTERMİŞTİ

Lavrov, Ahmed’i geçen yıl ağustos ayının sonunda da kabul etmiş, bu görüşme o tarihte Ankara’da büyük rahatsızlığa yol açmıştı.

Dışişleri Bakanlığı, 31 Ağustos 2020 tarihinde bir açıklama yaparak, “sözde” Suriye Demokratik Konseyi’nin “Terör örgütü PKK/YPG güdümünde olduğunu” hatırlatmıştı. Dışişleri, heyetin Rus resmi makamları tarafından üst düzeyde kabulünün “kaygıyla karşılandığını” duyurmuştu.

Açıklamada, PKK’nın bir terör örgütü olması nedeniyle, bu temasın Rusya’nın terörle mücadele taahhüdüne “uygun bir hareket olmadığı” belirtilerek, Rusya’nın “terör örgütü PKK-YPG iltisaklı oluşumların gündemine hizmet edecek adımlardan kaçınması” beklentisi vurgulanmıştı. Yani, Rus tarafına dolaylı bir ifadeyle “teröre hizmet ediyorsunuz” mesajı verilmişti.

Ankara’nın diplomatik kanallardan da ilettiği bu beklentiye karşılık, Lavrov bir yıl sonra geçen salı günü Ankara’nın “PKK güdümünde” gördüğü İlham Ahmed’i kabul etmekte bir beis görmemiştir.

Dün bu yazıyı gazeteye gönderirken kontrol ettiğimde, Dışişleri Bakanlığı’nın web sitesinde bu görüşmeyle ilgili konmuş bir açıklama yoktu.

Yazının Devamını Oku

Adalet Bakanlığı soruşturmalar için hedef süre açıklıyor, ancak...

24 Kasım 2021
Dünkü yazım Şanlıurfa Suruç’ta 14 Haziran 2018 tarihinde meydana gelen hadiseler dizisi içinde, özellikle Suruç Devlet Hastanesi’ndeki saldırı eylemleri ve Esvet Şenyaşar isimli vatandaşımızın burada uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmesiyle ilgili soruşturmanın aradan üç buçuk yıl geçtiği halde hâlâ sonuçlanmamış olmasını konu alıyordu.

Üzerinde gizlilik kararı bulunan bu dosyanın bu kadar uzun bir zaman geçtiği halde henüz bir iddianameye dönüşmemiş olmasının hukuk ölçüleri içinde izah edilebilecek, makul gösterilebilecek bir yönü yok doğrusu.

GİZLİLİK KARARI SONUCU OLAYLAR AYDINLANMADI

Son tahlilde, öncesinde çarşıda patlak veren olaylarda yaralanıp tıbbi müdahale amacıyla hastaneye getirilen iki oğlunun akıbetini öğrenmek üzere Suruç Devlet Hastanesi’ne gelen bir baba (Esvet Şenyaşar) burada saldırıya uğramış, ağır yaralı olarak nakledildiği Gaziantep Devlet Hastanesi’nde ertesi gün vefat etmiştir.

Olaylar sırasında hastaneye yaralı olarak getirilmiş olan iki kardeş Celal ve Adil Şenyaşar’ın bu mekânda saldırıya uğramaları meselenin bir diğer boyutudur. Onların ambulansla Gaziantep’e nakledilmesi ihtiyacının duyulması, hastanede ciddi bir güvenlik sorununun yaşandığına işaret ediyor. Her iki kardeş aynı gün hayatlarını kaybetmiştir.

Hadiseyi düşündürücü kılan bir başka yönü, Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin ve dönemin İl Emniyet Müdürü Veysel Tipioğlu’nun da bu sırada hastanede bulunmaları ve olayları bastırmak için büyük bir çaba sarf etmiş olmalarıdır. Dönemin Tarım Bakanı ve şimdiki AK Parti Milletvekili Ahmet Eşref Fakıbaba da olayları yatıştırmak amacıyla bir süre hastanede bulunmuştur.

Ve meselenin hassas bir başka yönü daha var. Olayların ilk aşamasında çarşıdaki çatışmada kardeşini kaybeden AK Parti Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldız da bu hadisede taraf durumdadır. Suruç Devlet Hastanesi’ne gelip Şenyaşarları hedef alanların Yıldız ailesinin yakınları olduğu anlaşılıyor.

O gün hastanede tam olarak ne yaşanmıştır? Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı’nın üstlendiği bu soruşturmaya getirilen gizlilik kararı nedeniyle hastanede ortaya çıkan kaos ortamı en azından yargı düzeyinde henüz açıklık kazanmamıştır.

ADALET BAKANLIĞI 

Yazının Devamını Oku

Üç buçuk yıldır yazılması beklenen bir iddianame

23 Kasım 2021
AK Parti Şanlıurfa Milletvekili, eski Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, “Allah şahittir, yüreğim parçalanıyor. Falan anne, filan anne farklı olamaz. Anne annedir arkadaşım. İki tarafın da annesi var, eşi var, çocuğu var. Allah bu anneye de, öbür anneye de sabır versin” diye söze giriyor.

Fakıbaba, bu sözleri geçen 13 Kasım’da Şanlıurfa’nın yerel TV kanalı “Edessa TV”de “Panaroma” programını sunan Ömer ’dan gelen, Şanlıurfa Adliyesi önünde adalet talebiyle yapılan oturma eylemiyle ilgili soruyu yanıtlarken sarf ediyor.

Fakıbaba, “Kaderde ne varsa olmuş. Yani ateş ateşle söndürülmez. Ateşe su serpmek lazım. Mutlaka Urfa’nın, Suruç’un büyükleri vardır. Yani buna iyilikle bakmak lazım” diyor.

On yıl Şanlıurfa’da belediye başkanlığı da yapmış olan, bu çerçevede kentte önemli bir ağırlık taşıyan Fakıbaba ekliyor: “Samimi olarak söylüyorum, (seçimde) sıfır çıkarsaydık da, böyle bir şey olmasaydı...”

14 HAZİRAN 2018’DEKİ OLAYLAR: ÖNCE ÇARŞIDA ÇATIŞMA

Son günlerde kamuoyunun gündeminde yeniden tartışılmaya başlanan bu dosya, beni bundan üç buçuk yıl kadar önce aynı konuda kaleme aldığım bir yazıya geri götürdü dün.

23 Haziran 2018 tarihinde yayımlanan, “Suruç’ta Çarşıda ve Hastanede Ne Oldu?” başlığını attığım bu yazı, 14 Haziran 2018 günü Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde meydana gelen hadiseleri konu alıyor. 24 Haziran 2018 seçimlerinden kısa bir süre önce yaşanmış bu olaylar.

Olaylar seçimde yeniden aday olan Ak Parti Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldızın “Bir Milyoncular Çarşı” olarak bilinen sokakta seçim çalışması yapmak üzere giyim eşyaları satılan bir mağazaya girmesinden sonra patlak veriyor. Dükkânın sahibi HADEP destekçisi olarak bilinen Celal Şenyaşar ve ailesidir.

Burada

Yazının Devamını Oku

Covid-19 salgınıyla mücadelede neredeyiz? (5) - Yeni bir dalga yaklaşıyor, yeni bir stratejiye ihtiyaç var, acilen

20 Kasım 2021
Geride bırakmakta olduğumuz hafta boyunca somut veriler üzerinden ve sıkça grafiklerin yardımıyla koronavirüs salgınının Türkiye’deki seyrinin girdiği tehlikeli yönelişe dikkat çekmeye çalıştım. Bugün bu serinin sonuncusu olarak bazı tespitler yapmak istiyorum.

Öncelikle, bu diziye başladığım pazartesi gününden bu yana özellikle Batı Avrupa ülkelerindeki COVID-19 vaka artışları hafta başına kıyasla daha da ciddi bir tırmanma eğilimine girdi.

Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Levent Akın’ın Avrupa’daki vaka artışlarının genellikle iki üç hafta sonra Türkiye’de tekrarlandığı yolundaki uyarısını dikkate alırsak, bir dalganın ülkemize doğru yaklaşmakta olduğunu öngörebiliriz. Türkiye’de vakalar ve vefatlar zaten geçen ağustos ayından bu yana sabit bir şekilde yüksek bir eşikte seyretmektedir. Bu dalga mevcut olumsuz gidişata eklendiğinde sonucu kestirmek çok zor değildir.

Avrupa cephesinde öncelikle Almanya, İtalya, Fransa, İspanya, Avusturya, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerde vakaları gösteren eğri hızla yukarı doğru çıkıyor. Her bir tarafta alarm çanları çalıyor, her ülkede birbiri ardına farklı nitelikte kısıtlayıcı önlemler uygulamaya konuyor.

ALMANYA’DAKİ DURUM HERKESİN GÖZÜNÜ AÇMALI

Örneğin Avusturya hükümeti, önümüzdeki pazartesi gününden başlamak üzere ülke çapında en çok 20 gün sürmek üzere toplu kapanma kararı açıkladı. Bu arada, 1 Şubat 2022’den itibaren yasal olarak aşı olma zorunluluğu getirilecek.

Belçika, zorunlu olarak hem kamuda hem de özel sektörde haftada dört gün evde, bir gün işyerinde çalışma uygulamasına geçiyor önümüzdeki hafta.

Almanya’da Şansölye Angela Merkel’in dün 16 eyaletin yöneticileriyle yaptığı toplantıda bir dizi kısıtlama önlemi alınması kararlaştırıldı. Buna göre, salgının tehlikeli sayılara çıktığı yerleşimlerde aşı olmamış kişilere bir dizi ciddi kısıtlama getirilecek. Bu kişilerin kamusal yerlere, toplu taşıma araçlarına girişleri önlenecek. Keza Alman parlamentosunda da eyaletlere geniş kısıtlama yetkileri tanıyan bir yasa tasarısı kabul edildi.

Özetle, aşı olmayanlar için hayat yavaş yavaş zorlaşmaya başladı Avrupa’da.

Yazının Devamını Oku

Covid-19 salgınında neredeyiz? (4) - Vefat sayıları üçüncü dalgadan da ağır seyrediyor

19 Kasım 2021
Covid-19 salgınında içinde bulunduğumuz dördüncü dalganın gerçekte ne kadar tehlikeli bir yörüngede seyrettiğine dikkat çekebilmek amacıyla bugün Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı resmi rakamlar üzerinden geçen 20 ay zarfındaki vefatların toplamlarını gösteren bir grafik paylaşmak istiyorum.

Bu tablonun önemi, sürmekte olan dördüncü dalganın insan kayıpları açısından geçen ilkbaharda yaşadığımız üçüncü dalgayı geride bıraktığını ortaya koymasıdır.

Ancak bu tablonun değerlendirmesine geçmeden önce bir noktaya değinmem gerekiyor. Sağlık Bakanlığı’nın vefatlarla ilgili verilerini kullandığımda, her seferinde görüşlerini önemsediğim tıp çevrelerinden bu rakamların sorunlu olduğu yolunda itirazlarla karşılaşıyorum. Önce bu konuya açıklık getireyim...

RAKAMLARA ÇEKİNCEYLE YAKLAŞIYORUM, ÇÜNKÜ...

Aslında bu verilere belli bir ihtiyat payı ile yaklaştığımı bundan önce bazı yazılarımda kayda geçirmiştim. Özellikle bazı tabip odalarımızın zaman zaman sahadan kendilerine gelen bilgilerle açıklanan resmi rakamlar arasındaki çelişkilere dikkat çekmeleri, tabii ki denkleme katılması gereken ciddi bir durumdur.

Ayrıca, Sağlık Bakanlığı’nın geçen yıl bir noktada kamuoyuna eksik vaka açıkladığını kabul edip eksikleri daha sonra resmi istatistiklerdeki toplama dahil etmiş olması da bakanlığın verilerine şüphe ile bakılmasına yol açan bir davranıştır.

Bu konuyu tahlil ederken hesaba kattığım kayda değer  bir durum daha var. Türkiye’nin vaka toplamında bugün dünyada altıncı sırada durmasına karşılık, vefat toplamında 19’uncu çıkması bana biraz düşündürücü geliyor.

Şu örneklerle izah etmeye çalışayım. Koronavirüs salgınında başvurulan en önemli veri tabanlarından biri olarak kabul edilen Worldometers’a dün öğle saatlerinde baktığımızda, “

Yazının Devamını Oku

COVID-19 SALGININDA NEREDEYİZ? (3) - Tehlike çanlarını duyuyor musunuz?

18 Kasım 2021
Bu köşede son iki gündür COVID-19 salgınının ülkemizdeki seyriyle ilgili iki ana yönelişin altını çizmeye çalıştık. Bunlardan birincisi, COVID-19 vakalarının ve bundan kaynaklanan insan kayıplarının yüksek bir sayı eşiğinde seyreden bir platoda yerleşip kalıcı hale gelmiş olmasıdır. Bunu salgının “kronikleşmesi” şeklinde adlandırabiliriz.

Dünkü yazımızda ise ikinci yöneliş olarak aşı rakamlarının alarm ölçülerinde bir yavaşlama seyrine girdiğini göstermeye çalıştık.

Bu iki faktör yan yana gelirse, mantıken bu denklemden nasıl bir sonuç çıkar?

Tabii koronavirüsün birçok Avrupa ülkesinde yeniden tırmanma eğilimine girdiğini, ayrıca Türkiye’de salgınla mücadele alanında ciddi bir gevşemenin belirdiğini de denkleme dahil ettiğinizde, sert bir türbülansa doğru süratle yol almakta olduğumuzu öngörmek güç değildir.

YOĞUN BAKIMLAR YA YÜZDE 100 YA DA YÜZDE 80 DOLU

Bugünkü yazımızda bu kaygı verici gidişatın ciddiyetini başka verilerle de desteklemeye çalışalım. Karşımızda belirmekte olan potansiyel sorunlardan biri, yeni vakaların özellikle geçen temmuz sonundan bu yana yüksek bir eşikte kilitlenmesinin sağlık sisteminin altyapısı üzerinde oluşturabileceği yüktür.

Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Oktay Demirkıran’ın dün kendisine yönelttiğimiz sorulara verdiği yanıtlar, hastanelerin yoğun bakım servislerinde şimdiden bir “doluluk” sorununun yaşandığını ortaya koyuyor.

Prof. Demirkıran, “Bize gelen bilgiler, yoğun bakımlarda Türkiye çapında bir doluluğun yaşanmakta olduğunu gösteriyor. Bazı şehirlerde yoğun bakım ünitelerinin yüzde 100 oranında dolu olduğunu, bu nedenle yeni servislerin açıldığını, bazı şehirlerimizde ise doluluğun yüzde 75-80’lerde seyrettiğini görüyoruz” diye konuşuyor.

Yoğun bakım servislerindeki vakalarla aşılama arasındaki ilişkiye de dikkat çekmeliyiz. Prof.

Yazının Devamını Oku

COVID-19 salgınında neredeyiz (2) - Dikkat, aşı kampanyası irtifa kaybediyor

17 Kasım 2021
Sağlık Bakanlığı’nın paylaştığı aşı bilgilerini düzenli bir şekilde her sabah saat 09.00’da bir excel dosyasına işlediğimiz bir veri tabanımız var. Bunu “aşı sayacı” olarak adlandırıyoruz.

Bu sayaç, geçen ocak ayından bu yana bütün doz aralıklarında günlük, haftalık ve aylık olarak aşı kampanyasının nasıl bir seyir izlediğini yakından okuyabilmemi mümkün kılıyor.

Sayaçta bu sabah saat 09.00 itibarıyla bütün dozları içerecek şekilde toplam aşı sayısı 118 milyon 578 bin 52 olarak görünüyordu. Önceki gün yine saat 09.00’daki toplam aşı sayısı 118 milyon 378 bin 772’ydi. Yani 24 saat içinde 199 bin 280 doz aşı yapılmıştı.

Peki bu toplam dozlara göre nasıl bir dağılım gösteriyor? Yuvarlayarak ifade edersek, bu toplamın 44 bin dozu birinci, 84 bin dozu ikinci ve 70 bini dozu ise üçüncü ve dördüncü dozlar. Bir başka anlatımla, ağırlığı ikinci ve sonrasındaki dozlar oluşturuyor.

Daha önceki dönemlere bakıldığında, aşılamada kuvvetli bir temponun yakalandığı geçen temmuz ayında bir ara 24 saat içinde 1.5 milyona yaklaşan sayılara ulaşıldığı hatırlanabilir. Örnek vermek gerekirse, 30 Temmuz’dan 31 Temmuz’a geçen 24 saat zarfında 1 milyon 422 bin 127 aşı yapılmıştır.

Önceki gün itibarıyla kayda geçen bir günde 199 bin aşıyı, temmuz ayı sonunda bir günde uygulanan 1 milyon 422 bin aşıyla kıyaslarsak, temponun ne kadar düşmüş olduğunu kolaylıkla görebiliriz.

BİR AYDA YARI YARIYA GERİLEDİ

Bundan bir ay önce 13 Ekim tarihinde yayımlanan “Aşı Kampanyasının Hız Kesmesi Kaygı Verici” başlıklı yazım bu olumsuz yönelişe dikkat çekiyordu. Bu yazıda, COVID-19 vakalarının yüksek bir eşikte seyretmesi kanıksanmaya başlarken, buna paralel bir şekilde aşı kampanyasının hızının da ciddi ölçülerde gerilemekte olduğunu somut rakamlar üzerinden ortaya koymaya çalışmıştık.

Özellikle üçüncü dozun devreye girdiği temmuz ayında bir hafta içinde 7 milyon dozun üzerine çıkıldığı durumlar yaşanmıştı. Buna karşılık, özellikle sonbahara girilmesiyle birlikte ciddi bir yavaşlama belirmişti. Örneğin, 4 Ekim’de başlayan hafta içinde toplam 2 milyon 52 bin dolayındaydı yapılan toplam aşı miktarı.

Yazının Devamını Oku

Covid-19 salgınında neredeyiz? (1)- Bir yaşam biçimi olarak COVID-19 salgını

16 Kasım 2021
Covid-19 salgınının ülkemizdeki seyrini, açıklanan verileri dört beş haftada bir topluca gözden geçirerek ana yönelişler üzerinden değerlendirmeye çalışıyorum.

Bu konudaki son değerlendirmeyi 12 Ekim tarihinde yayımlamıştım. Bir ay sonraki verilere dün yakından baktığımda, büyük ölçüde sabit bir şekilde seyretmekte olan bir tabloyla karşılaştım. Önceki tespitleri değiştirmemi gerektiren bir durum ortaya çıkmış görünmüyordu.

Değindiğim 12 Ekim tarihli yazımın başlığı “Türkiye COVID-19’la Yaşamayı Kanıksıyor mu?” sorusunu taşıyordu. Galiba bir ay sonra bu soruya ne yazık ki “Evet” yanıtını vermemiz gerekiyor.

Aslında bu gözlemimiz okurlar açısından çarpıcı bir haber niteliği taşımıyor olabilir. Çünkü her akşam Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı verileri göz ucuyla izleyen vatandaşlar, vakaların ve ölüm sayılarının uzun bir zamandır önemli ölçüde aynı çizgide gitmekte olduğunu zaten gözlüyorlar.

Açıklanan resmi rakamlara göre, bir süredir genellikle 200 dolayında vatandaşımız ölüyor her gün salgın nedeniyle. Yani, bir büyük doğa felaketi ya da kaza meydana geldiğinde karşılaşabileceğimiz ve bunun sonucu ülke gündemini günlerce meşgul edecek bir vefat toplamı, düzenli bir şekilde tekrarlanıyor günlük bazda. 

Onların ölümü haberlerde yalnızca bir rakam olarak telaffuz ediliyor. Haberler okunurken ekranın altından geçen bantta da karşımıza çıkıyor bu bilgiler.

Ve ülkemizde herhangi bir sarsıntı yaşanmıyor. Haber bültenlerinde Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 paylaşımının ardından rutin bir şekilde bir sonraki habere geçiliyor.

Sonuçta, ciddi bir kanıksama hali söz konusu. COVID-19 ile yaşamanın olağan bir durum olarak kabullenildiği bir evreye geçtik.

Yazının Devamını Oku