COVID-19 SALGININDA NEREDEYİZ? (3) - Tehlike çanlarını duyuyor musunuz?

Bu köşede son iki gündür COVID-19 salgınının ülkemizdeki seyriyle ilgili iki ana yönelişin altını çizmeye çalıştık. Bunlardan birincisi, COVID-19 vakalarının ve bundan kaynaklanan insan kayıplarının yüksek bir sayı eşiğinde seyreden bir platoda yerleşip kalıcı hale gelmiş olmasıdır. Bunu salgının “kronikleşmesi” şeklinde adlandırabiliriz.

Haberin Devamı

Dünkü yazımızda ise ikinci yöneliş olarak aşı rakamlarının alarm ölçülerinde bir yavaşlama seyrine girdiğini göstermeye çalıştık.

Bu iki faktör yan yana gelirse, mantıken bu denklemden nasıl bir sonuç çıkar?

Tabii koronavirüsün birçok Avrupa ülkesinde yeniden tırmanma eğilimine girdiğini, ayrıca Türkiye’de salgınla mücadele alanında ciddi bir gevşemenin belirdiğini de denkleme dahil ettiğinizde, sert bir türbülansa doğru süratle yol almakta olduğumuzu öngörmek güç değildir.

YOĞUN BAKIMLAR YA YÜZDE 100 YA DA YÜZDE 80 DOLU

Bugünkü yazımızda bu kaygı verici gidişatın ciddiyetini başka verilerle de desteklemeye çalışalım. Karşımızda belirmekte olan potansiyel sorunlardan biri, yeni vakaların özellikle geçen temmuz sonundan bu yana yüksek bir eşikte kilitlenmesinin sağlık sisteminin altyapısı üzerinde oluşturabileceği yüktür.

Haberin Devamı

Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Oktay Demirkıran’ın dün kendisine yönelttiğimiz sorulara verdiği yanıtlar, hastanelerin yoğun bakım servislerinde şimdiden bir “doluluk” sorununun yaşandığını ortaya koyuyor.

Prof. Demirkıran, “Bize gelen bilgiler, yoğun bakımlarda Türkiye çapında bir doluluğun yaşanmakta olduğunu gösteriyor. Bazı şehirlerde yoğun bakım ünitelerinin yüzde 100 oranında dolu olduğunu, bu nedenle yeni servislerin açıldığını, bazı şehirlerimizde ise doluluğun yüzde 75-80’lerde seyrettiğini görüyoruz” diye konuşuyor.

Yoğun bakım servislerindeki vakalarla aşılama arasındaki ilişkiye de dikkat çekmeliyiz. Prof. Demirkıran,Aşılamanın salgınla mücadelede ciddi bir katkı sağladığını” belirterek, “Yoğun bakımlardaki COVID-19 hastalarına baktığımızda, ağırlığı hiç aşı olmamış olanlarla, aşı programını tamamlamamış durumdaki hastalar oluşturuyor” diye ekliyor.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi olan Prof. Demirkıran’a göre, “Yoğun bakımlardaki hastaların yüzde 40-50’si hiç aşı olmamış kişiler. Ancak aşı olmayanlar hastalığı, diğer gruba kıyasla daha ağır ve ölümcül bir eşikte geçiriyorlar.”

İKİ VE ÜÇÜNCÜ DOZU YAPTIRMAYANLARIN SAYISI 8.6 MİLYON

Haberin Devamı

Aşı programını tamamlamayanlar, yani A) İlk doz aşıyı olup ikinci doz aşılarını olmayan ya da B) İkisini de yaptırıp üçüncü hatırlatma dozunu yaptırmayan kişiler, hem yeni vakaların ortaya çıkmasında hem de yoğun bakımlardaki doluluğun artmasında azımsanmayacak bir faktör oluyor.

Bu kümede yer alan vatandaşların sayısının hiç de yabana atılmaması gerekiyor. Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, 11 Kasım tarihinde yaptığı bir açıklamada “Yaklaşık 8.6 milyon kişi zamanı gelmiş olan ikinci veya üçüncü doz aşısını yaptırmadı. Aşının tam olması, doz sayısına ve dozlar arasındaki sürenin uzamamasına bağlı” demişti.

Koca, 31 Ekim tarihinde de 3 milyon kişinin zamanı gelen üçüncü doz aşıyı henüz yaptırmadığını açıklamıştı. Zamanı gelip de ikinci ve üç dozu yaptırmayanların toplamı 8.6 milyon ise, üçüncü dozu olmayan 3 milyonu bundan çıkarttığımızda, ikinci dozunu geciktiren ya da yaptırmayanların sayısının 5.6 milyon olduğunu anlıyoruz. Zaten Sağlık Bakanlığı’nın her gün yayımladığı aşı tablosunda da birinci ve ikinci aşıyı olanların toplam sayıları arasındaki makasın bir türlü kapanmaması dikkat çekiyor.

Haberin Devamı

Burada çok problemli bir tabloyla karşılaşıyoruz. Aşıya karşı toplumun belli bir kesiminde ciddi bir direnç hattının şekillenmiş olduğuna zaten tanıklık ediyoruz. Ayrıca hiç aşı olmayanların yanı sıra, birinci dozu yaptırıp, ikinci dozu geciktiren bir kümeden de söz etmek mümkün. Dolayısıyla,   toplumsal bağışıklık hedefine ulaşılmasını daha da zora sokan sıkıntılı bir durumun belirdiğini teslim etmemiz gerekiyor.

ARALIK AYINDA VAKALAR YÜKSELECEK

Bu noktada hesaba katmamız gereken önemli bir başka değişken daha devreye giriyor. O da salgının Avrupa’da yeniden tırmanışa geçmesidir. Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Danışma Kurulu Üyesi Prof. Levent Akın, eldeki epidemiyolojik veriler doğrultusunda Avrupa’daki vaka artışlarından yaklaşık 1-2 hafta sonra, genellikle de 2-3 hafta sonra Türkiye’deki vakaların da yükseldiğine dikkat çekiyor.

Haberin Devamı

Prof. Akın, Demirören Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada “Bu konuda Türkiye biraz daha geriden geliyor. Onun için benim endişem Türkiye’de de bir süre sonra özellikle aralık ayına doğru biz vaka artışını artık 25-30 binlerde tutamayacağız, biraz daha yükselecek” diye konuşuyor.

Kendisinin bu öngörüsünü dayandırdığı hadiselerden biri, dünyada gözlenen koronavirüse karşı kurallara uymama eğiliminin Türkiye’de de yaşanmakta oluşudur. Buna göre, bir yandan bulaş ihtimalini artıracak tüm olaylar, örneğin konserler, kongreler, kalabalık toplantılar aynen devam ederken, insanlar herhangi bir koruyucu önlem almıyorlar, özellikle de maske takmıyorlar. “Bir de aşılama oranları istenilen düzeyde değil. Dolayısıyla toplu halde mücadele yapılmadığı için biz vakaları böyle görüyoruz” diyor Prof. Akın.

Haberin Devamı

Bilim kurulu üyesinin bu uyarıları, salgının Türkiye’deki seyrinde gözlenen sıkıntılı yönelişlerin altını daha da kuvvetli bir şekilde çizmiş oluyor.

KOCA’NIN ‘TEPESİ KESİLMİŞ DAĞ’ BENZETMESİ

Gelişmeler bu yönde giderse, Sağlık Bakanı Koca’nın günlük vaka sayılarının “grafiklerde adeta tepesi kesilmiş bir dağ gibi yatayda seyretmesi” benzetmesiyle tarif ettiği durumun da bozulacağını anlıyoruz.

Koca, 27 Ekim tarihindeki Bilim Kurulu toplantısından sonra vaka sayılarında “hızlı tırmanışlar” şeklinde zirveler görülmemesini anlatırken, “tepesi kesilmiş dağ” benzetmesini yapmıştı. Bakan, “Belki önemli düşüşler görmedik ama dramatik ve ani yükselişler de görmedik” demişti. Koca, bu durumu aşı kampanyasının sağladığını belirterek, “Yakında vaka sayılarının da düştüğünü göreceğimizi değerlendirdik” diye konuşmuştu.

Koca’nın bu benzetmesinde odaklandığı durumun, aslında salgının 2020 sonbaharındaki ikinci dalgasında kaydedilen yüksek bir eşiğin kalıcı ve düzenli bir kalıba yerleşmesi olduğunu gözden uzak tutmamalıyız. Ayrıca, salgın o zaman zirve yapmış ve ardından düşüşe geçmişti. Oysa şimdi o zirvenin önemli ölçüde kalıcılaştığına tanıklık ediyoruz.

Üstelik bütün faktörleri bir araya getirip değerlendirdiğimizde, dağın yeniden yukarı doğru hareketlenmesi, yani yeni bir dalga ihtimalini hiç de yabana atmamak gerekiyor. Peki bu ihtimale karşı bir şey yapılmayacak mı? Bu çanlar kimin için çalıyor?

Yazarın Tüm Yazıları