Erdoğan, muhtelif vesilelerle “Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da tasavvur ettiğini” vurgulayıp “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile kurmayı düşünüyoruz” mesajlarını veriyor, demokrasi ve hukuk alanlarında yeni reformlardan söz ediyordu.
2021 yılına AB ile ilişkilerde Erdoğan’ın söyleminin yol açtığı beklentiler, bu mesajların hayata geçirilip geçirilmeyeceği yolundaki sorularla girilmiştir. Buna karşılık, 2021 ilerlerken geçen haftalar, aylar içinde Türkiye ile Avrupa arasında bu beklentileri teyit edecek yeni bir iklim belirmemiştir.
Öncelikle, Ankara’da mart ayı başında açıklanan yeni insan hakları eylem planı Batı dünyasında bir heyecan yaratmamıştır. İkincisi, Avrupa’da hükümetlerin ve kamuoylarının Türkiye’ye dönük bu alanlarda yerleşmiş olan eleştirel bakışlarını değiştirecek açılımlar, sürprizler da yaşanmamıştır.
TÜRKİYE KARŞISINDA ORTAK AB-ABD TUTUMU
Avrupa cephesinde gözlenen bir değişim, 2020 Kasım ayında ABD’deki başkanlık seçimini Demokrat Joe Biden’ın kazanmasından sonra AB’nin Türkiye ile ilgili konuları ve Doğu Akdeniz meselesini ABD yönetimi ile koordine etme çabasına girmiş olmasıdır.
Bu niyetin AB’nin 2020 yılı aralık ayındaki zirve bildirisine girmesinden sonra 2021 içinde muhtelif yansımalarını izledik. Örneğin, geçen mart ve haziran aylarında olduğu gibi, AB zirve bildirilerinde uzun bir aradan sonra Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları meselelerine yeniden yer verilmeye başlanmıştır.
Keza ABD Başkanı Biden’ın geçen haziran ayındaki Brüksel ziyareti sırasında AB kurumlarının liderleriyle görüştükten sonra AB ile ABD tarafından duyurulan 11 sayfalık “Zirve Açıklaması”nda Türkiye’ye demokrasi vurgusuyla yer verilmesi dikkat çekicidir. Belgede “Demokratik bir Türkiye ile işbirliğine dönük, karşılıklı çıkarlara dayalı bir ilişki hedefliyoruz” denilmiştir.
SURİYELİ
Bu kez Türkiye-ABD ilişkileri ile başlamaya karar verince, önce bundan önceki yılların metinlerine göz gezdirip ilişkilerin yakın tarihinin üzerinden gittim.
2018 yılında casusluk suçlamasıyla tutuklu yargılanan Rahip Craig Brunson krizi damgasını vurmuş ilişkilere. Dönemin Başkanı Donald Trump’ın misilleme olarak ekonomik yaptırımlara başvurmasıyla dolar kuru ve ekonomide yaşanan sarsıntı yılın en çok iz bırakan hadiselerinden biri olmuş.
2019 yılı, S-400 hava savunma sistemlerinin Rusya’dan Ankara’ya gelişinin Washington ile ilişkilerde yol açtığı büyük çatırdamanın ardından, Türkiye’nin F-35 savaş uçaklarının ortak üretim programından çıkartılması, Suriye’de “Barış Pınarı” harekâtının gerçekleşmesinin neden olduğu hareketlilik ve buna paralel giden ekonomik yaptırım tehditleri altında geçmiş.
2020 yılında ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlanması beklenmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın bir çalışma ilişkisi yürüttüğü Trump’ın kaybetmesi Ankara cephesinde belirsizlik yaratmış. Bu arada Trump’ın giderayak S-400 alımı nedeniyle Türkiye’yi CAATSA yaptırım rejimine dahil etmesi sancılı bir başka gelişme.
Özetle, her yıl biraz daha ağırlaşarak artmış Türkiye-ABD cephesindeki sorunlar.
BIDEN’IN 24 NİSAN AÇIKLAMASI BİR İLK OLDU
Geçen yıl bu zamanlarda 2021’e girilirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni ABD Başkanı Joe Biden ile bu zor gündem üzerinde nasıl bir çalışma ilişkisi tesis edeceği, yeni demokrat yönetimin Türkiye politikasının nasıl şekilleneceği Ankara cephesindeki en önemli sorulardan biriydi.
Biden
Çatlı’nın o araçta bulunması büyük bir skandalı ortaya çıkardı. Çünkü kazada ölen Çatlı, yüklü bir suç dosyasından dolayı uzun yıllardır devlet tarafından aranmakta olan bir kanun kaçağıydı. Aranmasının nedeni, 8 Ekim 1978 tarihinde Ankara Bahçelievler’de Türkiye İşçi Partili yedi gencin vahşice öldürüldüğü katliamı gerçekleştiren ülkücü ekibin lideri olmasıydı. Haluk Kırcı infaz ekibindeki bir diğer isimdi.
Kaza meydana geldiği tarihte Ankara Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâlâ devam etmekte olan bu katliamla ilgili davada sanık listesinin en başında Çatlı’nın ismi yer alıyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, aynı zamanda İnterpol’den kırmızı bülten çıkartmayı da ihmal etmemişti Çatlı hakkında.
Ankara’daki mahkemenin tam 18 yıldır aradığı bu şahıs, bir emniyet müdürünün (Hüseyin Kocadağ) sürdüğü, aynı zamanda bir DYP milletvekilinin (Sedat Bucak) de bulunduğu bir otomobilin içinde can vermişti. Mahkemenin aradığı Çatlı’nın, Bahçelievler katliamından sonra MİT tarafından yurtdışında düzenlenen bazı eylemlerde kullanıldığı, kazanın ardından teşkilatın hazırladığı ve kamuoyuna da yansıyan bir rapordan anlaşılmıştı.
DÜĞÜNDEKİ ÖZEL KONUKLAR
Kazadan sonraki günlerde ortaya saçılan ilişkiler ağı, Çatlı’nın devletin bir dizi üst kademe görevlisiyle yıllardır birlikte faaliyet gösteren bir yapılanmanın en önemli aktörlerinden biri olduğunu göstermişti. Bu ekibin mensupları arasında bir grup özel harekâtçı polis görevlisi de yer alıyordu.
Hepsi topluca “Susurluk Çetesi” olarak adlandırıldı. Bu dönemde ortalığa saçılan tarihi fotoğraflardan biri, Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Dairesi Başkanı İbrahim Şahin ile Abdullah Çatlı’yı bir düğünde yan yana göbek atarken gösteren bir fotoğraftı.
Peki bu fotoğraf nerede çekilmişti? Yanıt: Özel harekâtçı Ziya Bandırmalıoğlu’nun oğlunun sünnet düğününde...
Peki
Şûra’nın sonunda yapılan oylamada “Okul öncesi programlarında çocuğun gelişim düzeyi dikkate alınarak din, ahlak ve değerler eğitimi yer almalıdır” şeklindeki bir madde oy çokluğuyla kabul edildi.
Milli Eğitim Şûrası’nda alınan kararlar her ne kadar tavsiye niteliği taşısa da, yine de konunun tartışmaya açılıp olgunlaştırılması ve ardından uygulamaya geçirilmesi yönünde önemli bir ağırlık yaratıyorlar.
TÜRKİYE’NİN OKUL ÖNCESİ EĞİTİM HEDEFLERİ
Bu tavsiye kararı ne anlama geliyor? İlkokul eğitiminin altıncı yaşta başladığı düşünülürse, bu yaştan önce özellikle 4 ve 5 yaşlarındaki çocuklardan okul öncesi eğitime katılabilenlere din, ahlak ve değerler konularının da öğretilmesini öngörüyor.
Çocukların gelişmesi açısından yaşamsal önemde görülen okul öncesi eğitimin yaygınlaşması, uzun bir zamandır Türkiye’nin hedeflediği ve aslında belli bir mesafe de kat edilmiş olan bir konu. Okul öncesi eğitim, ağırlıklı olarak mevcut ilköğretim kurumları bünyesinde ve ayrıca resmi ve özel anaokullarında da veriliyor.
2019-2020 öğretim dönemi başladığında, 5 yaş grubundaki çocukların okullaşmasında yüzde 71.2 gibi bir orana kadar çıkılmıştı, 2020 Mart ayında pandeminin patlak vermesinden önce. Geçen 2020-21 öğretim döneminde ise bu oran 56.9’a gerilemişti.
İçinde bulunduğumuz dönemde okulların açılmasıyla birlikte okul öncesi eğitimin de başlamasına karşılık, bu kategorideki okullaşma oranı konusunda henüz paylaşılmış bir veri yok.
Bu arada, 4 yaşında okul öncesine dahil edilen çocukların okullaşma oranı öncelikli küme olan 5 yaşa kıyasla oldukça geride kalıyor. Örneğin Milli Eğitim’in verilerine göre, 2020-2021 döneminde bu yaş grubundaki çocukların okullaşma oranı yüzde 16.4’tü.
Son dönemde giderek sıklaşmaya başlayan bu yöndeki haberler özellikle genç hekimler cephesinde son derece kaygı verici bir yönelişin yerleştiğini gösteriyor.
Bir süredir gözlemekte olduğum bu haberlere ilişkin verilere dün biraz daha yakından baktığımda gerçekten de alarm sinyalleri çalan bir tabloyla karşılaştım.
Aslında durumun ne kadar ciddi olduğunu görmek için Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) yurtdışına gitmek isteyen hekimlerin talepleri üzerine düzenlediği “iyi hal belgesi” rakamlarına bakmak bile tek başına yeterlidir.
İYİ HÂL BELGESİ TALEPLERİNDE BÜYÜK ARTIŞ
Yurtdışındaki sağlık kurumlarında işe girmek isteyen hekimler etik açıdan sicillerini gösteren iyi hal belgesi için TTB’ye başvuruda bulunuyor. Bu belgeler il tabip odaları tarafından yapılan ilk incelemenin ardından ikinci aşamada Ankara’da TTB’nin sekreteryası ve Yüksek Onur Kurulu’ndan geçtikten sonra kesinleşiyor.
Bu şekilde verilen iyi hal belgelerinin yıllara göre dağılımına baktığımızda, grafiğe dökülmesi halinde tırmanan bir çizgi göze çarpıyor. Tablo şöyle:
2012: 59 2017: 482
2013: 90 2018: 802
İlk karşılaşma vesilemiz “Baba Beni Okula Gönder” kampanyası için düzenlenen bir çalıştaydı. Kurucusu olduğu “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği”nin (ÇYDD) başkanlığını yürütüyordu.
Gazetenin ÇYDD ile birlikte yürüttüğü ve o dönemde büyük yankı yaratan bu kampanya sırasında toplanan bağışlarla çok sayıda kız yurdu inşa edildi, ayrıca binlerce kız öğrenciye burs imkânı sağlandı. Bu kampanya sırasında yurtların temel atma ve daha sonra açılışları için kurdele kesme törenlerine katılmak üzere Anadolu’nun birçok köşesine onun da bulunduğu heyetlerle bir dizi seyahat yaptık.
*
Kendisini kız çocuklarının eğitimine adamıştı. Özellikle Anadolu’da kız çocuklarının önemli bir bölümünün eğitime erişimdeki dezavantajlı durumlarını değiştirmek, sağlanacak eğitim imkânlarıyla hayatlarına dokunmak, onlara aydınlık bir geleceğin kapısını açmak, Prof. Saylan açısından kendisinin varlık nedeni olmuştu.
Ona göre Türkiye’nin temel sorunlarından biri eğitimden mahrum kalan kızların durumuydu. Küçük yaştan itibaren eğitim seferberliğine dahil edilmeleriyle, kadınların zihinsel gücü, yaratıcı enerjileri üzerindeki örtünün kaldırılıp atılması, bu enerjinin harekete geçirilmesi Türkiye’nin temel hedeflerinden biri olmalıydı.
Bu hedefe ulaşılması, toplumda kadınlara karşı ayrımcılığın aşılmasını, onların geri plana itilmişliklerinin kırılmasını, kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasını mümkün kılacaktı.
Hayatı karşılarına çıktığı şekliyle kabul etmemek, okula gidip kader çizgilerini ileriye doğru pekâlâ değiştirebilecek güce sahip olduklarını kız çocuklarına göstermekti bütün amacı. Bütün yapmak istediği, daha küçük yaşta onlara bu özgüveni aşılamaktı.
Eğitimle buluşan bir kız çocuğunun çevresine saçacağı ışığın gücüne inanıyordu.
Söz konusu duyuru 3 Nisan 2021 Cumartesi akşamı geç saatlerde basına verilirken, bunu izleyen haftanın ilk mesai günü olan 5 Nisan Pazartesi Ankara’da İçişleri Bakanlığı’nın başkanlığındaki Merkez Koruma Komisyonu üç emekli kuvvet komutanının özel koruma statülerinde değişikliğe gitti.
Bu uygulama, 2009-2011 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevinde bulunan Oramiral Uğur Yiğit, 2011-2013 döneminde kendisinin halefi olarak bu görevi sürdüren Oramiral Murat Bilgel ve 2013-2017 döneminin komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu’nu hedef alıyordu. Oramiral Bostanoğlu, FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 tarihindeki kalkışmasında Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak görevdeydi. Bostanoğlu, o gece darbeye karşı tavır almış, ardından bir yıl daha bu görevde kalmıştı.
Peki Ankara’da alınan bu karar eski kuvvet komutanlarını nasıl etkiledi?
KORUMALAR ÇEKİLDİ, LOJMANLAR BOŞALTILDI
Merkez Koruma Komisyonu, İçişleri Bakanlığı temsilcisinin başkanlığında Adalet Bakanlığı, Genelkurmay, Jandarma Komutanlığı, MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü gibi devlet birimlerinin temsilcilerinden oluşuyor. İşte bu komisyon, duyurunun yayımlanmasının ardından geçen 5 Nisan’da toplandı.
Komisyonun gündeminde, amiraller duyurusuna katılan eski deniz kuvvetleri komutanlarının özel koruma statülerinin değerlendirilmesi vardı. Yapılan bu değerlendirmede özel komutanlar hakkında verilmiş olan özel koruma kararlarının derecesi düşürülerek, önlem düzeyi “çağrılı koruma” statüsüne indirildi.
Bu karar düzenli olarak emekli komutanları izlemekte olan koruma ekiplerinin çekilmesi sonucunu doğurdu. Yeni statüde komutanların herhangi bir faaliyetlerinde ya da tehdit algılamaları halinde ancak talepte bulundukları takdirde kendilerine koruma tahsis edilebilecekti.
Komutanların özel koruma statüsünün değişmesi korumalı lojman imkânlarını da etkiledi. Bir gün sonra 6 Nisan günü bu kez Milli Savunma Bakanlığı, komisyonun bu kararına dayanarak, emekli kuvvet komutanlarına İstanbul’da kaldıkları özel korumalı lojmanları boşaltmalarını tebliğ etti.
Bu davanın ana konusu toplam 102 emekli amiral ile bir emekli kara tuğgeneral olmak üzere toplam 103 sanığın anayasal düzene karşı faaliyet yürütmekle suçlanmasıdır.
İddianamede, “Şüphelilerin ortak bir iştirak iradesiyle hazırladıkları bildiriyi kamuoyuyla paylaşarak, meşru iktidara karşı harekete geçmek üzere ve hükümetin görevlerini yapmasının kısmen veya tamamen engellenmesi amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde emir komuta dışında hareket edilmesini hedefledikleri” suçlaması yöneltiliyor.
Savcılık makamı bu çerçevede sanıkların Türk Ceza Kanunu’nun “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”ın düzenlendiği beşinci bölümünde yer alan “Suç İçin Anlaşma” fiilini düzenleyen 316’ncı maddesinden cezalandırılmasını talep ediyor. Bu maddede, suçların ağırlık derecesine göre üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.
SANIKLAR ARASINDA ÜÇ KUVVET KOMUTANI
Kamuoyunda kısaca “Montrö ve Sarıklı Amiral Bildirisi” diye bilinen bu metin, 3 Nisan 2021 tarihinde kamuoyuna duyurulduğunda açıklamaya katılmış olan emekli amirallerin sayısı 104’tü. İddianamenin sonuçlanmasına kadar geçen süre içinde imzacılardan iki amiral vefat etmiştir. Bir açıklamayla amiraller bildirisine destek çıkan Türkiye Emekli Subaylar Derneği Başkanı emekli Tuğgeneral Namık Kemal Çalışkan da soruşturmaya dahil edilerek sanık yapılmıştır.
İddianamenin dikkat çekici birçok yönü var. Bunlardan birincisi, emekli üç deniz kuvvet komutanının da bildiriye onay verdikleri için yargılanacak olmasıdır. Bu şüpheliler, 2009-2011 yıllarında bu görevde bulunan Oramiral Eşref Uğur Yiğit, 2011-2013 dönemindeki komutan Oramiral Murat Bilgel ve 2013-2017 arasında toplam dört yıl süreyle aynı görevi yürüten Oramiral Bülent Bostanoğlu’dur.
Bostanoğlu’nun durumu özellikle kayda değerdir. FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral Bostanoğlu, o gece 01.30 sularında CNN Türk’e açıklama yaparak darbeye karşı tavır almış, komuta kademesi olarak bu girişimi kesinlikle kabul etmediklerini belirtmişti. Bostanoğlu, kalkışma sonrasındaki dönemde bir yıl daha kuvvetin başında göreve devam etmişti. Aynı komutan, bu kez anayasal düzene karşı faaliyetten 12 yıla kadar hapis cezası talebiyle yargılanacaktır.
Bu arada, sanıklar arasında Balyoz gibi kumpas davalarında FETÖ’nün hedefi olarak mağdur edilerek hapis yatan 22 amiralin de bulunduğu anlaşılıyor.