Paylaş
Bu kez Türkiye-ABD ilişkileri ile başlamaya karar verince, önce bundan önceki yılların metinlerine göz gezdirip ilişkilerin yakın tarihinin üzerinden gittim.
2018 yılında casusluk suçlamasıyla tutuklu yargılanan Rahip Craig Brunson krizi damgasını vurmuş ilişkilere. Dönemin Başkanı Donald Trump’ın misilleme olarak ekonomik yaptırımlara başvurmasıyla dolar kuru ve ekonomide yaşanan sarsıntı yılın en çok iz bırakan hadiselerinden biri olmuş.
2019 yılı, S-400 hava savunma sistemlerinin Rusya’dan Ankara’ya gelişinin Washington ile ilişkilerde yol açtığı büyük çatırdamanın ardından, Türkiye’nin F-35 savaş uçaklarının ortak üretim programından çıkartılması, Suriye’de “Barış Pınarı” harekâtının gerçekleşmesinin neden olduğu hareketlilik ve buna paralel giden ekonomik yaptırım tehditleri altında geçmiş.
2020 yılında ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlanması beklenmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın bir çalışma ilişkisi yürüttüğü Trump’ın kaybetmesi Ankara cephesinde belirsizlik yaratmış. Bu arada Trump’ın giderayak S-400 alımı nedeniyle Türkiye’yi CAATSA yaptırım rejimine dahil etmesi sancılı bir başka gelişme.
Özetle, her yıl biraz daha ağırlaşarak artmış Türkiye-ABD cephesindeki sorunlar.
BIDEN’IN 24 NİSAN AÇIKLAMASI BİR İLK OLDU
Geçen yıl bu zamanlarda 2021’e girilirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni ABD Başkanı Joe Biden ile bu zor gündem üzerinde nasıl bir çalışma ilişkisi tesis edeceği, yeni demokrat yönetimin Türkiye politikasının nasıl şekilleneceği Ankara cephesindeki en önemli sorulardan biriydi.
Biden’ın olaylı bir şekilde 20 Ocak tarihinde işbaşı yapmasından sonra bütün gözler iki başkan arasında kurulacak ilk temasa çevrildi. İşlerin zannedildiği kadar kolay gitmeyeceği zaten bu ilk telefon konuşmasının gecikmesinden anlaşıldı. Yeni Başkan, ABD’nin müttefiki olan birçok ülkenin liderini ararken kendisini kutlamak için bekleyen Erdoğan’a ancak 23 Nisan tarihinde, yani göreve başladıktan üç ay sonra dönmüştür.
Buradaki gecikme aslında Ankara’ya açık bir mesajdı. Biden, araya belli bir mesafe koyuyor, bunu yaparken S-400 gibi sorunlarla ilgili rahatsızlığını hissettiriyor, aynı zamanda Türkiye ile karmaşık bir gündeme yayılan müzakere sürecini kendi açısından yukarı bir pozisyondan açmak istiyordu.
İkisi arasındaki ilk temas Ankara açısından rahatsız edici bir meselenin gündeme gelmesine de sahne oldu. Çünkü Erdoğan’ı 23 Nisan günü arayan Başkan Biden, kendisine bir sonraki gün, yani 24 Nisan’da yapacağı bir Beyaz Saray duyurusuyla “Ermeni Soykırımı”nı tanıyacağını duyurdu. Buna karşılık, haziran ayında Brüksel’de düzenlenecek NATO zirvesinde bir araya gelebileceklerini de bildirdi.
Dönemin Başkanı Ronald Reagan’ın 1981 yılındaki bir konuşmasında yaptığı atıf bir tarafa bırakılırsa, ilk kez 24 Nisan tarihinde bir ABD Başkanı 1915 yılındaki hadiseleri “soykırım” olarak gördüğünü dünyaya ilan etmiş oldu. Türkiye, geçmişte Kongre’den bu konuda geçirilmek istenen karar tasarılarını önlemeye çalışırken genellikle ABD yönetimini yanında bulurdu. Bu kez hasar Kongre kanadında değil, doğrudan yönetim cephesinden, daha doğrusu yönetimin tepesinden kaynaklanmıştır.
İlişkilerin tarihi perspektifinden bakıldığında, 2021 yılında ABD ile ilişkilerde Türkiye açısından yaşanan en büyük olumsuzluklardan birinin 24 Nisan tarihli Beyaz Saray açıklaması olduğunu söylemek mümkündür. Bu adımın önümüzdeki yıllarda tetikleyebileceği süreçleri bugünden kestirebilecek durumda değiliz.
BRÜKSEL BULUŞMASINDAN NEW YORK’TAKİ KRİZE
Gelgelelim Ankara bu açıklamaya kontrollü bir tepki vermiş, kabul edilemez bulduğunu kuvvetli ifadelerle vurgulamakla birlikte durumu daha da gerecek sert bir karşılıktan uzak durmuştur. Aksine 14 Haziran buluşmasına dönük iyimser bir beklenti dönemine girilmiştir. Hatta görüşme öncesinde Erdoğan’ın “Muhatabımızla iki ülke ilişkilerini zehirleyen konuları bir kenara bırakarak, artık bundan sonrasına bakmamızı sağlayacak bir anlayış birliğine varmayı umuyoruz” şeklindeki sözleri, Biden ile bir beyaz sayfa açma niyetini gösteriyordu. Trump ile yürüttüğüne benzer bir çalışma ilişkisi modelini Biden’la da kurmayı hedefliyordu Erdoğan. Görüşmelerini ilişkilerde “yeni bir dönemin habercisi” olarak değerlendirme eğilimindeydi.
Brüksel buluşmasına bu yüksek beklentilerle gidilmiştir. Görüşme 14 Haziran tarihinde olmuş, büyük ölçüde ikisi arasında baş başa geçmiştir. Türk tarafının açıklamalarından ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi halinde Kabil Havalimanı’nın sorumluluğunu Türkiye’nin üstlenmesi dosyasının görüşmede çok geniş bir yer tuttuğunu anlıyoruz. Bu konu, bir anlamda ABD ile ilişkileri içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtaracak sihirli bir değnek gibi görülüyordu Ankara’da.
Bu senaryo ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin zamanlı ve düzenli bir şekilde olacağı varsayımı üzerine kuruluydu. Kabil bütün tahminlerin ötesinde erken bir şekilde Taliban’ın eline geçince bu konudaki Türkiye-ABD planı da uygulanma şansı bulamamıştır. Ağustos sonuna gelindiğinde Türkiye ile ABD arasında bir anlamda başa dönülmüştür.
Bunun üzerine Biden ile yeniden bir diyalog arayışı başlamıştır. Erdoğan’ın geçen eylül ayı sonunda BM Genel Kurulu için gittiği New York’ta, Biden’ın kentte bulunduğu halde kendisinin görüşme talebine olumsuz karşılık vermesi ciddi bir krize yol açmıştır. Erdoğan, 22 Eylül tarihinde New York’taki açıklamasında ABD Başkanı’na kızgınlığını gizleme gereği duymayarak “Şu andaki gidiş pek hayra alamet değil. Amerika ile olan münasebetlerimde geldiğimiz nokta, maalesef iyi bir nokta değil” diyerek Biden’la arzuladığı diyaloğu kuramadığını gizlememiştir.
2022’NİN SINAMASI F-16’LAR TALEBİ
Ortalığı kaplayan bu soğukluğun ardından iki lider bu kez 31 Ekim’de Roma’daki G-20 zirvesi sırasında bir araya gelmiştir. Bu görüşme en azından kriz havasının aşılmasını sağlamış, yapılan açıklamalardan ilişkilerin yürütülmesinde daha kurumsal bir işleyişin ortaya çıkacağı anlaşılmıştır. Taraflar en azından aralarındaki anlaşmazlıkları “etkin bir şekilde yönetme çabası” içindedirler. İlişkinin akışında meselelerin doğrudan tepede liderler düzeyinde görülmesi yerine, kurumların muhtelif kanallardan karşılıklı olarak devrede oldukları bir işleyişe geçilmiştir.
Aslında geçen dönemde Libya’dan Kafkasya’ya, Suriye’den Ukrayna’ya kadar pek çok alanda muhtelif kanallardan yoğun bir görüşme trafiği iki taraf arasında patlak veren krizlerden fazla etkilenmeden işlemektedir. Bununla birlikte S-400’ler, F-35 dosyası, ABD’nin Suriye’de PKK uzantısı YPGD/YPG ile askeri ittifakının sürmesi, Fethullah Gülen’in ABD’de gördüğü himaye gibi dikenli konular 2021 boyunca çözümsüzlüğünü korumuştur.
Roma’daki görüşmede de gündeme gelen Türkiye’nin ABD’den yeni F-16 alımı ve mevcut F-16’ların modernizasyonu konusundaki talebinin Türkiye’ye karşı rüzgârların çok sert estiği Kongre’de nasıl bir seyir izleyeceği herhalde 2022’nin Türk-ABD ilişkilerindeki en önemli sorularından biri olacaktır. Buradaki sınama yönetimin Kongre’deki muhtemel direnci ne ölçüde kırabileceği sorusunda beliriyor.
Sonuçta Biden yönetimi var olan bütün sorunlara rağmen Türkiye ile ilişkileri daha da fazla hasar görmeyeceği kontrollü bir çerçevede yürütmek çabası içindedir. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Rusya ile ilişkiler söz konusu olduğunda “Türkiye’nin yüzünün Batı’ya dönük bir şekilde tutulması” ihtiyacını vurgulaması, ABD yönetiminin bakışını yansıtıyor. Ukrayna üzerinde Rusya ile gerilimin yükseldiği bir dönemde ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’yi yanında görmek istemesi anlaşılabilir bir durumdur.
DEMOKRAT YÖNETİMDEN DEMOKRASİ MESAJLARI
Ana akış bu şekilde belirirken, ikili ilişkiler bağlamında 2021 yılında beliren şu yeni gerçekliğin de altı çizilmelidir. Trump dönemine kıyasla geçen yılın kayda değer bir farklılığı demokrasi ve insan hakları meselelerinin Türkiye-ABD diyaloğunun gündemine girmiş olmasıdır. Erdoğan ile Biden arasında Roma’daki toplantıdan sonra ABD tarafınca yapılan açıklamada bu konuya yer verilmesi dikkat çekicidir. Beyaz Saray, Biden’ın görüşmede “Güçlü demokratik kurumların, insan haklarına saygının, hukukun üstünlüğünün önemini de vurguladığını” duyurmuştur.
Demokrat yönetimin temsilcileri, her vesileyle bu sorunları kamuoyunun karşısında gündeme getiriyor. Keza ABD’nin bu ayın başında düzenlediği küresel demokrasi zirvesine Türkiye’yi davet etmemesi de, Biden yönetiminin Türkiye’de demokrasi ve insan hakları konularındaki eleştirel duruşunun bir ifadesi olmuştur.
Paylaş