İkinci yazım, İçişleri Bakanlığı’nın kamuoyuyla paylaştığı resmi veriler analiz edildiğinde ortaya çıkan bir soruyu da gündeme getiriyordu. Yakalanan düzensiz göçmenlerin sayısı, bunlardan sınır dışı edilenlerin çok üstünde kalıyordu. Örneğin, 2016 sonrasında altı yılı aşkın süre zarfında toplam 320 bin kaçak göçmen sınır dışı edilirken, yalnızca tek başına 2019 yılında Türkiye’de 454 bin bu durumda kaçak yakalanmıştı.
Aradaki fark nasıl izah edilecekti? Örneğin 2014 sonrasındaki sekiz yıl içinde yakalanan 579 bin kaçak Afganın akıbeti ne olmuştu?
Önceki akşam Ahmet Hakan’ın CNN Türk’teki “Tarafsız Bölge” programına çıkan İçişleri Bakan Yardımcısı ve Bakanlık Sözcüsü, Vali İsmail Çataklı, açıklamaları sırasında Bakanlığın resmi verileri üzerinden düzensiz göçmenlerin durumuna açıklık getirmeye dönük bir tablo paylaştı.
Açıklamaları içinde en çok dikkatimi çeken, geçen altı yıl içinde Türkiye’de yakalanan düzensiz göçmenler arasından Avrupa’ya toplam 644 bin 131 geçiş olduğunu belirtmesi oldu.
‘DÜZENLİ’ STATÜDE 5 MİLYON 497 BİN YABANCI
Önce genel çerçeveyi bir daha hatırlayalım. Geçen hafta 5 Mayıs itibarıyla Türkiye’de A) “Geçici Koruma” altındaki Suriyelilerin sayısı 3 milyon 762 bindir.
Ayrıca, B) Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne de kayıtlı ve üçüncü bir ülkeye transfer edilmeyi bekleyen “Uluslararası Koruma” altında 320 bin kişi bulunuyor.
Buna ek olarak, C) İkâmet izniyle yasal bir çerçevede Türkiye’de yaşamakta olan 1 milyon 414 bin yabancı var.
Son olarak Rusya’nın geçen şubat ayında Ukrayna’yı işgalinin başlamasıyla birlikte bu ülkenin Batı dünyasıyla ilişkilerini kaplayan çatışma ortamı ve gerilim, Suriye konusunda zaten zayıf olan çözüm umutlarını iyice belirsizliğin içine sokmuştur. Suriye’nin ABD ile Rusya arasında bir bilek güreşine sahne olması çözüm beklentilerinin tümüyle askıya alınmasına yol açabilir.
Bu yönüyle Suriye, topraklarının muhtelif bölgelerinde Türkiye, Rusya, ABD ve İran’ın bayrak gösterdiği, ayrıca Fırat’ın doğusunda ABD himayesinde PKK/YPG çizgisinde bir özerk yönetimin iyice kök saldığı bir yapılanmanın işaret ettiği parçalı bir ülke görüntüsü içinde çözümsüzlüğe daha çok yaklaşmaktadır.
Kaldı ki, en iyimser senaryoda bile halen Türkiye’de geçici koruma altındaki 3.7 milyon Suriyelinin ne kadarının kendi ülkesine gitmek isteyeceği ayrı bir tartışma konusudur. İşi daha da zorlaştıran şöyle bir boyutu da var bu tartışmanın. Türkiye’deki okullarda Türkçe eğitim alan, Türkçeyi de anadili olarak konuşan, bu ülkede yaşamayı benimsemiş bir Suriye gençliğinin ne kadar kuvvetli bir geriye dönüş perspektifinin olacağı da zaten yanıt bekleyen bir sorudur.
*
Bu noktada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2019 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda da ortaya attığı Suriye’nin kuzeyinde 13 ayrı yerleşimde 200 bin konut inşa edilmesine ilişkin geri dönüş projesini yeniden gündeme getirmiştir.
Erdoğan, Türkiye’de yaşayan 1 milyon Suriyelinin bu yerleşimlerde iskan edilebileceğini söylüyor. Cumhurbaşkanı, “Kurumlarımızın yaptığı çalışmaların bu geri dönüş için 1 milyondan çok daha fazla sığınmacının gönüllü olduğunu gösterdiğini” belirtiyor.
Bu, kuşkusuz çok iddialı bir proje. Ancak özellikle Türkiye seçim dönemine girerken bu projeye dönük adımlar atılması, Erdoğan cephesinde en azından sorunun çözümü yönünde bir hareketliliğin başladığı mesajını taşıyacaktır.
Bu geri dönüşün nasıl organize edileceği, nasıl yönetileceği Türkiye açısından dış dünyanın da yakından izleyeceği çok kritik bir süreç olacaktır.
Bunu yaparken, “Geçici Koruma” altında olanlar (3.8 milyona yakın), ikamet izni alanlar (109 bin) ve vatandaşlığa geçenler (200 bin) olmak üzere başlıca üç kategori üzerinde durduk.
Aynı zamanda fotoğrafın bütününü gösterebilmek açısından ülkemizde Suriyeliler dışında, “Uluslararası Koruma” altında olan ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından üçüncü ülkelere gönderilmeyi bekleyen Asya ve Afrika kökenli mültecilerin durumuna da (320 bin) dikkat çektik.
Değerlendirmeyi dayandırdığımız bütün rakamlar İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı’nın web sitesindeki resmi verileri ve Bakanlık yetkilerinin açıklamalarını esas alıyordu. Bu yönüyle resmi makamlar tarafından kayıt altına alınmış olan Suriyeliler ve diğer yabancıların durumunu anlatıyordu.
İÇİŞLERİ’NİN 'DÜZENSİZ GÖÇMEN' TABLOSUNA BAKINCA
Ancak Türkiye’deki yabancılar başlığını ele alırken bakmamız gereken başka kategoriler de var. Bunların başında durumları yasal bir çerçeveye oturmayan, ülkeye yaşadışı yollardan giriş yaparak kayıt dışı olan, kaçak yaşayan yabancılar geliyor. Bir kısmı Türkiye’de kalmayı tasarlarken, bir kısmı Türkiye’yi nihai varış hedefleri olan Avrupa’ya geçiş için transit olarak kullanmak istiyor.
Bu kümede bulunan kaçak göçmenlerin sayısı hakkında bir tahmin yürütebilmek güç.
Gelgelelim bu durumda olanlar tespit edildikleri noktada “Düzensiz Göçmen” statüsüne geçiyor. Bir bölümü geçici barınma merkezlerine gönderiliyor, ardından sınır dışı ediliyor. Bir kısmı mülteci olarak uluslararası korumadan yararlanmak için başvuruyor.
Yakalananların sayısı ile sınır dışı edilenlerin sayısını kıyasladığımızda, önemli bir bölümünün de Türkiye’de kaldığı çıkarımını yapabiliyoruz. Örneğin Göç İdaresi Başkanlığı’nın 15 Nisan 2022 tarihli açıklamasına göre 2016 yılından bugüne sınır dışı edilen toplam düzensiz göçmen sayısı 320 bin 172 olarak verilmiştir. Ancak aynı dönemde yakalanan düzensiz göçmen sayısı bunun çok üstündedir. Yalnızca 2019 yılında bu sayı 454 bindir.
Görünen köy kılavuz istemediği gibi, bu meselenin önümüzdeki haftalarda, aylarda, seçim döneminde ve seçim sonrasına da yayılacak çok uzun bir zaman perspektifi içinde Türkiye’nin en ciddi sorunlarından biri olarak kalıcı hale gelmekte olduğu hususunda herkes mutabık.
Tabii tartışmanın birden alevlenmesi Türkiye’deki Suriyelilerin sayısıyla ilgili beyanların, iddiaların, rakamların ortalığı kaplamasına yol açtı. Bu durum hükümet kanadını da işlerin kontrol altında olduğunu gösterme çabası içinde kamuoyuyla veri paylaşımına yöneltti.
Paylaşılan son verilerin önemli bir bölümü aslında uzun bir zamandır zaten kamuoyunun erişimine açık bir durumdaydı. Sınırlı sayıda bilgi ise ilk kez açıklanmış oldu.
Bu tartışmayı sağlıklı bir şekilde yürütebilmek açısından çeşitli başlıklar altındaki verileri bütüncül bir format üzerinden değerlendirmek gerekiyor.
Muhtelif kategoriler içinde baktığımızda Türkiye’deki Suriyelilerin durumuyla ilgili şu tespitleri yapabiliriz:
1 - GEÇİCİ KORUMADAKİLER 2017’DEN BU YANA 3.4’TEN 3.7 MİLYONA ÇIKTI
Birinci kategoride “Geçici Koruma” olarak adlandırdığımız statü altında olan ve sayıları 3.7 milyonu geçmiş bulunan Suriyeliler var. Ülkemizdeki Suriyelilerin ana gövdesini ağırlıklı olarak bu gruptakiler oluşturuyor. Uluslararası hukuk çerçevesinde bakıldığında “mülteci” kategorisinden farklılık gösteren, kitlesel olarak göç edip ülkelerine geri dönemeyen kişilere “geçici” olarak tanınan kalma iznine işaret ediyor.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı’nın web sayfasındaki tabloya baktığımızda, 24 Nisan 2022 tarihi itibarıyla geçici koruma altındaki Suriyelilerin sayısı 3 milyon 762 bin 686 olarak veriliyor. Bu toplam içinde 50 bin 639 kişi yedi ayrı geçici barınma merkezinde iskan ediliyor. Kalan büyük çoğunluk değişen oranlarda Türkiye’nin 81 iline dağılmış durumda.
Kanter, bu fotoğrafı 30 Nisan tarihinde kendi Twitter hesabından paylaşmış ve altına “CIA Direktörü William J. Burns ile harika bir sohbet yaptık” diye de not düşmüş. Ayrıca, “Dostluğunuz için teşekkürler” diye eklemiş.
Fotoğraf, CIA Direktörü bir etkinlikte başka insanların da bulunduğu bir masada oturduğu sırada çekilmiş. Kanter’in cep telefonuyla yaptığı bir selfie çekimi olması kuvvetle muhtemel. Her ikisinin de yüzüne yerleşmiş olan güleç ifadeler fotoğrafa damgasını vurmuş.
Kanter, aynı fotoğrafı Instagram hesabından da paylaşmış.
BLINKEN’A BÜYÜK ÖVGÜ
Kendisinin sosyal medya hesaplarına bakıldığında, en son paylaşımında Kanter’i bu kez ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile gösteren bir fotoğraf karşımıza çıkıyor. Altında “iki gün önce” paylaşıldığı bilgisi var.
Kanter’in elini Blinken’ın omuzuna atmış olması oldukça samimi bir hava yayıyor ortalığa. Kanter bu fotoğrafın altına da, “ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile dünyada insan haklarının durumu ile ilgili harika bir görüşme gerçekleştirdik. Dostluğun ve liderliğin için teşekkürler. Amerika sana sahip olduğu için şanslı” diye yazmış.
Burns
Hava sahasının askeri uçuşlara kapanması Rusya açısından fiili olarak ne gibi olumsuzluklar yaratıyor? Uygulama, bu ülkenin Suriye’deki askeri faaliyetlerini ne ölçüde sekteye uğratabilir? Ankara’nın Moskova’da rahatsızlığa yol açması kaçınılmaz olan bu hamleyi yapmasının arkasında hangi siyasi mülahazalar yatıyor?
Bu sorulara yanıt aramadan önce Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgalinin başlaması sonrasında Türkiye’nin izlediği tutumu kısaca hatırlayalım.
İNGİLTERE VE İTALYA’YA ‘KARADENİZ’E ÇIKMAYIN’ MESAJI
İşgalin ve beraberinde çatışmaların başlamasıyla birlikte yaşanan durumu “savaş” olarak nitelendirerek, Montrö Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesi çerçevesinde Boğazlar’ı “Savaşan Devletler”e, yani Rusya ve Ukrayna’nın savaş gemilerine kapatması, Türkiye’nin attığı ilk önemli adım olmuştu.
Ukrayna’nın Karadeniz’de anlamlı bir deniz gücü bulunmadığı için bu adım doğrudan Rusya’nın hareket serbestisini kısıtlıyor, bu ülkenin savaş gemilerinin Karadeniz ile Akdeniz arasında bağlantısını koparıyor.
Türkiye’nin attığı ikinci önemli bir adım, bu kez Montrö çerçevesi dışında, doğrudan diplomasi kanallarını kullanarak üçüncü taraflara, NATO ülkelerine Ukrayna’da savaş sürdüğü müddetçe Karadeniz’e çıkmamalarının uygun olacağını duyurmasıydı.
Montrö’nün 19’uncu maddesi işletildiğinde, savaşan devletler dışındaki üçüncü ülkelerin savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişini kısıtlayan bir hüküm bulunmuyor. Ancak NATO’nun Ukrayna’yı desteklemekte oluşu, birçok NATO ülkesinin yapmakta olduğu silah yardımları, ister istemez bu ittifaka bağlı savaş gemilerinin Karadeniz’de bayrak göstermeleri açısından hassas bir durum yaratıyor.
Türkiye, bu noktada Karadeniz’in Rusya ile ABD ve NATO arasında bir gerilim ve çatışma bölgesine dönüşmesi ihtimalini önlemek için Karadeniz’e çıkışları diplomatik girişimler üzerinden NATO’ya da kapamıştır. Milli Savunma Bakanı
Geçen pazartesi günü Ankara’nın çok özel bir konuğu vardı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Ukrayna savaşına ve krizin yarattığı insani meselelere çözüm arayışıyla çıktığı gezisinin ilk durağı olarak Ankara’ya ayak bastı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la bir araya geldi.
BM tarafından yapılan açıklamaya göre, Guterres bu görüşmede Erdoğan’a, Türkiye’nin Ukrayna’daki savaşla ilgili olarak yürüttüğü diplomatik çabalara verdiği desteği ifade etti.
Guterres, Ankara’dan sonra Moskova’ya geçerek salı günü de Kremlin’de Rusya lideri Vladimir Putin’le görüştü. Bunu, dün Kiev’e geçerek Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski ile buluşması izledi.
BM Genel Sekreteri’nin seyahat programının trafiğine bakmak bile Türkiye’nin Ukrayna’daki savaşa barışçı bir çözüm bulma çabalarında kilit bir konuma yerleştiğini görmek bakımından yeteri kadar fikir verici olmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her iki liderle kanallarının açık olması, ayrıca geçen mart ayı sonunda İstanbul’da yapılan Rusya-Ukrayna müzakerelerinin yarattığı zemin, Türkiye’ye çözüm çabalarına katkı sağlamada kritik bir konum kazandırıyor. Guterres’in önceki gün Erdoğan’ı telefonla arayarak Putin ile yaptığı görüşme hakkında bilgilendirmesi de bu çerçevede not edilmelidir.
GEZİ KARARININ BATI’DA YARATTIĞI TEPKİLER
Yine geçen pazartesi günü kritik bir gelişme de İstanbul’da yaşandı. 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi Gezi davasında Osman Kavala’yı ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm ederken, çoğu sivil toplum yöneticisi yedi sanığı da 18’er yıl hapis cezasına çarptırdı.
Ertesi günü gerek ABD gerek Avrupa’nın önde gelen gazetelerine bakıldığında, Türkiye başlığı altında İstanbul’daki mahkemeden çıkan karara tepkili bir tavırla oldukça geniş yer ayrılmış olması dikkat çekiciydi.
Buradaki dikkat çekici bir gelişme, kararını vermesinden önce AİHM ile bir tarafta Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği, diğer tarafta Adalet Bakanlığı arasında Kavala dosyasıyla ilgili olarak kritik bir yazışma sürecinin yürütülmekte olmasıdır.
İstanbul’da, geçen pazartesi günü açıklanan mahkeme kararının hemen öncesinde Adalet Bakanlığı’nın AİHM’ye gönderdiği resmi yanıt davanın seyriyle bir dizi ilginç unsur içeriyor.
BAKANLAR KOMİTESİ ’İHLAL PROSEDÜRÜ’NÜ BAŞLATINCA
Bilindiği gibi AİHM, İkinci Daire’nin 10 Aralık 2019 tarihinde aldığı, daha sonra 11 Mayıs 2020 tarihinde Büyük Daire’den geçerek kesinleşen Kavala kararında Türkiye’ye iki maddeden ihlal verdi.
Bunlardan birincisi, kendisinin tutuklanmasının“Başvuranın bir suç işlediğine dair makul şüphenin yokluğu” nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Özgürlük ve Güvenlik Hakkı”na ilişkin 5’inci maddesinin ihlali olarak görülmesiydi.
Mahkeme, Türkiye’nin ayrıca AİHS’nin “Hak ve özgürlüklere bu sözleşme hükümleriyle izin verilen kısıtlamalar, öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz” şeklindeki 18’inci maddesini de ihlal ettiğine karar verdi. Çıkan bu ihlal, anlam olarak Türkiye’nin AİHS’nin tanıdığı bir yetkiyi kullanırken iyi niyetle davranmadığı yolundaki bir hükmü de içeriyor.
Kararda, zaten Kavala’nın tutuklanmasının kendisinin “susturulması” gibi bir amaç taşıdığı kanaati belirtilerek, bunun insan hakları savunucularının çalışmaları üzerinde de “caydırıcı bir etki yaratacağı” ifade ediliyor.
AİHM kararının önemi, aynı zamanda