“Türkler ve Suriyelilerin sınırda barışı birlikte korumaları gerekecektir. Bu, iki ülke arasında karşılıklı saygıyı esas alan bir işbirliğine dayanmadan mümkün olamaz.”
Putin’in bu ifadesinden ilk bakışta Türkiye ile Suriye’nin sınırda birlikte yürütecekleri bir işbirliğinin başlayacağını anlayabiliriz. Gelgelelim, 10 maddelik ortak açıklama metninde iki ülke arasında doğrudan işbirliğine dönük bir düzenleme yer almıyor.
Yer almıyor, ancak açıklamada getirilen mekanizmanın tasarımı dikkate alınırsa, Türkiye ile Suriye’nin -ister dolaylı, ister doğrudan- sahada kaçınılmaz olarak işbirliği yapmak, diyalog yürütmek zorunda kalacakları bir döneme girdikleri de ortaya çıkıyor. En azından şu nedenle: Sınırın Fırat’ın doğusunda kalan 320 kilometrelik bir hayli geniş bir bölümünde, Türk Silahlı Kuvvetleri ile Suriye sınır muhafızlarının görev alanları belli bir derinlikte örtüşme halinde olacaktır.
*
Mutabakata göre, Fırat’ın doğusunda TSK’nın doğrudan kontrolündeki Tel Abyad-Resulayn arasındaki 120 kilometrenin dışında kalan 320 kilometrelik sınır hattında, önceki gün itibarıyla Suriye sınır muhafızları ve Rus askeri polisi birlikte sahaya çıkmış bulunuyor. Görevleri, buradaki silahlı YPG unsurlarının sınır boyunca 30 kilometrelik derinlikteki alandan dışarı çıkartılmasıdır.
Suriye ve Rusya’nın birlikte çalışacağı 30 kilometre derinliğindeki bu alanın sınıra bitişik 10 kilometrelik koridorunda Rus askeri polisi aynı zamanda TSK ile de ortak devriye faaliyeti yürütecektir.
Görüleceği gibi, TSK ile Suriye sınır muhafızları işbirliği yapmasalar da, 10 kilometrelik koridorda sahada yakın koordinatlarda hareket halinde olacaklardır.
*
Suriye’nin Türkiye sınırına bakan kuzey bölgesindeki yönetim değişikliği, PKK’nın uzantısı olan Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) başını çektiği grupların devlet dairelerinin büyük bir bölümüne el koymaları yoluyla gerçekleşmişti. Devlet dairelerine çekilen PKK bayrakları Fırat’ın doğusundaki bu iktidar hamlesinin doğrultusunu göstermek konusunda yeteri kadar fikir vericiydi.
Suriyeli Kürtler arasında bulunan Mesud Barzani’ye yakın gruplar da başlangıç döneminde yürütülen çalışmalarda belli bir varlık göstereceklerdi. Ancak bu gruplar PYD’lilerin sıkça zorlayıcı yöntemlere de başvurmaları sonucu sonraki süreçte bu yönetim arayışlarından tasfiye edildiler.
PYD lideri Salih Müslim’in Kuzey Suriye için açıkladığı kavram ‘demokratik özerklik’ti. 2014 Ocak ayında Cezire, Kobani ve Afrin olmak üzere üç kantona dayanan ‘Demokratik Özerk Yönetim’ ilan edildi. Bu arada, PYD’nin askeri kanadı YPG de 2014 sonrasında ABD’nin DEAŞ’a karşı bir numaralı askeri müttefiki konumuna geçerek, Fırat’ın doğusundaki coğrafyada sahadaki başat askeri güç haline geldi.
*
İçinde bulunduğumuz ayın başından itibaren birbiri ardına yaşanan gelişmeler 2012 sonrasında Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan bu özerk yönetim yapılanmasını tersyüz etmiştir. Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtını başlatması, ABD’nin bölgeden çekilme kararı, geçen hafta imzalanan Türkiye-ABD mutabakatı ve son olarak önceki akşam Soçi’de varılan Türkiye-Rusya mutabakatı, Suriye’nin kuzeyindeki jeopolitik denklemi yeni baştan formatlamaktadır.
Özetle, PKK’nın Suriye’deki temsilcisi konumundaki PYD-YPG’nin başını çektiği kadroların 2012’den bu yana sürdürdükleri ve kurumsallaşma yönünde bir hayli mesafe kat ettikleri kendi kendilerini yönetme egzersizleri son bulmaktadır.
2012 yazında silahlı muhalefetle daha etkin bir şekilde savaşabilmek için Fırat’ın doğusundaki coğrafyadan çekilmek zorunda kalan Esad rejimi, ülkenin batısında muhalefeti -İdlib hariç- yenilgiye uğrattıktan sonra yeniden bu topraklara dönmüştür. Rejime bağlı sınır muhafızları, dün itibarıyla Rus askerleriyle birlikte YPG gruplarını Soçi Mutabakatı’nda tarif edilen alanda 30 kilometrelik derinlikten çıkartmaya başlamıştır.
Şimdi Suriye cephesinde asılı duran kritik sorulardan biri, askeri kanat (YPG) sahadan çıkartılırken siyasi kanadın (PYD) kurduğu yerel konseylerin akıbetinin ne olacağıdır.
Dünkü Soçi zirvesi de bu geleneği değiştirmedi. Tarafların tutumları arasındaki bütün çatışan noktalara rağmen, çıkarlarının örtüştüğü alanların yarattığı ortak payda üzerinden bir uzlaşı çerçevesi şekillenebildi. Ancak bu kez kuvvetli bir şekilde denkleme girdiği için, Esad rejiminin de bu ortak paydaya üçüncü bir aktör olarak dahil olduğunu yeni bir unsur olarak muhakkak vurgulamalıyız.
Bunun dışında dünkü mutabakatın en çarpıcı sonuçlarını şöyle özetlemek mümkün:
ABD İLE MUTABAKATA RUSYA DESTEĞİ: Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen perşembe akşamı Ankara’da ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile üzerinde mutabakata vardığı Suriye sınırında Tel Abyad ile Resulayn arasında 120 kilometre genişliğinde 32 kilometre derinliğindeki ‘güvenli bölge’yi dün Rus muhatabı Putin’e de kabul ettirmiş oldu. Rusya, resmi pozisyon olarak sınırın tümünün Suriye rejimi tarafından korunmasını savunuyordu. Dünkü mutabakatla Türkiye’nin kontrolündeki güvenli bölgenin belli bir süre için devamını kabul ederek bu tutumundan şimdilik geri adım atmış oluyor.
GÜVENLİ BÖLGE SINIRINA AYAR: Buna karşılık Türkiye başlangıçta yaklaşık 440 kilometre genişliğinde bir güvenli bölge hedefiyle yola koyulmuştu. Gelinen noktada, ABD mutabakatı ile tescil edilen -doğrudan TSK’nın kontrolündeki- 120 kilometrelik alanın daha fazla genişlemesi söz konusu olmayacaktır. Ancak sınırın Tel Abyad-Resulayn hattı dışındaki alanlarında 10 kilometrelik bir derinlikte Rusya ile ortaklaşa devriye faaliyeti yürütebilecektir. Böylelikle Türkiye, devriye faaliyeti üzerinden -bu derinlikte- sınır ötesinde denetleyici bir aktör konuma gelmektedir.
TERÖR TEHDİDİ SINIRDAN UZAKLAŞTIRILDI: Türkiye, giriştiği bütün bu egzersizdeki en önemli stratejik hedeflerinden birini dünkü mutabakatla hayata geçirmiş bulunuyor. Şöyle ki, PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG örgütü, Türkiye-ABD mutabakatı sonucu Tel Abyad-Resulayn arasındaki hattı 30 kilometre bir derinlikte boşaltmak zorunda kalmıştı. YPG, bu kez sınırın Fırat’ın doğusundaki kalan yaklaşık 320 kilometrelik bölümünden de çekilmek durumuna girmektedir. Üstelik sadece Fırat’ın doğusu değil, buna ek olarak Fırat’ın batısında ‘Fırat Kalkanı’ bölgesi ve Afrin’in altındaki Tel Rifat ve Menbiç ceplerinden de çekilecektir. Özetle, YPG, geçen yedi yıl içinde ABD’nin himayesiyle Suriye’nin kuzeyinde inşa ettiği askeri varlığına veda etmek durumunda kalıyor. Bu yönüyle bakıldığında, mutabakat aynen uygulandığı takdirde, Türkiye Suriye sınırını YPG’den kaynaklanan terör tehdidinden arındırma hedefini gerçekleştirmiş oluyor.
SINIRIN BÜYÜK BÖLÜMÜNDE SÖZ REJİMDE: Mutabakatın en önemli noktalarından biri, Erdoğan ve Putin’in YPG’nin bu hattan çıkartılması görevini Rus askeri polisi ve Suriye sınır muhafızlarının üstlenecek olmasına onay vermeleridir. Türkiye’nin hedefi olan ‘YPG’nin sınırdan uzaklaştırılması’nda, bu görevi Rusya ile işbirliği içinde Esad rejimi yerine getirecektir. Böylelikle, sınırın yaklaşık 320 kilometrelik bir alanı Rusya’nın gözetiminde yeniden Esad rejiminin egemenliğine geçecektir. Bu alanda 10 kilometrelik bir derinlikte TSK’nın da Ruslarla devriyeye çıkacak olması, Esad ordusu ile TSK’yı sahada çok yakın koordinatların içine sokacaktır.
YPG UNSURLARI NE OLACAK?: Karşımızda kritik bir soru var. YPG sınır bölgesinden ve aynı zamanda Menbiç ile Tel Rifat‘tan çıkartılacak olsa bile, bu örgüte bağlı silahlı gruplar sınırın 30 kilometre altına geçtiklerinde durumlarının ne olacağı hususunda henüz bir açıklık yok. Rusya medyasında ileri sürülen YPG unsurlarının en azından bir bölümünün rejim ordusuna dahil edilmesi projesinin ne ölçüde doğru çıkacağını önümüzdeki günlerde anlayacağız. Ancak altı çizilmesi gereken nokta, Putin’in dünkü açıklamaları sırasında Esad rejimiyle Suriyeli Kürtlerin “geniş ve kapsayıcı bir diyaloga girmelerini” teşvik etmiş olmasıdır. Putin’in kuvvetli ifadelerle “Suriyeli Kürtlerin hak ve hukukunun savunulmasına” yaptığı taahhüt dikkat çekicidir.
ANKARA İLE ŞAM ARASINDA NORMALLEŞMEYE DOĞRU:
ABD askerlerinin dün Kamışlı’dan taşlanarak çıkmalarının hemen ertesi gününe denk gelen Soçi buluşması, Suriye’de bütün güç dengelerinin altüst olduğunu, Fırat’ın doğusunda iplerin başka aktörlerin eline geçtiğini gösteriyor.
Türkiye’yi rahatsız eden konuların başında Fırat’ın doğusunda sınır boyunca PKK’nın Suriye’deki temsilcisi YPG ile komşu olması geliyordu. Ankara, geçen haftaya kadar bu sıkıntılı meseleyi YPG’nin hamiliğini üstlenmiş olan ABD ile görüşmekteydi. Ankara, yeni dönemde bu konuyu artık Rusya lideri Putin ve onun üzerinden Suriye’deki Esad rejimi ile müzakere etmek durumundadır. Bugünkü buluşma işte bu müzakere sürecinin başlama vuruşu olacaktır.
Masanın üzerinde duran sorun değişmemiştir. Ancak sorun bu kez farklı farklı muhataplarla görüşülecektir. Bölgede alan hâkimiyeti Esad rejimine geçmekte olduğuna göre, rejim kaçınılmaz olarak doğrudan ya da dolaylı bir şekilde Ankara’nın muhatabı konumuna girmektedir.
*
Bu görüşmelerde öncelikle bir ‘çakışma’ meselesinin ortaya çıkmasını beklemeliyiz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Karkamış’tan itibaren Irak’a kadar uzanan Fırat’ın doğusundaki yaklaşık 440 kilometrelik alanda Türkiye için bir ‘güvenli bölge’ tesis etmeye çalışıyor.
Bu geniş coğrafyanın Türkiye ile ABD’nin geçen haftaki mutabakatlarına konu olan Tel Abyad-Resulayn arasındaki 120 kilometrelik bölümü dışında kalan alanlarında yeni bir durum var. Sınırın bu alanlarına -Rusya’nın arabuluculuğu çerçevesinde- YPG’nin talebiyle Esad rejimi yeniden dönmektedir. Rejim ordusu, yedi yıl aradan sonra bu coğrafyadaki yerleşim merkezlerinde girerek Suriye Arap Cumhuriyeti bayrağını çekmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen cuma günü yabancı gazetecilere yaptığı bir açıklamada “... Ayn el Arab (Kobani) ve Kamışlı tarafında güvenli bölgemiz Rusya ve rejim güçlerinin faaliyetleriyle çakışıyor” diyerek, buradaki ‘çakışma’ meselesini kabul etmiştir.
*
GÜVENLİK KAYGILARI GİDERİLİYOR: Türkiye-Suriye sınırının Fırat’ın doğusunda Tel Abyad ile Resulayn arasındaki bölümünde yaklaşık 120 kilometre genişliğinde ve 30 kilometre derinliğinde tesis edilecek olan ‘güvenli bölge’ ile başlayalım. Bu güvenli bölgede PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG unsurlarından kaynaklanan terör tehdidinin bertaraf edilmesi, kuşkusuz Türkiye’yi rahatlatacak bir gelişme olacaktır. YPG’nin buradan çıkacak olması, ağır silahlarının toplanması, tahkimat ve mevzilerinin kullanılamaz hale getirilmesi, tehdidin sınırın en azından bu kesiminden tasfiyesi anlamına geliyor. Güvenli bölgenin doğu sınırında yer alan ve YPG’nin şehir merkezinde belli bir direniş sergilediği Resulayn’daki durum özellikle önem taşıyor. YPG’nin Resulayn’dan çıkışı önümüzdeki kısa zaman dilimi içinde bu tasfiyenin en kritik aşamalarından birini oluşturacaktır.
YA SINIRIN KALAN BÖLÜMÜ?: Barış Pınarı harekâtı başlarken hedef, Türkiye-Suriye sınırının, Fırat’ın Suriye topraklarına girdiği Karkamış’tan Irak sınırına kadar uzanan yaklaşık 440 kilometresinin bütünlüğü içinde açıklanmıştı. ABD ile varılan mutabakatta öngörülen ‘güvenli bölge’, 440 kilometrelik bu hattın yalnızca Tel Abyad-Resulayn arasındaki 120 kilometrelik bölümüyle sınırlıdır. Buna karşılık mutabakatın harekâta ara verilmesine ilişkin boyutu, Suriye’nin bütün kuzeydoğusunu kapsıyor. Dolayısıyla güvenli bölgenin doğuya ve batıya doğru genişlemesinin en azından bu aşamada gündemden çıkacağı anlaşılıyor. Ayrıca, sınır boyunca YPG’nin güçlü olduğu batıda Kobani ve doğudaki Kamışlı gibi merkezlere şimdiden Rusya’nın da teşvikiyle Esad ordusu girmiş olduğu için, Türk tarafı zaten bu bölgelerde frene basmak durumundaydı.
RUSYA VE REJİMLE YPG DİYALOĞU: Türkiye’nin nihai stratejik hedefi sınıra bitişik bölge boyunca var olan bütün YPG tehdidinin ortadan kaldırılması olduğuna göre, 120 kilometrelik güvenli bölge dışındaki alanlarda üstlenmiş YPG unsurlarına nasıl bir karşılık verileceği önemli bir soru olarak beliriyor. Ankara’nın buradaki güçlüğü, YPG’nin Rusya’nın arabuluculuğu üzerinden Esad rejimi ile yaptığı anlaşmadır. YPG, Rusya’nın gözetimi altında rejimle ittifaka girdiği için bunun sağladığı korumadan yararlanmaya başlamıştır. Ankara’nın Esad rejimi ile diyalog kanalları kısıtlı olduğundan, sınırın diğer bölgelerindeki YPG unsurları konusunda ne yapılacağı, ağırlıklı olarak Türkiye ile rejimin destekçisi Rusya arasındaki siyasi diyaloğun gündemine girecektir.
ANLAŞMAYA MOSKOVA NE DİYECEK?: Önümüzdeki dönemin en önemli sorularından biri, Suriye denkleminde söz sahibi olan Rusya lideri Vladimir Putin’in Ankara ile Washington arasındaki bu ikili mutabakata vereceği karşılıktır. Kremlin, bugüne kadar hem Türkiye’nin güvenlik kaygılarına hak veren hem de Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ilkesi çerçevesinde Esad rejiminin egemenliğini ülke topraklarının her noktasına yaymasını savunan bir politika izleyegeldi. Putin’in TSK’nın kontrol edeceği bu bölgenin kalıcı olmaması yolunda bir tutum alması, ancak bu tutumunu Ankara’ya en azından kısa dönemde zaman baskısı uygulamayan bir üslup içinde sergilemesi şaşırtıcı olmaz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki salı günü Soçi’ye yapacağı ziyaret bu bakımdan büyük önem taşıyor. Ziyaretin Türk-ABD anlaşmasının 120 saatlik uygulama süresinin son 24 saatine denk gelecek olması Erdoğan-Putin görüşmelerini kritik bir görüntüye sokuyor.
ABD HANGİ KARTLARI KULLANDI: Önceki akşam açıklanan mutabakat metninin 12’nci maddesi müzakerelerin seyrine ilişkin ilginç bir mekanizma içeriyor. Buna göre, A) Türkiye’nin askeri harekâta ara verdiği noktada (önceki gece yarısı), ABD geçen pazartesi günü ABD Başkanı Donald Trump’ın imzaladığı başkanlık kararnamesi ile hayata geçirilen yaptırımlara “ilavelerini getirmeme” taahhüdünü üstleniyor. B) Harekât 120 saat sonunda YPG’nin geri çekilmesinin ardından Türkiye tarafından durdurulduğunda, bu kez geçen pazartesi günü uygulamaya konan yaptırımlar tümden kaldırılacaktır. Bu mekanizmadan, ABD’nin Türk tarafına harekât durmazsa başka yaptırımlar için düğmeye basılacağı baskısını yaptığı anlaşılıyor. Nitekim Pence, önceki akşam açıkça “Başkanın da açıkça belirttiği gibi bugün ateşkes olmasaydı Türkiye’ye bir dizi yeni ağır yaptırımlar gelecekti” diye konuşmuştur. Pence, yeni yaptırımlardan vazgeçilmesini ABD’nin verdiği bir ‘ödün’ olarak takdim etmiştir. Keza Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey de mevcut yaptırımların ötesine geçebilecek adımların görüşmelerde gündeme getirildiğini diplomatik bir dille doğrulamış, ancak bunların ayrıntılarına giremeyeceğini belirtmiştir.
HAREKÂT İLE YAPTIRIM ARASINDA KARŞILIKLILIK: Mutabakatın Türk-ABD ilişkileri açısından gösterdiği yöneliş şudur: Türkiye’nin askeri harekâtı ile ABD’nin Türk ekonomisine zarar verecek yaptırımlara başvurma tehdidi arasında ‘karşılıklılık’ içinde doğrudan bir denklem tesis edilmektedir. Rahip Brunson krizinde bizzat yaşandığı üzere, krizler patlak verdiğinde bu kartın devreye sokulması Trump’ın başkanlığı döneminde ilişkilere artık bir kalıp olarak yerleşmektedir.
DEAŞ NE OLACAK?: Yayımlanan ortak açıklamada göze çarpan bir husus, DEAŞ’la mücadele konusundaki ifadelerin coğrafi sınırlarının genel görünmesidir. Açıklamanın beşinci maddesinde, iki ülkenin “Suriye’nin kuzeydoğusunda DEAŞ’la mücadele faaliyetlerinin devamında kararlı oldukları” vurgulanıyor. Keza bu taahhüdün “alıkoyma merkezleri hususlarında uygun şekilde gerçekleştirilecek eşgüdümü de içereceği” belirtiliyor. Burada yalnızca güvenli bölge içindeki alıkoyma merkezleri mi yoksa daha geniş bir coğrafyanın mı kastedildiği hususunda bir açıklık yok. Bu arada, alıkoyma merkezleri halihazırda YPG’liler tarafından yönetildiğinden bu eşgüdümün ayrıntıları uygulamayla ilgili birçok meseleyi gündeme getirecektir.
KONGRE’Yİ YATIŞTIRMAYA YETECEK Mİ?:
ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’den önce Ankara’ya gelen O’Brien, Milli Savunma Bakanlığı’na giderek Akar’a ziyarette bulunup, Suriye ile ilgili gelişmeleri görüşmüş.
Bu fotoğrafta tuhaf bir durum yok mu sizce?
ABD Hazine Bakanlığı, daha geçen pazartesi günü O’Brien’ın patronu Başkan Trump’ın imzaladığı bir ‘başkanlık emri’ çerçevesinde Hulusi Akar’a yaptırım uygulanacağını açıklamamış mıydı, Suriye’ye dönük sınır ötesi askeri harekâtı yönettiği için?
Üstelik Trump’ın bu kararıyla Akar’ın başında bulunduğu Milli Savunma Bakanlığı da yaptırım kapsamına alınmamış mıydı?
*
Açıklanan ‘bloke etme’ yaptırımı, Akar’ın ABD’deki mal varlığının dondurulmasını öngörüyor. Akar’ın ABD’de mal varlığı bulunmadığı için ortada dondurulacak bir şey yok aslında. Ama mesele bu değil. Burada önem taşıyan nokta, uygulamada hiçbir sonuç doğurmasa da, ABD Başkanı’nın Türkiye’nin Milli Savunma Bakanı’nı uluslararası camiaya Amerikan sistemi tarafından yaptırım uygulanan bir şahıs kimliğiyle tanımlamış olmasıdır.
O zaman haklı olarak şu sorunun yanıtlanması gerekiyor:
Peki ABD yönetiminin temsilcileri nasıl oluyor da kendi yönetimlerinin yaptırım uyguladığı bir bakanlıktan içeri adım atıyor ve yaptırım uygulanan bir bakanı makamında ziyaret edip kendisiyle ciddi bir müzakere yürütebiliyorlar?
1) KÜRT ÖZERK YÖNETİMİ SON BULUYOR: Harekâtın en somut sonuçlarından biri, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG örgütünün Esad rejiminin 2012’de Fırat’ın doğusundan çekilmesiyle beliren boşluğu doldurarak, burada inşa ettiği özerk yönetimi büyük ölçüde bitirmekte olmasıdır. Özerk yönetimin yapısı, kurulan yerel meclisler ve bunların idari olarak bağlı olduğu kantonlar üzerinden kurgulanmıştı. Kobani ve Cezire kantonları Fırat’ın doğusunda sınır boyunca yekpare bir bütünlük oluşturmaktaydı. PYD/YPG örgütü, bu hafta başında Esad ordusunu bölgeye davet etmek zorunda kalınca, 2012 sonrasında inşa ettiği kurumları kalıcı kılmak yönündeki stratejik hedefini hayata geçirilebilmesi imkânı kalmamıştır. Suriyeli Kürtlerin yeni dönemdeki statüleri, her halükârda özerk yönetim modelinin gerisinde kalacaktır.
2) ABD, SURİYE’DEN ÇIKIYOR: Harekâtın bir diğer elle tutulur sonucu, ABD Başkanı Donald Trump’ı ülkesinin Suriye’nin kuzeyindeki askeri varlığını sonlandırmaya, askerlerini süratle buradan çekmeye itmiş olmasıdır. Bu bölgede geçen hafta sonuna kadar ABD bayraklarının asılı olduğu askeri üs ve gözlem noktalarının bazılarına artık Esad ordusu yerleşmektedir. ABD’nin Kuzey Suriye’den çıkması, Kürt gruplardan desteğini çekmesi neresinden bakılırsa bakılsın Ortadoğu’daki güç dengeleri üzerinde bir deprem etkisi yaratmıştır.
3) REJİM BÖLGEYE DÖNDÜ: Türkiye’nin operasyonu, yol açtığı zincirleme sonuçlarla, 2012’den bu yana Fırat’ın doğusunda, yani ülkenin yaklaşık üçte birinde egemenliğini icra edebilme imkânından yoksun olan Esad rejiminin bu coğrafyaya yeniden girebilmesinin kapısını açmıştır. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, yakın bir zamana kadar bu hedefe bu kadar erken ulaşabileceğini herhalde düşünmüyordu. Fırat’ın doğusuna dönüşünü, Esad’ın iç savaşın 2011’de patlak vermesinden sonraki en önemli kazanımlarından biri olarak görmek mümkündür.
4) GÜVENLİ BÖLGENİN İLK AŞAMASI TAMAM: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, harekât hedefini Fırat’ın doğusunda 440 kilometre genişliğinde, 30-35 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge kurulması şeklinde açıklamıştı. Bu plan çerçevesinde sınırın Tel Abyad ile Resulayn arasına düşen yaklaşık 120 kilometre genişliğindeki bir bölümü üzerinde alan hâkimiyeti, TSK tarafından bir hafta içinde önemli ölçüde tesis edilebilmiştir. Bu hattın bundan sonrasında Fırat’a doğru batı ve Irak sınırına doğru doğu istikametinde genişleyip genişlemeyeceğini bu aşamada kestirebilmek güç. Çünkü, rejim güçlerinin sahaya çıkması ve YPG’nin kontrol ettiği köy ve kasabalara girip Suriye Arap Cumhuriyeti bayrağını çekmeleri, Türkiye’nin sınır boyunca daha fazla genişleme niyetlerini baskılayabilecektir. Genişleme yönünde adımlar Türkiye ile Suriye rejimi arasında çatışma riski yaratacaktır. Ayrıca, Erdoğan’ın geçen pazartesi akşamı Trump’la görüşmesinde de gündeme geldiği üzere, sınırın batısındaki Kobani’nin bu aşamada çatışma alanı dışında tutulacağı anlaşılıyor.
5) RUSYA NAZIM ROL OYNUYOR: Özellikle ABD’nin çekilmesiyle birlikte beliren boşluğun hemen Rusya tarafından doldurulduğunu ve Rusya lideri Vladimir Putin’in Suriye’nin tümü üzerinde başat aktör haline geldiğini teslim etmemiz gerekiyor. Esad rejiminin en güçlü destekçisi olan Putin, diğer taraftan Erdoğan ile de yakın bir siyasi diyalog yürütüyor. Rusya, aynı zamanda Suriye sahasındaki diğer bütün aktörlerle, bu çerçevede PYD/YPG ile de yakın temas içinde. Bütün bu çok yönlü kanalları kullanabilmesi, Rusya’ya Suriye krizinde belirleyici bir rol oynayabilme imkânı veriyor. Rejim ile PYD/YPG arasındaki uzlaşı da önemli ölçüde Rusya’nın arabuluculuğu üzerinden gerçekleşti.
6) İRAN DA KAZANÇLI: Suriye’deki son gelişmelerden en çok mutluluk duyacak aktörlerden birinin İran olacağını tahmin etmek güç değildir. Çünkü, İran’ı Suriye’nin kuzeyinde rahatsız eden iki olumsuzluk da ortadan kalkmıştır. Birincisi, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilmekte oluşudur. İkincisi, Ankara gibi Tahran’ı da kaygılandıran, bölgede ABD güdümünde bir Kürt devleti yapılanması ihtimalinin gündemden çıkmış olmasıdır. Tahran, kuşkusuz Türkiye’nin sınır ötesinden çekilmesini talep edecektir. Ancak İran’ın gelişmelerden duyduğu rahatlamanın yanında, bu talep muhtemelen Türkiye ile ilişkilerinde yönetilebilir bir eşikte seyredecektir.
7) İSRAİL DE KAYBEDEN CEPHEDE: ABD’nin çekilmesi, İran’ın Suriye’de zemin kazanma ihtimali İsrail’i rahatsız edecektir. Ayrıca, sempati ile baktığı ve İran’ın bölgedeki hareket serbestisi karşısında bir set olarak gördüğü özerk Kürt yönetiminin uğradığı büyük kayıplar İsrail’in Suriye’ye dönük hesap ve beklentilerini tümden sarsmıştır. İsrail, yeni dönemde artan ölçüde Rusya ile yakın bir diyalog yürütmek durumuna girecektir.
8)
Neydi ÖSO’nun kontrolü meselesi? Hatırlanacaktır, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte 2018’in ilk aylarında Afrin’de gerçekleştirdiği bu harekâtın son aşamasında ÖSO mensuplarının karıştıkları bazı yağmalama görüntüleri büyük bir rahatsızlığa yol açmıştı.
Bu görüntülerin yol açtığı tepkilerin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti milletvekillerine “İddialar üzerine inisiyatif alıyoruz. Bizdeki gibi orada da fetvacılar ortaya çıkmış. Savaş ganimetlerinin helal olduğu gibi bir fetva verilmiş. Böyle şey olmaz. Komutanı görevlendirdim, gereği yapılacak” şeklinde bir açıklama yaptığı da basına yansımıştı. Erdoğan’ın olayın üzerine gitmesi talimatını verdiği askeri yetkili, harekâta komuta eden dönemin İkinci Ordu Komutanı Korgeneral İsmail Metin Temel’di.
*
Bugüne gelelim. Konu, Suriye silahlı muhalefetinin bir araya geldiği eski adıyla ÖSO, yeni genişletilmiş organizasyonuyla SMO mensuplarının sahada disiplin içinde kurallara uygun bir şekilde hareket etmeleri ve bunu gözetmek üzere etkili bir denetim mekanizmasının kurulması meselesidir.
Türkiye’nin geçen çarşamba günü Fırat’ın doğusunda başlattığı sınır ötesi harekâtla birlikte, Suriyeli silahlı muhalif grupların karıştıkları ileri sürülen bazı kuraldışı hareketlere ilişkin görüntüler bu tartışmaları yeniden gündeme taşımıştır.
Bu grupların sosyal medya hesapları kullanmaları, yaptıkları paylaşımların yakından izlenmesi sonucunu doğuruyor. Örneğin, geçen pazar günü ABD’nin prestijli gazetelerinden The Washington Post’ta çıkan bir haber, kuzeydoğu Suriye’deki operasyona katılan silahlı grupların yakaladıkları bir Kürt militanı infaz ederken cep telefonuyla kendi filmlerini çektikleri temasını işliyordu. Gazetenin web sitesinde çıkan haberdeki linkten girilebilen bu videoda, muhalif savaşçının yerdeki YPG’liye tüfekle ateş ettiğine ilişkin görüntüler yer alıyor. Altyazıdaki çeviriye göre, savaşçı, arkadaşlarından bu eylemini filme almalarını istiyor.
The Washington Post’a göre, Suriye Milli Ordusu Komutanlığı bir açıklama yaparak bu olayı kınamış ve sorumlular hakkında soruşturma başlattığını duyurmuştur. Komutanlığın sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda, sorumluların tutuklanarak askeri mahkemede yargılanacağı, komutanlık olarak Cenevre Deklarasyonu’na uymayı taahhüt ettikleri de belirtilmiştir. İnfazı gerçekleştirenlerin SMO bünyesindeki Ahrar El Şarkiya adlı muhalif fraksiyona bağlı oldukları anlaşılıyor.
*