Sedat Ergin

İdlib’de Türk-Rus ortak devriyesinde sancılı başlangıç

17 Mart 2020
Türkiye ve Rusya Cumhurbaşkanları Recep Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin tarafından 5 Mart tarihinde Moskova’da imza atılan İdlib’e ilişkin ek protokolün uygulaması daha yolun başında sıkıntıyla karşılaşmış bulunuyor.

Türk ve Rus askerlerinin İdlib’de Halep’i Lazkiye’ye bağlayan M-4 otoyolu üzerinde önceki gün gerçekleştirdikleri ortak devriyeye, muhalif kesimlerce yapılan engelleme iyimser bir başlangıcı mümkün kılmadı.

M-4’e güneyden bitişik konumdaki Ariha kasabası geçen cumartesi gününden itibaren protesto gösterilerine, lastik yakma ve oturma eylemleri üzerinden yolu trafiğe kapatma girişimlerine sahne oldu. Bunun sonucu ortak devriye faaliyeti planlandığı şekilde icra edilemedi, ancak 5-6 kilometrelik bir bölümü tamamlanabildi.

Rusya Savunma Bakanlığı, önceki gün yaptığı açıklamada “Devriyenin sivil halkı kalkan olarak kullanan teröristlerin provokasyonları nedeniyle kısa sürede sonlandırıldığını”, bu kararın “sivil halk arasında can kaybına yol açmamak için alındığını” bildirdi.

Açıklamada, kararın Rus-Türk ortak koordinasyon merkezi tarafından alındığı belirtildi, yani bir ortak karar olduğu vurgulandı. Metnin dikkat çekici noktalarından biri, görüşmelerde M-4 bölgesinde güvenli ortamın tesis edilmesi için “Türk tarafına ek süre verilmesinin kararlaştırıldığının” da kaydedilmesiydi.

İfadeden anlaşılacağı üzere, yol üzerindeki engellemeyi kaldırmaları için protestocu grupları ikna etme görevini Türkiye üstlenmiş bulunuyor.

DİRENİŞİN GERİSİNDE HTŞ VAR

Suriye’de sahadaki gelişmeleri aktaran Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin bildirdiğine göre, bu gösterilerin gerisinde Heyet Tahrir eş Şam örgütü (HTŞ) ve onun desteklediği İdlib’deki ‘kurtuluş hükümeti’ var. HTŞ’nin ‘hükümet’ olarak adlandırdığı İdlib’deki ‘yönetim’, muhtelif ‘bakanlıklar’dan oluşan bir idari örgütlenmeye sahip.

İdlib’de geniş bir alan hakimiyeti bulunan HTŞ, El Kaide’nin Suriye şubesi El Nusra’nın uzantısı olan, ancak artık El Kaide’den talimat almadığını söyleyen bir örgüt. Gelgelelim BM Güvenlik Konseyi kararlarında hâlâ ‘terör örgütü’ kategorisinde tutuluyor.

Yazının Devamını Oku

Yargıtay Başkanı’nın gözünden yargıya güven meselesi

14 Mart 2020
Bu ayın sonuna doğru yaş haddi nedeniyle emekliye ayrılacak olan Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, son zamanlarda yargının durumuna ilişkin dikkat çekici açıklamalar yapıyor.

Cirit, geçen hafta Antalya’da düzenlenen ‘Fikri ve Sınai Mülkiyet Suçları’ konulu çalıştayda yaptığı konuşmada ‘yargıya güven’ meselesini gündeme getirdi ve “Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, Anayasa’nın yargı mensuplarına bir lütfu değil, halkın güvenine layık olunarak kazanılacak bir konumdurdedi.

Konuşmasında, aynı zamanda toplumun yargıya güven duymadığı bir hukuk sisteminde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanamayacağını belirtiyor Cirit.

ADLİ KALİTENİN YÜKSELTİLMESİ GEREKİYOR

Yargıtay Başkanı’nın bu sözleri ilginç bir tartışmayı beraberinde getirdi. Cirit’in sözlerini yargı bağımsızlığı alanındaki ana sorunun toplumun bakışından kaynaklandığına dönük bir mesaj şeklinde değerlendiren yorumcular da oldu.

Buna karşılık, Yargıtay Başkanı’nın konuşmasının bütününe baktığımda, bu ifadelerini, Türk yargısının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda toplumun güvenini kazanması ihtiyacına dikkat çeken bir vurgulama olarak anlıyorum. Kuşkusuz, bu güvenin yaratılmasında görev, öncelikle alacağı bağımsız ve tarafsız kararlarla yargıya düşüyor.

Aynı konuşmanın altını çizmemiz gereken başka noktaları da var. Örneğin, toplumların gelişmişlik düzeyinin ekonomik ve siyasi başarılardan çok insan haklarına duydukları saygıyla ölçüldüğünü anlatıyor Cirit ve insan hakları alanında “sıfır ihlal ideali”nden söz ediyor.

Cirit, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerin Anayasa’nın 90’ıncı maddesi uyarınca “bağlayıcı olduğunu” da hatırlatıyor. Burada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarının Türk yargısı açısından bağlayıcılığına dönük kuvvetli bir mesaj var.

Cirit

Yazının Devamını Oku

Türk dış politikasının fabrika ayarlarına dönmek

12 Mart 2020
İdlib’de 33 askerimizin bir hava saldırısında şehit olduğu hadisenin üzerinden tam iki hafta geçti.

Olayın sıcaklığı kısmen geride kaldı. Bu noktada yaşanan olayın soğukkanlı bir değerlendirmesini yapmak hayatını kaybeden askerlerimizin hatıralarına karşı da bir görevdir.

Rus ve Suriye savaş uçaklarının ‘görev kolu düzeni’nde birlikte uçarak gerçekleştirdikleri bu saldırı her zaman hatırlanacak elim bir olay olarak Türk toplumunun hafızasına şimdiden kazınmıştır. Rusya’nın sorumluluğu nedeniyle hadisenin Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin tarihinde bir gölge olarak yer etmesi kaçınılmazdır.

Türk askeri konvoyunun konumunun Rus askeri makamlarına önceden haber verildiği, ilk saldırıdan sonra ivedilikle uyarı yapıldığı halde beş saat gibi uzun bir zaman dilimine yayılarak aşamalar halinde tekrarlanan bir saldırı dizisinin hiçbir mazereti, hafifletici nedeni yoktur, olamaz da...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Moskova’ya giderek Rusya lideri Vladimir Putin ile yaptığı görüşmede ateşkes ilan edilerek tehlikeli tırmanışın kontrol altına alınmış olması, kopan bütün tartışmalara rağmen barış ortamına dönüşü sağlamıştır. Parmakların tetikten uzaklaşmasını memnuniyetle karşılamalıyız.

DIŞ POLİTİKANIN SÜTUNLARI

Kuşkusuz, Rusya’nın bu olaydaki hareket tarzı yalnızca bugün değil, bundan sonraki yıllarda da sorgulanmaya devam edilecektir. Bu yönüyle işin henüz başındayız. Ancak bu tartışma sürerken Türkiye’nin Rusya ile ilişkisini nasıl bir çerçevede yürütmesi, bu ilişkinin nasıl bir ayarda tutulması gerektiği üzerinde fikir imal etmekte de sayısız yarar var.

Bu ihtiyaca dikkat çekerken kesinlikle Rusya ile ilişkilerin soğutulması, işbirliğinde frene basılması gibi bir önermede bulunuyor değiliz. Türkiye’nin Rusya’da çok köklü çıkarları söz konusudur. Enerjiden turizme, ticaretten bölgenin geleceğiyle ilgili siyasi işbirliğine kadar pek çok alanda ilişkilerin azami derecede ileriye götürülmesi Türkiye’nin lehinedir. Tek bir hadiseden yola çıkarak sert bir savrulmaya girilmesi isabetli bir davranış olmaz.

Yapılması gerekenler aslında Rusya değil, öncelikle Türkiye’nin dış ilişkilerinin diğer cephelerinde atılacak adımları konu alıyor. Bu adımlar Türkiye’nin dış politikasının Rusya dışındaki ana ağırlık merkezleriyle ilişkilerini geliştirmesi, çeşitlendirmesi ile ilgilidir.

Yazının Devamını Oku

AB ile yeni bir normalleşme denemesi

11 Mart 2020
Türk kamuoyu, geçen hafta endişeli bir şekilde İdlib’deki sıcak savaşın nasıl aşılacağı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Moskova ziyaretinden bir ateşkes anlaşmasının çıkıp çıkmayacağı gibi sorulara odaklanmıştı. Her gün İdlib’den şehit haberleri geliyordu.

İdlib’deki ateşkesin üstünden bir hafta geçmeden bugün AB ile ilişkilerde yeni bir başlangıç yapıp yapamayacağımızı tartışıyoruz.

Haftalardır İdlib’de süregelen sıcak çatışmaların yerini şimdilik sükûnet ortamına bırakmasıyla birlikte Türkiye’nin yüzünü Ortadoğu’dan biraz da Batı’ya doğru çevirmesi, AB ile son yıllarda anlamsız bir şekilde kilitlenip tıkanmış olan diyaloğun canlandırılması ‘iyi haberler’ faslından görülmelidir.

Unutmayalım ki, AB kurumlarının liderleri ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında her yıl yapılan geleneksel buluşma 2019 yılında gerçekleşmemiş, kurumsal düzeydeki diyalog mekanizmaları da yine geçen yıl büyük ölçüde işlevlerini kaybetmişti. Erdoğan’ın önceki gün Brüksel’deki AB merkezinde Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile masaya oturması, bunun öncesinde Michel’in geçen hafta Erdoğan’la görüşmek üzere Ankara’ya gelmesi ciddi bir hareketliliğin başladığını gösteriyor.

ÖZENLİ DİL, OLUMLU SÖYLEM

Kuşkusuz, bu değişikliğin gerisinde Türkiye’nin sınır kapılarını mültecilere açmasının tetiklediği şok dalgasının AB kurumları ve başkentleri üzerinde yol açtığı sarsıcı etkinin büyük bir rol oynadığını belirtmeye gerek yok. Başvurulan yöntemle ilgili çekincelerimizi bu köşede bir kez daha tekrarlıyoruz. Bununla birlikte, yine de ortaya çıkan ivmenin -mültecilerin esenliğini hiçbir şekilde göz ardı etmeden- Türkiye-AB ilişkileri açısından yarattığı fırsat sonuna kadar değerlendirilmelidir.

Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerek AB kurumlarının liderlerinin önceki akşamki toplantıdan sonra ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarda dikkatli bir dil kullanmaları, karşılıklı olarak pozitif, yapıcı bir söylemin belirmekte oluşu önemlidir.

Michel, önceki günkü toplantıyı “Kısa, orta ve uzun vadede daha güçlü bir diyalog için ilk adımolarak değerlendirmiştir. Bunun gibi Erdoğan’ın Brüksel’den dönerken “AB ile ilişkilerin güçlendirilmesi” ve “yeni bir sürecin başlatılmasıarzusunu ifade etmiş olması da bu çerçevede değerlendirilebilir.

18 MART 2016 ANLAŞMASI YENİLENECEK

Yazının Devamını Oku

OdaTV tutuklamalarından Avrupa Konseyi’nin son kararına

10 Mart 2020
Türkiye’deki tutuklu gazeteciler sorunu, geçen hafta OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, muhabir Hatice Hülya Kılınç ve Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan’ın tutuklanmaları, ayrıca bu internet sitesine erişim yasağı getirilmesi ile yeni bir eşiğe yükseldi.

Bunu izleyen ikinci bir dalgada, Yeniçağ yazarı Murat Ağırel, Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik ve Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser aynı soruşturma çerçevesinde tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Meslektaşlarımız Libya’da şehit düşen bir MİT görevlisinin adını ifşa etme suçlamasıyla tutuklandılar. 2937 sayılı MİT Yasası’nın, teşkilat mensupları ve ailelerinin kimliklerini, makam, görev ve faaliyetlerini ifşa edenlerin 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacağı yolundaki 27’nci maddesine dayandırılıyor tutuklama kararları.

Buna karşılık, söz konusu kararlara yapılan itirazlar şehit MİT görevlisiyle ilgili hadisenin ilk kez bir milletvekili tarafından TBMM’de basın toplantısı düzenlenerek ve üstelik adı geçirilerek kamuoyuna duyurulmuş olmasına dayanıyor. Ayrıca, şehit MİT görevlisinin cenaze törenine ilişkin görüntüler Facebook gruplarında da paylaşılmış.

Altı gazetecinin tutuklanıp cezaevine gönderilmesi gibi sert bir tasarrufa gidilmesinin gerisindeki saikler konusunda canlı bir tartışma sürüyor. Yaratılan yargısal emsalle, bundan sonra herhangi bir MİT yetkilisinin adını geçirilmesi önünde çok kuvvetli bir caydırıcılığın tesis edilmesinin hedeflendiği aşikâr. Ancak tutuklanan gazetecilerin muhalif kimlikleriyle tanınmaları, aynı zamanda basındaki farklı seslerin susturulmak istendiği şeklindeki eleştirilere de kaynaklık ediyor.

AİHM İÇTİHATLARI NE DİYOR?

Mevzuata bakıldığında, Anayasa Mahkemesi’nin, daha önceden açıklandığı için gizli niteliği kalmayan bilgi ve resimler nedeniyle tutuklamaların hukuka aykırı olduğu yolunda verdiği bir karar var. (2016 Can Dündar-Erdem Gül kararı)

Yaklaşık dokuz yıl süreyle AİHM’de yargıç olarak görev yapan Rıza Türmen, dün T24’te yayımlanan yazısında, AYM’nin söz konusu kararına atıfta bulunurken, AİHM’nin bu konudaki yerleşik içtihadını da vurguluyor. AİHM’ye göre, bir bilginin gizliliği kalktıktan sonra yayımlanmasının engellenmesi ifade ve basın özgürlüğünün ihlaline yol açıyor.

Türmen

Yazının Devamını Oku

TSK’ya İdlib’de yeni görev

7 Mart 2020
Önceki gün Kremlin’de imzalanan mutabakat belgesi Türkiye’yi şimdilik yeni bir mülteci dalgasından korurken, sahaya dönük sonuçları itibarıyla da İdlib’i fiilen üç, hatta dört parçalı bir bölgeye dönüştürmüştür.

Bu çok parçalı coğrafyanın en geniş alanında kuzeyden güneye doğru inerken M-5 otoyolunu içine alan ve özellikle Maarat el Numan’dan itibaren batıya doğru genişleyen birinci bölge yer alıyor. Haritada mavi renkte işaretlenmiş olan bu alan artık olduğu gibi Esad rejiminin kontrolü altında bulunuyor.

İdlib konusunda önemli bir otorite olan Doç. Serhat Erkmen, dün ‘fikirturu’ haber portalı için kaleme aldığı 5 Mart Anlaşması hakkındaki son derece bilgilendirici analizinde bu bölgenin büyüklüğüne ilişkin ilginç bir hesaplama yapıyor.

Buna göre, muhaliflerin kontrol ettiği bölge rejimin İdlib harekâtını başlattığı 2019 Mayıs ayından önce 6.000 kilometrekare dolayındaydı. Rejim, bu alanın 2019 yılında 1.200 kilometrekare, 2020’nin ilk iki ayı içinde ise 1.700 kilometrekaresini muhalefetten geri almıştır. Geri alınan alan, ‘İdlib gerilimi düşürme bölgesi’nin yüzölçümünün yaklaşık yarısına tekabül ediyor.

İDLİB’İN YENİ REALİTESİ

Haritada mor renkle taranmış olan ikinci bölgede silahlı muhalif gruplar ile şubat ayı başından itibaren İdlib’e yaptığı büyük askeri sevkıyatla burada çok sayıda ‘mevzi bölge’ kurup sahaya yerleşen Türk Silahlı Kuvvetleri var. Anlaşmayla bir anlamda Türkiye’ye zimmetlenen bu bölgenin doğusunda rejim, batısı ve kuzeyinde Hatay sınırı, güneyinde ise doğu-batı eksenindeki M-4 otoyoluna bitişik ‘güvenli koridor’ uzanıyor.

Haritada gri renkte taranmış olan ‘güvenli koridor’ İdlib coğrafyasının yeni bir realitesi olarak karşımıza çıkıyor. M-4 otoyolunun doğu-batı istikametinde 6 kilometre kuzeyinde, 6 kilometre güneyinde uzanacak toplam 12 kilometre genişliğindeki bu bölgede üslenmiş radikal grupların tehdit olmaktan çıkartılması, ağır silahlarının tasfiyesi, böylelikle yolun güvenliğinin sağlanması amaçlanıyor.

Bu koridorun işleyişine ilişkin esas ve usullerin belirlenmesi için iki ülkenin savunma bakanlıklarına verilen süre tam 7 gün. Radikal grupların ve ağır silahlarının bu bölgeden nasıl çıkartılacağı, direnç gösterilirse ne gibi angajman kurallarının uygulanacağı, bölgenin nasıl denetleneceği gibi kritik sorular bu teknik çalışmada belirlenecek. Bu esasların belirlenmesinin ardından M-4 üzerindeki Türk-Rus ortak devriyelerinin 15 Mart’ta başlamasını öngörüyor önceki gün imzalanan protokol.

Yazının Devamını Oku

10 maddede 5 Mart mutabakatının şifreleri

6 Mart 2020
Gelenek bir kez daha bozulmadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, Türkiye ile Rusya’yı da içine alan krizin son derece tehlikeli bir şekilde tırmandığı bir süreçte vardıkları uzlaşı ile gerilimi birden kontrol altına alarak tansiyonu düşürdüler. Silahların susup barış seçeneğinin devreye girmesi sevindiricidir ve herkese derin bir nefes aldıracaktır.

Dün Moskova’da yapılan görüşmeler sonunda ortaya çıkan sonuçları özet olarak şu başlıklarda değerlendirebiliriz:

İDLİB’DE ESKİ STATÜKO BİTTİ: Türkiye ile Rusya arasında 17 Eylül 2018 tarihinde imzalanan  Soçi Mutabakatı ile İdlib’de şekillenen statüko, Esad rejiminin geçen mayıs ayından itibaren Rus hava kuvvetlerinin yoğun bombardıman desteğiyle elde ettiği alan kazanımlarıyla büyük ölçüde bozulmuştu. Rejim, geçen şubat ayının ikinci haftasına kadar yayılan bu dönemde İdlib’in doğusunda kuzeyden güneye doğru inen M-5 otoyolunu bütünüyle kontrolü altına almış, aynı zamanda İdlib’in güneyinden doğu-batı istikametindeki M-4 otoyoluna doğru kuzeye ilerlemeye başlamıştı. Bu harekat sonucu İdlib’in neredeyse yarısına yaklaşan büyüklükteki bir alan muhalefetten rejime geçmiştir. Dünkü mutabakatla bu durum bir şekilde tescil edilmiş olmaktadır. Özellikle M-5 aksı ve doğusu esas alındığında, yeniden Soçi Mutabakatı’nın başlangıçtaki coğrafi sınırlarına dönülmesi artık kolay görünmüyor.

VE YENİ STATÜKO GELDİ: Bunun yerine açıklanan anlaşmayla İdlib’de yeni bir statüko ortaya çıkmıştır. Yeni statüko, aslında Türkiye’nin şubat ayı başından itibaren İdlib’e yaptığı muazzam askeri yığınak çerçevesinde özellikle M-5’in batısı ve M-4’ün hemen kuzeyinde kurduğu geçici ‘mevzi bölgeler’ üzerinden fiilen yerleştirdiği düzeni de tescil ediyor. Sonuçta, yaşanan büyük çatışmalardan sonra İdlib’in doğu bölgesi ve güneyi rejim bölgesinde kalırken, bu vilayetin M-4 otoyolunun üstünde ve M-5’in batısındaki büyük bir parçasında da muhalefetle birlikte Türkiye söz sahibi olmaktadır. Bu gelişmeyi bir anlamda Türkiye’nin İdlib’in kuzeyinde, sınırlarına bitişik bir alanda bir ‘güvenli bölge’ kurmakta olduğu şeklinde de okuyabiliriz.

ATEŞKES HANGİ HATTA UYGULANACAK?  Sahada ne olacağını anlamak için mutabakatın 1’inci maddesindeki İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı” ifadesine odaklanalım. ‘Temas hattı’ndan TSK ve silahlı muhalefet ile rejim ordusunun karşı karşıya geldiği bütün sıcak temas noktalarını, öncelikle de M-5 otoyolunun batısında kuzeydeki uç noktadan  Serakib’e kadar 50 kilometre kadar inen sınır çizgisini ve özellikle de Serakib’i anlamalıyız. Sıcak çatışmalar aynı zamanda batıya doğru M-4 otoyolu çevresinde ve M-4’ün güneyinde de yaşanmaktaydı.

MEVZİ BÖLGELERDE KAYDIRMALAR: Mutabakatın getirdiği en önemli mekanizma, Serakib’den batıya, Lazkiye’ye doğru kuş uçuşu 55 kilometre kadar uzanan M-4 otoyolu üzerinde kurulacak ‘güvenli koridor’dur. Bu koridor, otoyolun her iki tarafında da 6 kilometrelik bir derinliğe yayılacaktır. Çok net ifade edilmese de, muhtemelen toplam 12 kilometrelik derinlik içinde kalan ağır silahların hattın gerisine çekileceğini tahmin edebiliriz. TSK, şubat ayı boyunca M-4’ün hem kuzeyinde hem de çok yakın zamanda güneyinde bazı geçici mevzi bölgeler kurmuştu. Yapılacak çalışmalar sonucunda bunların bir bölümünün yer değiştirmesi, bazı kaydırmaların yapılması şaşırtıcı olmaz.

REJİM M-4’ÜN ÜSTÜNE ÇIKAMAYACAK: Yapılacak ortak devriyelerle bu yolun güvenliğini Türk ve Rus askerleri üstlenecektir. Bir anlamda Türkiye ile Rusya’nın Barış Pınarı harekatıyla birlikte Fırat’ın doğusunda sınır boyunca başlattıkları ortak devriye modeli burada da işleyecektir. Bu düzenleme çerçevesinde Esad rejiminin de sivil amaçlarla bu yolu kullanmasının mümkün olacağını tahmin edebiliriz. Böylelikle, rejim bölgesindeki Halep Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’ye bağlanabilecektir.  Buna karşılık kurulan mekanizmayla rejimin güneyden ilerleyip M-4 otoyoluna çıkışı da frenlenmiş olmaktadır. Bir bu kadar önemli olan, Türkiye’nin de Rusya ile birlikte M-4 üzerinde denetim imkanına sahip olmasıdır.

İDLİB ŞEHİR MERKEZİ MUHALEFET BÖLGESİNDE KALDI:

Yazının Devamını Oku

Erdoğan-Putin zirvesi için ne kadar iyimser olalım?

5 Mart 2020
Türkiye ve Rusya cumhurbaşkanları geride bıraktığımız yıllarda pek çok kritik zirvede bir araya geldiler.

Ancak Recep Tayyip Erdoğan ile Vladimir Putin arasında bugün Moskova’da gerçekleşecek olan zirveyi bundan öncekilerden ayıran ve bıçak sırtında bir görüntü kazandıran birçok nokta var.

Bugünkü zirve sonuçları itibarıyla, İdlib’deki çatışmaların akıbetinden, AB’yi yakından ilgilendiren yeni mülteci dalgasına, ayrıca bu vilayetin kuzeyinde yaşanan ve 1 milyon kişiyi içine alan büyük insani felakete kadar birçok sıcak krizin bundan sonraki seyri üzerinde belirleyici olacaktır. Aynı gözlemi Türk-Rus ilişkilerinin geleceği açısından da belirtebiliriz.

Sonuçta AB’den NATO’ya, BM’ye kadar uluslararası politikanın önemli merkezlerinde, bu krizlerin etkilerine açık olan ülkelerin başkentlerinde bütün projektörler bugün Moskova’daki Erdoğan-Putin görüşmesine çevrilecektir.

Ve bugünün kritik sorusu şudur: Uluslararası camia, 17 Eylül 2018 tarihinde Soçi’de Erdoğan ile Putin arasında ilan edilen İdlib’e ilişkin ateşkes anlaşmasından sonra yaşandığı gibi, yeni bir ateşkes ilanıyla bir kez daha derin bir nefes alabilecek midir?

33 ŞEHİDİN GÖLGESİ

Bugünkü zirveyi öncekilerden farklı kılan bir başka yönü daha var. Türkiye ile Rusya arasındaki görüş ayrılıkları İdlib ve Suriye başlığında artık bastırılamayacak ölçülerde ortalığı kaplamış durumdadır.

Erdoğan

Yazının Devamını Oku