Sedat Ergin

Hepimizi bekleyen büyük sınav

27 Mart 2020
Henüz çok başındayız. Yaşam serüvenimizde daha önce hiç karşılaşmadığımız, tanık olmadığımız bir anı, bir durumu yaşıyoruz.

Üzerinde yaşadığımız gezegeni ağır ağır kaplayan, sinsice yerkürenin her noktasına yayılan bir kâbusun içinde savruluyoruz.

Pek çoğumuzu korunaklı mevkilerimizden söküp alan o büyük dalganın bizi nereye savuracağı hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bir korku filminin içine rehin düşmüş gibiyiz ve biliyoruz ki ekranın kumandası bizim elimizde değil.

Gelecek, artık hepimiz açısından bir boşluk halinde çoğalan koyu bir belirsizliğin adıdır. O düşünceyi aklımızdan ne kadar uzak tutmak istesek de, daha sıkıntılı günlerin, yaşanacak büyük acıların biraz uzağımızda bizi beklediğini pekâlâ biliyoruz.

Yirminci yüzyılın dünya savaşlarını daha önce kitaplardan okuyarak öğrenmiştik. İzlediğimiz belgesellerde geçmişe ait bir parantezin içinde, çok uzağımızdaydılar. Bu kez yaşıyoruz.

Her akşam rutin bir şekilde güncellenen vaka ve ölüm istatistikleri, küresel grafiklerde inatla yukarı doğru tırmanan ölüm eğrileriyle birlikte bir karabasan halinde bizi kuşatmaya, içine doğru çekmeye devam ediyor.

*

Herkesi bir şekilde eşitliyor. Kıtaları, ülke sınırlarını, şehirleri, kasabaları, köyleri hiçbir engel tanımadan aşıyor ve insanları rengine, cinsiyetine, yaşına, statüsüne, sosyal sınıfına bakmadan tek tek vuruyor.

Zengin ile fakir aynı noktada buluşuyor; aynı korku eşiğini paylaşıyorlar. Ayakta kalabilmek, kendini koruyabilmek dürtüsü, beka kaygısı herkesi aynı ortak paydanın içine sokuyor.

Yazının Devamını Oku

Koronavirüs tartışmasında hapisteki tutukluları unutmayalım

26 Mart 2020
Koronavirüs salgınının Türkiye’nin gündemine taşıdığı tartışmalardan biri mahkûmların bir bölümüne yapılacak infaz indirimleri oldu.

Virüsün cezaevlerinde yayılması ihtimaline karşı riski aşağı çekmek için mahkûm sayısının düşürülmesi hedefleniyor.

Bu konuda bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu hususunda herkes görüş birliği içinde. Adalet Bakanlığı kaynaklarına göre, bugün cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu toplamı olarak yaklaşık 300 bin kişi kalıyor. Cezaevlerinin ‘artırılmış’ kapasitesinin 220 bin olduğu dikkate alınırsa, bu toplam kapasitenin ‘ciddi derecede’ üstünde. Bunun sonucu bazı cezaevlerinde koğuşlarda vahim ölçülerde bir yığılma yaşanıyor.

Virüsün herhangi bir cezaevine girmesi halinde ‘sosyal mesafe’ ve temizliğin temel koşul olduğu bu mücadelede çok büyük sorunlar yaşanacağını tahmin etmek güç değildir.

Aslında sorunu yalnızca kapasite fazlası olarak görmemek gerekiyor. Toplam mahkûm sayısı kapasitenin altındaki bir rakam olsaydı da, koğuş sisteminin yaygın olduğu cezaevlerindeki koşullar virüsle mücadele açısından yine sıkıntı yaratırdı.

ARZU EDİLEN GENİŞ UZLAŞI

 Yasal düzenlemelerle bazı suçların infaz sürelerinde yapılacak indirimler üzerinden mahkûmların bir bölümünün tahliyesi sağlanacak. Buradaki mesele, başvurulacak infaz indirimlerinin hangi suçları kapsayacağı sorusunda karşımıza çıkıyor.

Haberlere bakılırsa, başlangıçta cinsel suçlar ve uyuşturucu suçlarını kapsam dışında tutma eğiliminde olan iktidar kanadının son günlerde bu başlıklarda daha esnek bir tutuma yönelmesi söz konusu. Ancak terör suçlarının kapsam dışında bırakılmak istendiği anlaşılıyor.

Bu noktada muhalefet partileri de taslağa belli itirazlar getiriyor. Örneğin CHP, cinsel suçlar, kadına şiddet gibi konularda esneklik getirilmesine itiraz ederken, taslağın düşünceleri nedeniyle tutuklu olan gazeteciler, akademisyenler ve iktidar muhaliflerini de kapsamasını talep ediyor.

Yazının Devamını Oku

HEYET TAHRİR EŞ ŞAM (HTŞ) SORUNU (4) - Cihatçıların gidecek başka yeri kalmayınca

25 Mart 2020
‘Uluslararası Kriz Grubu’ (ICG) ile Cenevre’deki ‘İnsani Diyalog Merkezi’nden birer temsilcinin geçen ocak ayı sonunda İdlib’e giderek burada Heyet Tahrir eş Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el Culani ile görüşmeleri ve ICG’nin bu mülakatın bir özetini yayımlamasının geniş yankıları oldu. Her ikisi de alanlarında tanınmış uluslararası sivil toplum kuruluşları...

Culani’nin muhatap alınarak kendisiyle mülakat yapılması, HTŞ’yi BM kararları çerçevesinde ‘terör örgütü’ kabul eden Rusya tarafından BM Güvenlik Konseyi’nde ciddi bir eleştiri konusu yapıldı.

Bu mülakatı okuduğumda en çok dikkatimi çeken bölüm, Culani’nin İdlib’de kendi kontrolleri altında olduğunu ima ettiği Türkistan İslam Partisi (TİP) hakkında söyledikleri oldu.

Şöyle diyor Culani: “Türkistan İslam Partisi’ne gelince, onların durumu biraz farklı. Bu arkadaşlar yedi yıldır Suriye’deler ve dünya için hiçbir tehdit yaratmadılar. Sadece İdlib’i rejimin saldırganlığından korumaya odaklandılar. Uygurlar olarak Çin’de zulme uğruyorlar...”

Ve ardından Culani’nin en kritik ifadesi geliyor:

Ve gidecekleri başka hiçbir yerleri yok...

HTŞ lideri şöyle devam ediyor:

Kuşkusuz onlara sempati duyuyorum. Onların Çin’deki mücadeleleri bizim dışımızda bir konudur. Kurallarımıza uydukları sürece burada kalabileceklerini söylüyoruz. Onlar da uyuyorlar zaten...”

UYGUR CİHATÇILAR KALICI KOMŞULAR OLDU

Yazının Devamını Oku

ABD HTŞ’ye esnek bakıyor

24 Mart 2020
Geçen hafta kaleme aldığımız iki ayrı yazıda Hatay’a komşu İdlib’de önemli ölçüde alan hâkimiyetine sahip bulunan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) adlı köktendinci örgütün yarattığı sorunları büyüteç altına yatırmaya çalıştık.

HTŞ dediğimizde, BM tahminlerine göre 12-15 bin arasında militana sahip olan ve her an sahadaki durumu istikrarsızlaştırabilecek bir silahlı örgütten söz ediyoruz. Örneğin, bu örgüt İdlib’de ateşkes uygulanmasına ilişkin 5 Mart tarihli Türk-Rus Anlaşması’na karşı olduğunu açıkladı, hatta sivil protesto eylemleri üzerinden M-4 otoyolu üzerindeki Türk-Rus ortak devriyesine karşı engellemelere de başvurdu.

Buradaki sorunlardan biri HTŞ’nin Birleşmiş Milletler sistemi tarafından resmen ‘terör örgütü’ olarak nitelendirilmesinden kaynaklanıyor. Bu da sahada örgütle temas kurulmasını problemli hale getiriyor ama bir bu kadar önemlisi Rusya’nın eline askeri seçeneğe başvurabilme kozunu veriyor.

Bu çerçevede şu ihtimali bir tarafa not etmekte yarar var. 5 Mart Moskova Anlaşması’nın hayata geçirilmesinde HTŞ ya da diğer radikal grupların engellemeleri  nedeniyle başarı sağlanamazsa, Rusya geçmişte 2018 tarihli Soçi Anlaşması’ndan sonra başvurduğu yöntemi tekrarlayabilir.

Yani, belli bir süre uygulamayı bekleyip ardından “Bu terör gruplarıyla olmuyor” diyerek, rejimle birlikte yeni bir göç dalgasını tetikleyecek topyekûn bir askeri harekâta yönelebilir. Bu kez hedef M-4 otoyolunun 7 kilometre kadar kuzeyindeki İdlib şehir merkezi olabilir. Burası HTŞ’nin güdümündeki ‘Ulusal Kurtuluş Hükümeti’nin merkezinin de bulunduğu yerleşim.

HTŞ VE SAHADAKİ YENİ REALİTE

 Bu yönde bir olumsuz senaryonun gündemden çıkartılmasının yolu ateşkese uyulmasından, bu çerçevede öncelikle de HTŞ’nin kendisini bu yeni realiteye uyarlamasından geçiyor.

Hemen hatırlayalım, Suriye iç savaşının başlangıç döneminde El Nusra adıyla DEAŞ’ın Suriye şubesi olarak kurulan, ardından DEAŞ’tan ayrılıp El Kaide’nin çatısı altına giren bu örgüt, 2016 ve 2017’de iki kez isim değiştirdi ve en son değişiklikte HTŞ adını aldı.

HTŞ, atılan adımların yalnızca isim değişikliğinden ibaret olmadığını, El Kaide liderliğini tanımadıklarını, bağımsız hareket ettiklerini ileri sürüyor. Bu değişikliklere tepki olarak HTŞ’den kopan unsurlar da Hurras el Din (HD) adında ayrı bir örgüt kurdular.

Yazının Devamını Oku

M-4 üzerindeki saldırıda iki Türk askerini kim şehit etti?

21 Mart 2020
Uzun bir zamandır bu köşede -HTŞ ile ilgili son yazılar da dahil olmak üzere-sınırda Hatay’a komşu İdlib’de Türkiye açısından artan güvenlik risklerine ve göç dalgalarıyla birlikte büyümekte olan insani felaketlere dikkat çekmeye çalışıyorum.

Önceki gün İdlib’de M-4 otoyolu üzerindeki Muhambal civarında meydana gelen ve iki askerimizin şehit olduğu, bir askerimizin de yaralandığı saldırı, İdlib’deki risklerin büyüklüğünün yanı sıra bu risklerin yeni bir nitelik kazanmakta olduğunu göstermesi bakımından da göz açıcı bir olaydır.

Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasında saldırının “bölgedeki bazı radikal gruplar tarafından yapıldığıbelirtiliyor. Açıklamada bir “roketli saldırı”dan söz ediliyor.

Ayrıca, “Bölgede tespit edilen hedeflerin derhal ateş destek vasıtaları ile ateş altına alındığı ve misliyle karşılık verildiği” de duyuruluyor.

TÜRKİYE İLK KEZ RADİKALLERLE ÇATIŞIYOR

Bu metinde önemli ‘ilkler’ var. Birincisi, Milli Savunma Bakanlığı İdlib’den bir şehit haberini Türk kamuoyuna duyurduğunda saldırının faili olarak karşımıza ilk kez ‘bazı radikal gruplar’ çıkıyor. Daha önceki benzer açıklamalarda saldırıların failleri hep ‘rejim unsurları’ olurdu.

Türkiye ile Rusya arasındaki 5 Mart tarihli Moskova Anlaşması’nın uygulamasının başlamasıyla birlikte sahadaki stratejik denklemde beliren yeni bir durum var.

Saldırı, Moskova Anlaşması’ndan ve bu çerçevede Rus askerlerinin -Türk askerleri ile birlikte- İdlib’deki M-4 otoyolu üzerinde tesis edilecek ‘güvenli koridor’a girecek olmasından rahatsızlık duyan radikal grupların bu düzenlemeyi sabote etmeye yöneldiklerini gösteriyor. 

İkinci değişiklik, TSK’nın da misilleme olarak bu radikal grupları vurmuş olmasıdır. Bu da İdlib’de daha önce sahada karşılaşılmış bir durum değildir.

Yazının Devamını Oku

HTŞ üzerinden El Kaide gölgesi kalkmıyor, ancak...

20 Mart 2020
Suriye’deki iç savaşın bu ülkenin batısında nasıl son bulacağı meselesi, silahlı muhalefetin son kalesi durumundaki İdlib’de Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) sorununa nasıl bir çözüm bulunacağı sorusunun yanıtıyla da doğrudan ilişkilidir.

HTŞ dediğinizde, Birleşmiş Milletler tarafından ‘terörist’ kabul edilen, sahada yine BM’ye göre 12-15 bin kişilik silahlı bir güce sahip olan, İdlib’de kendi ‘hükümeti’ni ilan etmiş, bu hükümetin ‘bakanlıklar’ı üzerinden bölgeyi yöneten bir çok katmanlı bir organizasyondan söz ediyoruz.

Bu örgütle ilgili tartışma daha işin başında kimliğine ilişkin niteleme üzerinden patlak veriyor. BM Güvenlik Konseyi ‘terörist’ kabul ettiği için başını Rusya’nın çektiği bir grup, HTŞ ile bu tespitin gerektirdiği şekilde mücadele edilmesini savunuyor. Bu yola, yani askeri seçeneğe gidilmesi ise daha çok sivil ölüm, yeni göç dalgaları ve Türkiye sınırı boyunca yığılmanın daha da büyümesi anlamına geliyor.

Peki askeri seçeneğe gidilmezse o zaman bu örgütle nasıl baş edilecek? Bu sorunun yanıtına geçmeden önce köktendinci çizgideki HTŞ’nin ‘terörist’ kimliği üzerinde yürümekte olan tartışmaya göz atalım.

En azından başlangıç döneminde HTŞ’nin hem DEAŞ (IŞİD) hem de El Kaide’nin bir tür ‘ortak yapımı’ olduğunu belirtmemiz hata olmaz.

Buradaki geçişkenliği gösterebilmek için biraz geriye gidelim, örgütün kuruluş öyküsüne ve lideri Ebu Muhammad el Culani’nin kimliğine kısaca göz atalım.

ÖNCE DEAŞ, SONRA EL KAİDE

Culani Suriye vatandaşı bir cihatçı. ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali üzerine bu ülkeye giderek ABD’ye karşı silahlı direnişe katılıyor. Irak’ta önce El Kaide saflarında savaşıyor. 2006 sonrasında Amerikalılar tarafından yakalanıp hapsediliyor. Serbest kaldıktan sonra 2008’de örgüt değiştirerek, Irak’ta o sırada güçlenme sürecinde olan ve 2013’te DEAŞ’a (İŞİD) dönüşecek olan ‘Irak İslam Devleti’ örgütüne katılıyor. Kısa zamanda sivriliyor ve 2009 yılında örgütün Ninova vilayeti komutanlığına getiriliyor. Ninova’nın başkenti Musul.

2011 yılında Suriye iç savaşı patlak verdiğinde

Yazının Devamını Oku

Yanı başımızdaki HTŞ’yi yakından tanıyalım

19 Mart 2020
Türkiye’yi ilgilendiren Suriye ile ilgili hangi haberi okusak hemen karşımıza çıkıyor.

İdlib denildiğinde gözler bu örgüte çevriliyor. Sözgelimi, Türkiye ile Rusya İdlib’e ilişkin bir anlaşmaya vardıklarında, uygulamanın başarı şansı belirli ölçüde bu örgütün sahada nasıl bir tavır alacağı sorusuna bağlanıyor.

Sahada önemli bir aktör olduğu konusunda şüphe yok. Örneğin, Türk-Rus askerleri M-4 otoyolu üzerinde ortak devriye düzenleyip protestolar nedeniyle bu faaliyeti kısa kesmek zorunda kaldıklarında işin arkasında yine bu örgüt beliriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ne zaman baş başa görüşseler, masada bu örgütün faaliyetleri gündeme geliyor.

Özetle, bu aralar İdlib’den söz edildiğinde denkleme bu örgütü koymadan bir hesap yapmak pek mümkün olmuyor.

BM GENEL SEKRETERİ’NE GÖRE  HTŞ’NİN SİCİLİ

Örgütün adı Heyet Tahrir eş Şam. Kısaca HTŞ... Köktendinci ideolojiyi savunuyor. BM Güvenlik Konseyi’nin terör örgütleri listesinde El Kaide’nin Suriye’deki uzantısı bir örgüt olarak tanımlanıyor.

Bu örgütü önce olabilecek en tarafsız bir gözden, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in merceğinden anlatmaya çalışalım.

Guterres, BM Genel Kurul kararları uyarınca her iki ayda bir Güvenlik Konseyi’ne Suriye’deki gelişmeleri değerlendirdiği ayrıntılı bir rapor sunmakla görevli. Konsey’e sunduğu son rapor 21 Şubat 2020 tarihli ve geçen aralık-ocak dönemini kapsıyor.

BM Genel Sekreteri, raporunda HTŞ’nin İdlib’de sahada

Yazının Devamını Oku

Suriye iç savaşının dokuz yıllık muhasebesi

18 Mart 2020
Geçen pazar günü Suriye iç savaşının 15 Mart 2011 tarihinde patlak vermesinin dokuzuncu yıldönümüydü.

Onuncu yılına girmesi, iç savaşın Suriye’ye dönük bir muhasebesini yapmak, genel bir döküm çıkartmak açısından önemli bir fırsat sunuyor.

Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin (OCHA) bu vesileyle yaptığı açıklamada paylaştığı veriler iç savaşın insani maliyetinin bütün boyutlarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

Buna göre, 2020 yılı itibarıyla 5.6 milyon Suriyeli mülteci olarak yurtdışında yaşamaktadır. İçişleri Bakanlığı’nın 5 Mart tarihli tablosuna göre, bu toplamın 3 milyon 589 bin 289’u Türkiye’de ‘geçici koruma’ statüsü altındadır. Yani dünyadaki Suriyeli mültecilerin yüzde 64’ü Türkiye’de yerleşiktir.

OCHA’ya göre, savaş nedeniyle ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalanların sayısı ise 6.1 milyondur. Her iki kategoriyi topladığımızda 11.7 milyon rakamına ulaşıyoruz. İç savaşın başlangıcı öncesinde Suriye’nin nüfusunun 21 milyon dolayında tahmin edildiği hesaba katılırsa, nüfusun yarıdan fazlası ya yer değiştirmiş ya da ülke dışına çıkmıştır.

Resmi bir rakam bulunmamakla iç savaşta ölenlerin toplamı 2016 yılında BM yetkilileri tarafından bir tahmin olarak 400 bin dolayında gösterilmişti. Toplam insan kaybı geçen süre içinde bu rakamın üstüne çıkmıştır.

OCHA raporuna göre, halen Suriye’de yaşamakta olan insanların 11 milyonu bir şekilde yardıma muhtaç durumdadır ve bunların 4.8 milyonu çocuktur. Ülkedeki hastanelerin yalnızca yüzde 64’ü tam kapasite faaliyet gösterirken, sağlık personelinin yüzde 70’i ülkeyi terk etmiştir. Ayrıca, 8 milyon insanın gıdaya erişimi güvence altında değildir.

İDLİB ÇEKİM MERKEZİ OLDU

Sahaya baktığımızda, iç savaşta dokuz yıl geride kalırken Fırat’ın batısı ve doğusu olmak üzere ikiye bölünmüş bir Suriye tablosu var karşımızda. Fırat’ın doğusundaki coğrafyada alan hâkimiyeti büyük ölçüde ABD’nin ve onun himayesindeki PKK/YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu SDF’nin kontrolündedir. Bu durumun istisnası, sınır boyunca Türkiye’nin kontrolündeki 145 kilometrelik ‘güvenli bölge’ ve Türkiye ile Rusya’nın ortaklaşa denetlediği ve rejimin kısmen geri döndüğü sınıra bitişik topraklardır.

Yazının Devamını Oku