Paylaş
Olayın sıcaklığı kısmen geride kaldı. Bu noktada yaşanan olayın soğukkanlı bir değerlendirmesini yapmak hayatını kaybeden askerlerimizin hatıralarına karşı da bir görevdir.
Rus ve Suriye savaş uçaklarının ‘görev kolu düzeni’nde birlikte uçarak gerçekleştirdikleri bu saldırı her zaman hatırlanacak elim bir olay olarak Türk toplumunun hafızasına şimdiden kazınmıştır. Rusya’nın sorumluluğu nedeniyle hadisenin Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin tarihinde bir gölge olarak yer etmesi kaçınılmazdır.
Türk askeri konvoyunun konumunun Rus askeri makamlarına önceden haber verildiği, ilk saldırıdan sonra ivedilikle uyarı yapıldığı halde beş saat gibi uzun bir zaman dilimine yayılarak aşamalar halinde tekrarlanan bir saldırı dizisinin hiçbir mazereti, hafifletici nedeni yoktur, olamaz da...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Moskova’ya giderek Rusya lideri Vladimir Putin ile yaptığı görüşmede ateşkes ilan edilerek tehlikeli tırmanışın kontrol altına alınmış olması, kopan bütün tartışmalara rağmen barış ortamına dönüşü sağlamıştır. Parmakların tetikten uzaklaşmasını memnuniyetle karşılamalıyız.
DIŞ POLİTİKANIN SÜTUNLARI
Kuşkusuz, Rusya’nın bu olaydaki hareket tarzı yalnızca bugün değil, bundan sonraki yıllarda da sorgulanmaya devam edilecektir. Bu yönüyle işin henüz başındayız. Ancak bu tartışma sürerken Türkiye’nin Rusya ile ilişkisini nasıl bir çerçevede yürütmesi, bu ilişkinin nasıl bir ayarda tutulması gerektiği üzerinde fikir imal etmekte de sayısız yarar var.
Bu ihtiyaca dikkat çekerken kesinlikle Rusya ile ilişkilerin soğutulması, işbirliğinde frene basılması gibi bir önermede bulunuyor değiliz. Türkiye’nin Rusya’da çok köklü çıkarları söz konusudur. Enerjiden turizme, ticaretten bölgenin geleceğiyle ilgili siyasi işbirliğine kadar pek çok alanda ilişkilerin azami derecede ileriye götürülmesi Türkiye’nin lehinedir. Tek bir hadiseden yola çıkarak sert bir savrulmaya girilmesi isabetli bir davranış olmaz.
Yapılması gerekenler aslında Rusya değil, öncelikle Türkiye’nin dış ilişkilerinin diğer cephelerinde atılacak adımları konu alıyor. Bu adımlar Türkiye’nin dış politikasının Rusya dışındaki ana ağırlık merkezleriyle ilişkilerini geliştirmesi, çeşitlendirmesi ile ilgilidir.
Türkiye küresel düzeyde her noktayı kendi çıkar alanı içinde görmek durumundadır. Çok yönlülük, Türkiye’nin özellikle 1960’lı yılların ortalarından itibaren dış politikasının yerleşmiş bir yönelişi olmuştur. Kuşkusuz bütün coğrafyalara uzanırken, Cumhuriyet’in Batı’ya dönük temel tercihi doğrultusunda Avrupa ve ABD bu bağlamda başat çekim alanlarıdır. Türk dış politikası ABD, AB ve Rusya gibi ağırlık merkezlerinin karşılıklı birbirlerini dengeledikleri oranda sağlıklı bir zeminde yürüyebilir, kendisine hareket alanı açabilir.
Dış politika bütün bu sütunların üzerine dengeli bir şekilde yerleşen bir tasarım içinde görülmeli ve yürütülmelidir. Bu sütunlardan birinin yerinden oynaması üzerine oturan bütün yapının da sarsılmasına, sakatlanmasına yol açacaktır.
RUSYA KARŞISINDA YALNIZ KALMAK
Bu çerçevede baktığımızda, Batı dünyasıyla sürekli çatıştığı, Batı perspektifinden uzaklaştığı bir dış politika kurgusu, Türkiye’nin Rusya karşısındaki pazarlık kartlarını zayıflatacaktır. Bu durum Kremlin’de Batı ile sorunlar yaşadığı için Türkiye’nin başka bir seçeneğinin kalmadığı gibi bir bakışın yerleşmesine neden olabilir. Bu yönde bir bakış Kremlin’i kendi pozisyonlarını Türkiye’ye karşı daha üstten bir üslupla öne sürmeye yöneltebilecektir.
Buna karşılık, ABD ve özellikle AB ile ilişkilerini rayına oturttuğu takdirde, Türkiye Rusya’nın karşısına daha güçlü bir zeminde çıkacaktır. Bir başka anlatımla, Türkiye ancak Batı dünyasıyla yakın olduğu oranda Rusya ile daha dengeli bir ilişki yapısı tesis edebilecektir.
Aynı durumun tersi de geçerlidir. Rusya ile ilişkilerini geliştirdiği oranda Batı da Türkiye’yi ‘çantada keklik’ gören bir yaklaşımdan uzak durma baskısını hissedecektir. Rusya ile ilişkilerinin sağlamlığı Türkiye’nin Batı karşısındaki konumunu güçlendirecektir.
Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin on yıllarca eşitliksiz bir yapı üzerinde inşa edildiği, bunun Batı’ya kendi istediklerini kabul ettirebilmesi için sıkça önemli bir koz verdiği görüşü bugün Türkiye’de soldan sağa doğru siyasi yelpazedeki bütün kesimlerin mutabakatla üzerinde birleştikleri bir konudur.
Uzun yıllar Türkiye’nin Batı ile ortaklığında herkesin haklı olarak şikâyetçi olduğu asimetrik modelin bir benzerinin bu kez Rusya ile ilişkilerimize hâkim olması hiçbir şekilde kabul edilmeyecek bir durumdur.
Paylaş