Paylaş
Bunu izleyen ikinci bir dalgada, Yeniçağ yazarı Murat Ağırel, Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik ve Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser aynı soruşturma çerçevesinde tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Meslektaşlarımız Libya’da şehit düşen bir MİT görevlisinin adını ifşa etme suçlamasıyla tutuklandılar. 2937 sayılı MİT Yasası’nın, teşkilat mensupları ve ailelerinin kimliklerini, makam, görev ve faaliyetlerini ifşa edenlerin 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacağı yolundaki 27’nci maddesine dayandırılıyor tutuklama kararları.
Buna karşılık, söz konusu kararlara yapılan itirazlar şehit MİT görevlisiyle ilgili hadisenin ilk kez bir milletvekili tarafından TBMM’de basın toplantısı düzenlenerek ve üstelik adı geçirilerek kamuoyuna duyurulmuş olmasına dayanıyor. Ayrıca, şehit MİT görevlisinin cenaze törenine ilişkin görüntüler Facebook gruplarında da paylaşılmış.
Altı gazetecinin tutuklanıp cezaevine gönderilmesi gibi sert bir tasarrufa gidilmesinin gerisindeki saikler konusunda canlı bir tartışma sürüyor. Yaratılan yargısal emsalle, bundan sonra herhangi bir MİT yetkilisinin adını geçirilmesi önünde çok kuvvetli bir caydırıcılığın tesis edilmesinin hedeflendiği aşikâr. Ancak tutuklanan gazetecilerin muhalif kimlikleriyle tanınmaları, aynı zamanda basındaki farklı seslerin susturulmak istendiği şeklindeki eleştirilere de kaynaklık ediyor.
AİHM İÇTİHATLARI NE DİYOR?
Mevzuata bakıldığında, Anayasa Mahkemesi’nin, daha önceden açıklandığı için gizli niteliği kalmayan bilgi ve resimler nedeniyle tutuklamaların hukuka aykırı olduğu yolunda verdiği bir karar var. (2016 Can Dündar-Erdem Gül kararı)
Yaklaşık dokuz yıl süreyle AİHM’de yargıç olarak görev yapan Rıza Türmen, dün T24’te yayımlanan yazısında, AYM’nin söz konusu kararına atıfta bulunurken, AİHM’nin bu konudaki yerleşik içtihadını da vurguluyor. AİHM’ye göre, bir bilginin gizliliği kalktıktan sonra yayımlanmasının engellenmesi ifade ve basın özgürlüğünün ihlaline yol açıyor.
Türmen, daha sonra AİHM içtihatlarını, AYM kararını ve Anayasa’nın ‘AİHM kararlarının yasalardan önce geldiğine’ ilişkin 90’ıncı maddesini hatırlatıyor, bu kararlar ve ilgili Anayasa hükmünün savcılıklar ve sulh ceza hâkimleri tarafından dikkate alınmamasındaki çelişkinin altını çizerek, “Sanki hukukun geçerli olmadığı bir boşluk var. Bu boşluk keyfi bir biçimde dolduruluyor” diye yazıyor.
ALT MAHKEMELER YÜKSEK YARGIYI DİNLEMİYOR
Son gazeteci tutuklamaları, Avrupa Konseyi’nin Daimi Delegeler Komitesi’nin geçen hafta Türkiye’de ifade ve basın özgürlüklerinin durumuyla ilgili olarak aldığı eleştirel bir kararla aynı zamanlamaya denk gelmiştir.
Strasbourg’da 3-5 Mart tarihlerinde yapılan ve Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin temsil edildiği bu toplantıda, AİHM’nin Türkiye hakkında ifade özgürlüğü alanındaki verdiği ihlal kararlarının uygulama durumu ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
AİHM bir ‘hak ihlali’ kararı verdiğinde, hem bireysel hem de ‘genel önlemler’ düzeyinde bu kararın ‘uygulanması’ yükümlülüğü var. Bireysel düzeyde, örneğin öngörülmüşse tazminat cezasının ödenmesi; ‘genel önlemler’ düzeyinde ise o ihlalin ortaya çıkmasına yol açan yasal çerçevenin değiştirilmesi gerekiyor.
Uygulamanın denetimini Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi ve onun yerine vekâleten ‘Daimi Delegeler Komitesi’ yapıyor. Komite, Türkiye hakkında ifade özgürlüğü alanında alınmış birçok AİHM kararının uzun süredir Bakanlar Komitesi’nin gündeminde olduğu, yani henüz uygulanmadığı tespitini yapmıştır. Kararda ihlallerin Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Yasası çerçevesinde ifade özgürlüğüne yapılan haksız ve orantısız müdahaleler, gazetecilerin geçerli ve yeterli delil olmaksızın dava açılmadan uzun süre tutuklu kalmaları gibi sorunlardan kaynaklandığı belirtiliyor.
Bununla birlikte, Türkiye’deki olumlu gelişmeler de vurgulanıyor. Örneğin, yüksek mahkemelerin, özellikle de AYM’nin AİHM içtihatlarıyla uyumlu bir şekilde verdiği kararlar olumlu bir yöneliş olarak sıralanıyor. Keza, geçen ekim ayında kabul edilen insan hakları reform paketinde haber verme sınırlarını aşmayan ya da eleştiri amaçlı düşünce açıklamalarının suç kabul edilmeyeceği yolunda yapılan düzenlemeden övgüyle söz ediliyor.
Buna karşılık, alınan önlemlerin sorunları gidermede yeterli olmadığı, savcılar ve birinci derece mahkemelerin Ceza Kanunu’nu ifade özgürlüğüne saygı göstermeden uygulamaya devam ettikleri de kaydediliyor. Avrupa Konseyi kararı, bu yönüyle yargıda yüksek mahkeme içtihatları ile birinci derece mahkeme kararları arasında bir ikiliğin bulunduğuna işaret ediyor.
KONSEYDE ‘ARA KARAR’ EĞİLİMİ
Kararda, Türkiye’den haklarında soruşturma açılan gazeteciler, tutukluluk ve mahkûmiyet süreleri hakkında ayrıntılı istatistiki verilere dayanan bir rapor hazırlaması da isteniyor.
En çarpıcı tarafı, kararda uygulamayla ilgili mevcut durumun “kaygıya yol açtığı” belirtilerek, 2021 Haziran ayı toplantısına kadar somut bir ilerleme sağlanmaması halinde Avrupa Konseyi sekreteryasından Türkiye hakkında bir ‘ara karar’ taslağı (interim resolution) hazırlamasının istenmesidir. Ara kararlar, ilgili hükümete uyarının ciddi düzeye ulaşması ve yaptırım sürecinin başlatılması anlamını taşıyor.
Alınan bu kararın önemi, Avrupa Konseyi’nin hükümetler kanadının ifade ve basın özgürlüğü alanında –düzelme sağlanmazsa- uyarı çıtasını yükselten bir ‘ara karar’ alma niyetini kayda geçirmiş olmasıdır. Avrupa Konseyi’nin parlamento kanadının 2017’de Türkiye’yi yeniden ‘denetim’e alma kararından sonra bu kez hükümetler kanadında eleştirel bir eğilimin belirmesi ciddiye alınması gereken bir durumdur.
Paylaş