kasadaki nakit, bütçedeki artı,
borsa değeri
hatta potansiyel değeri vs gibi noktalardan ayrı düşünülemez.
Tarım Devrimini ve türlerin başarısını anlatırken
“Evrimin geçer akçesi ne açlık ne de acı çekmektir, sadece DNA sarmalının kopyalanmasıdır. Nasıl bir şirketin başarısı çalışanlarının mutluluğuyla değil de banka hesabındaki liralarla ölçülüyorsa, bir türün evrimsel başarısı da DNA kopyalarını sayısı ile ölçülür.”
der Sapiens adlı kitabında Yuval Noah HARARI…
Yeni akımların ve iş hayatına adım atan, üstelik kuşak farkı ile Sanayi Devriminden bu yana alışılmış şartları kabul etmeme eğilimde olan yeni neslin etkisi ile;
İK danışmanları, gelişime açık yöneticiler,
yani esasında “çalışılabilirlik” olarak nitelenebilecek en temel notunu belirleyen nokta
cinsiyet eşitliğidir…
Elbette başka ölçütlerle sonuç almaya çalışmak mümkündür. Ama bilmelidir ki hiçbir bakış açısı insani kalitesi düşük bir kurumu,
çalışan gözünde orta ve uzun vadeli olarak “çalışılabilir” kademesine çıkartamaz.
Kurumsallığından var oluş şekline, çalışan memnuniyetinden müşteri algısına,
kendini tanıtma şeklinden konumlandırmasına,
tabi ki ekonomik verilerinden gelecek değerine, yan haklarından modernist yönetim ve çalışan uygulamalarına,
marka değerine,
TDK’ya göre; iki veya daha çok şeyin eşit olması durumu, denklik, müsavilik, müsavat, muadelet,
kanunlar yönünden insanlar arasında ayrım
bulunmaması durumu ya da bir diğer anlamı ile
bedensel, ruhsal başkalıkları ne olursa olsun, insanlar arasında toplumsal ve siyasi haklar yönünden ayrım bulunmaması durumu.
Toplumsal cinsiyet eşitliği dersek; Prof. Dr. Nilay Çabuk Kara, “kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamın her alanına eşit katılımları”
olarak tanımlamış ki
aslında farklı alternatiflere de (LGBT) bir selam çakmak herkesin borcu.
…
anlamsız şablonlara dönüştüğüne.
İşe alım konusunda;
sektöre, alana, göreve,
sorumluluk düzeyine ya da beklenen etkinliğe,
kurumun yapısına, kültürüne, alışkanlıklarına veya mizacına,
İK yöneticisinden bölüm yöneticisine kadar farklı dinamiklerin belirleyeceği binlerce ölçüt belirtilebilir.
İş hayatına fark katan gerçek ölçütlere gelince;
gülmeyenler, samimi olmayanlar, bulunduğu ortamda insanlar ile iyi geçinme derdi olmayanlar lütfen dışarı,
iş hayatında belirli ve en önemlisi istikrarlı başarıyı sağlamanın yolu tam olarak
işinizle meşgul olmaktır.
Tabi bunu eski zaman yöneticilerine atıfla bir mesai övgüsü, başını işten kaldırmama tavsiyesi, yoğunluk seviciliği,
görünürde aktiflik, yapılan işin değerini arşa çıkarma eğilimi
gibi düşünmemek gerekir.
Tam olarak ve en samimi hali ile zamanınızı harcayıp gelirinizi kazandığınız meşgaleye ilgi ile yaklaşmaktan bahsediyorum.
İlla ki aranızda beğeniler, kalpler, takipler olması gerekmiyor… Yani hayatınızı “canım işim” formatında yaşayıp
tüm çevrenizi kurumsal renklerinize boğmasanız da olur.
Nerede o eski şirketler?
Yıllarca çalışılan, ev gibi benimsenen, bir yandan ekmek teknesi bir yandan gönül bağı olan,
nesilden nesle geçtiğinde değer kaybetmeyi bırak
karşılıklı vefayı yükselten,
emekli olsan ziyaret edilen, zor gününde ilk aranacak olan,
zor zamanları olduğunda canla başla çalışıp ayağa kaldırılan,
anlatılan, anılan, sevilen, gurur duyulan…
Sahi neredeler?
Yani belirli noktaları otomatikleştirirsin ki kişilerden bağımsız olarak çark dönebilsin.
Lakin insanı asla unutmamak gerekir!
Üstelik bizim gibi iletişim ile var olan toplumlarda asla…
Genellikle yapıldığı üzere; operasyonel, sistemsel ya da kişisel ve kurumsal noktalarda sınırların çizilmesi gibi elzem noktalarda değil
insan yönetme refleksi ile iletişimsel noktalarda
kurumsallık kılıfı yüklenilirse işin içinden çıkmak fazlaca zorlaşacaktır.
Yani çalışanınız masraf girerken, izin planlarken,
haklarını sorgularken ya da terfi gerekliliklerini yerine getirirken şirketin kurumsallığını
bir şeyi oluşturmak veya ortaya çıkarmak için emek harcamak ekseninde dönüp duruyor biz farkına bile varmadan.
İnsan evladının bunca gelişimi(!) ya da gelişim çabası,
küçük topluluklardan devletlere atılan adımlar, bireysel dertlerden aileyi veya yakınları kapsayan sorumluluklar,
ham maddeyi üretenden tarladaki çalışana, küçük işletmeden devasa gruplara,
belki start-up heyecanlarına,
kendi işimi mi yapsam(?) sorularına,
nesilden nesile değişen iş yapış biçim, istek ya da algısına kadar tüm dönüşümler belki de en baştan beri çalışmanın doğrudan kendisi ile ilgiliydi.
Bunca çabanın - hele ki günümüzde - sadece eskilerin tabiri ile hayat gayesi olmadığı kanısındayım.