İlk durağım Side. “Manavgat’ta yaşanan yangın felaketinin ardından buradaki yaraları sarmaya destek olalım” dedik ve düzenlediğimiz tura ek olarak Haluk Levent ve Rus Kızıl Ordusu konseri organize edip gelirini Ahbap Platformu üzerinden mağdur ailelere bağışladık. Projede cansiperane çalışan Miramare Beach Hotel, Side’nin klasikleşen adreslerinden biri. Yaklaşık 1.000 palmiyenin süslediği açık alanlarda vakit geçirmek çok güzel. Ana restorana ek olarak dünya mutfağından örnekler tadabileceğiniz harika restoranları var. Benim gibi tatlı sevenler otele bir artı daha eklesin, çünkü 24 saat açık bir pastanesi var.
Jakuzili 99 lüks villa
Yol üzerindeki Belek ikinci durağım oldu. Sakin doğası ve özellikle golf tesisleriyle önce çıkan beldede Gloria Serenity Resort, farklı konseptteki odaları, havuzlu, teraslı ve jakuzili lüks 99 villasıyla ayrıcalıklı bir tatil deneyimi sunuyor. Doğa ve spor dostu otelin mutfağında her damak zevkine uygun tatlar var. Burada önereceğim bir başka adres Kaya Palazzo Belek. Geniş SPA merkezi, özel havuzlu süitleri, 45 bin metrekare alanda 13 özel villası, +16 yaş havuzu ve çocuklara sınırsız eğlence sunan Mini Club’ıyla hem yetişkinleri hem de çocukları mutlu edebiliyor.
Dionysos Otel
Televizyon programım ‘Ayrıcalıklı Rotalar’ın Macaristan bölümünü çekmek için gittiğim Budapeşte ister özlemden deyin ister büyüsünden yine beni etkisi altına aldı. Şehri başka bir gözle görmemi sağlayan ve açılmayan kapıları açtıran bir desteğim de vardı bu yolculukta. Türkiye ile ticaret ilişkilerini canlı tutan Macaristan İhracat Teşvik Ajansı’nın (HEPA) ilgisi ve yardımları da şehrin büyüsünü bambaşka bir boyuta taşıdı benim için.
Gündüz güzel ama asıl...
Tuna Nehri’nin iki yakası üzerine kurulmuş Budapeşte. Budin ve Peşte’ymiş bu iki yakanın adları. Görkemli zincirli köprülerle birbirlerine bağlanmışlar. Tuna Nehri’nin bir tarafında, yemyeşil bir yamacın tepesine konumlanmış Buda. Bu yaka, geçmişte devlet idarecilerine ve soylulara ev sahipliği yapmış. Diğer taraftaki Peşte ise önce tüccarların bir araya geldiği, daha sonra da sanayinin geliştiği bölüm olmuş. Buda, hükümdarlığı temsil ederken Peşte anayasal rejimlere ait kurumların merkezi haline gelmiş.
Balıkçı Tabyası
Hayat bir keşif yolculuğu. İnsanın kendini tanıdığı sonsuz bir hikâye. Yaşadığı coğrafya da bu hikâyenin belki de en önemli parçası. Hem 35 yıllık meslek hayatımda, hem de yaptığım bütün projelerde Türkiye hep önceliğim oldu. Çünkü beni ben yapan değerler bu topraklarla olan bağımdan doğdu...
Hep duyulan ama hakkında çok az şey bilinen Kastamonu, daha fazla ilgiyi hak ediyor. Mesela ‘Çanakkale içinde Aynalı Çarşı’ diye başlayan o meşhur türkünün, Çanakkale’ye değil, Kastamonu’ya ait olduğunu biliyor musunuz? Veya coğrafya derslerinden hatırladığınız Küre Dağları Milli Parkı’nın Türkiye’nin ilk PAN Park’ı olduğunu? Avrupa’nın en bakir kalmış yaban alanlarını korumak için çalışan bir organizasyon PAN Park. Bence ilk fırsatta yolunuzu Kastamonu’ya düşürün.
Müzeleri ve mimarisi...
Kastamonu, iki sarp tepe arasına kurulu bir şehir. Manzara konusunda birbirleriyle yarışan bu iki tepeden birinin üzerinde tarihi kale, diğerinde Saat Kulesi yükseliyor. Kalenin 12’nci yüzyıla kadar uzanan bir geçmişi var ama ne yazık ki ilk halinden sadece iç kale kalmış. Bugünkü görüntüsü Türk mimarisi özelliklerine sahip çünkü Candaroğulları döneminde yapılan yenilemelerden yadigâr. İçinde sarnıçlar, zindan, kaçış tünelleri ve Bayraklı Sultan Türbesi var. Saat Kulesi ise 1885’ten kalma. Burada manzaraya karşı çayınızı yudumlayabileceğiniz bir teras var.
Şehirde ziyaret edebileceğiniz üç müze var. Arkeoloji Müzesi’nde, Kastamonu ve civarından çıkarılan Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait çeşitli eşya ve sanatsal obje sergileniyor. 1917’de İttihat ve Terakki Kulübü olarak yapılan binadaki Atatürk Salonu’nda, Atamızın Şapka Devrimi’ni yaptığı yer olan Kastamonu gezisinden fotoğrafları ve bu gezide kullandığı çeşitli eşyayı görebilirsiniz. 19’uncu yüzyıl sonlarında yapılan Liva Paşa Konağı ise 1997’den bu yana Etnografya Müzesi. Türkiye’nin ilk Kent Tarihi Müzesi’ne ise Hükümet Konağı ev sahipliği yapıyor. Burada 1904’ten kalma, Anadolu’nun ilk el yapımı konsol piyanosu, Kastamonu Sanayii Nefise Mektebi’nde 1907’de dokunan 40 metrekarelik halı gibi nadir eserler sergileniyor.
Kastamonu tam bir eski evler cenneti. Kentte 1.400’den fazla tarihi konak var; 600 kadarı kent merkezinde toplanmış. Diğerleri başta İnebolu, Taşköprü ve Tosya olmak üzere ilçelere dağılmış durumda.
Yıllar içinde farklı kültürlerden farklı gelir düzeylerine sahip insanların uğrak yeri olan kent, bu zenginliği mimariye yansıtmış. İnebolu’daki evlerse hem güzellikleriyle hem de yapısal özellikleriyle dikkat çekiyor. Çatıları yöreye özgü arduaz taşıyla kaplanan yapıların aşı boyalı cepheleri birbirinden güzel renkleriyle göz alıyor.
Karadeniz seyahati planlarken iki önemli noktayı bilmeniz gerek. Öncelikle tur rotaları yayla odaklı ve yaylalarda sel tehlikesi yok. Gönlümüz doğal afet acılarını yaşamamaktan yana ama afetin vurduğu yerlerin yaralarını sarmasının yollarından biri de ekonomisinin canlı olması. Ne yazık ki sel haberleri geldiğinde Karadeniz’e gitmekte çekimser kalanlar, bölge halkını yalnız bırakıyor. İkinci doğru sanılan yanlış ekim ayı sanki bol yağışlı ve Karadeniz’e gitmek için yanlış zamanmış gibi düşünülüyor. Oysa üzerine basa basa “Karadeniz’in en güzel zamanı sonbahardır. Biz dört gözle eylül-ekimi bekleriz” diyorlar.
İlk istikamet Çıldır Gölü
Biz de Karadeniz gezimiz için İstanbul’dan kalabalık bir ekiple yola çıktık. Kars Harakani Havalimanı’na indikten sonra atladık bir minibüse ve ilk istikamet Çıldır Gölü kıyısı oldu. Eskiden Batum’un bağlı olduğu bir sancak olan Çıldır’ın nüfusu 2 bin 600. Aktaş Sınır Kapısı’na çok yakın. Biz Çıldır Gölü kenarındaki Atalay’ın Yeri’ne gittik. Lokanta salaş ama çok güzel. Sahibi Atalay Bey de tam bir Anadolu bilgesi. Gidince sadece yemek yemenizi değil, onunla sohbet etmenizi de öneririm. Sessizliğin sesini dinleyerek taze balıkların tadını çıkarabilir, ayrılmadan önce bahçedeki ağaca bir çaput da siz bağlayabilirsiniz. (0535) 211 03 48 @atalayin_yeri_cildir
Güzel bir öğle yemeğinin ardından Çıldır’dan ayrılıp biraz yürüyeceğimiz bir noktaya hareket ettik.
Ortaçağdan kalma kale
Ardahan’daki Şeytan Kalesi’ne giden yolu adımlarken, aslında ne kadar etkileyici değerlere sahibiz ama tanıtmakta ne kadar yetersiz kalıyoruz diye kim bilir kaçıncı kez düşündüm. 35 yıllık profesyonel meslek hayatım ülkemi tanıtmaya çalışmakla geçti ama sık sık bu hisse de kapıldım.
Side’yi bir yarımada gibi düşünün. Konumu çok güzel. Manavgat Belediyesi ve Side halkının işbirliğiyle de yepyeni bir kimlik kazanmış. Öncelikle tarihi ortaya çıkarmak için harekete geçmişler. Binalar yıkılmış, yeraltındaki tarihi gün yüzüne çıkarmak için başarılı bir kazı çalışması yürütülmüş. Sonra o dokunun üzeri camla kaplanmış ve yeni yapılar bu cam zeminler üzerine inşa edilmiş. Adeta bir müze kent çıkmış ortaya. Çarşıda, mesela girdiğiniz bir halı dükkânında yerde cam zemin, altında da tüm güzelliğiyle büyüleyen mozaikler göreceksiniz. Oturduğunuz kafede de sütunlar, su kanalları karşılayacak sizi...
Olduğu yerde koruma
Her şeyi müzeye taşımak yerine olduğu yerde muhafaza edip korumaya alınmış. Bu da katman katman tarihle örülmüş bir şehircilik anlayışı çıkarmış ortaya. Side’nin harika bir antik tiyatrosu var. Merkezde ve yarımadanın en dar noktasındaki yapı, Anadolu’nun en büyük tiyatrolarından biri.
MS 2’nci yüzyılda inşa edilen tiyatro, sonrasında yapılan eklemelerle bir dönem arena olarak da kullanılmış. Side’nin geçmişinde, piskoposluk merkezi olduğu bir dönem var. MS 5’inci ve 6’ncı yüzyıla denk gelen bu dönemde, tiyatro bu kez açık hava kilisesi olarak kullanılmış.
Muhteşem tapınaklar
Side Yarımadası’nın güney ucunda, limanın doğusunda iki büyük tapınak var. Athena ve Apollon’a adanan bu tapınakları, özellikle akşam saatlerinde ışıklandırılmış halde görmenizi öneririm. Tarih keşfi antik kentle sınırlı değil. Yolunuzu mutlaka Side Müzesi’ne de düşürün. MS 2’nci yüzyıla tarihlenen ve sonrasında birkaç değişikliğe uğrayarak günümüze kadar ulaşan bir hamam binasının ev sahipliği yaptığı müze soğukluk (Frigidarium), terleme (Sudatorium), iki ılıklık (Tepidarium) ve sıcaklık (Caldarium) olmak üzere çeşitli büyüklüklere sahip beş bölümden oluşuyor. Helenistik, Roma, Bizans kalıntılarının yanı sıra İslamiyet dönemi eserlerini de görebilirsiniz.
Bir süredir hem ‘Butik Oteller Türkiye’ kitabım hem de meslekteki 35 yıllık deneyim ve birikimimi size en kolay yoldan ulaştırabileceğim Saffet Emre Tonguç (SET) uygulaması için gezdiğim yerlerden en beğendiklerimi ve en güncel bilgileri toparladım. Kalacak yerleri önermek benden, çevresini adım adım keşfetmek sizden. İşte ‘sarı yaz’ı en güzel geçireceğiniz adresler...
Ida Costa
Kuzey Ege’nin tertemiz havası
Mikonos, Kikladlar (Cyclades-Halkalar) diye geçen adalar topluluğunun bir üyesi. Kışın 10 bini bulmayan nüfus, yazın 100 binin üzerine çıkıyor. Ortaçağda farklı uygarlıkların egemenliğine giren adayı 1207’de Venedikliler ele geçirmiş. 300 yıl Venedikliler tarafından yönetilen ada, 1537’de başlayıp 1829’da Yunanistan bağımsız bir krallık oluncaya kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmış.
Adada yer gök şapel dolu. Bazı aileler kendi ibadetleri için bu küçük kiliseleri yaptırıp aynı zamanda mezarlık olarak kullanmışlar. Mikonos’ta limandaki Arkeoloji Müzesi küçük ama eserler muhteşem. Adadaki ufak müzelerden benim favorim Maritime (Denizcilik) Müzesi. Türkiye ile ilgili eserlerin çokluğu sizi şaşırtabilir.
Plaj, yemek ve eğlence dışında ne yaparım diyenler, Mykonons Town ya da Chora olarak geçen merkezde önce Meryem Ana’ya adanan Paraportiani Kilisesi’ne dışarıdan bir bakın, sonra Little Venice (Küçük Venedik) diye anılan ve eskiden kaptanların oturduğu evlerin olduğu bölgede bir kahve için, ardından da Kato Myli’deki değirmenlerin önünde resim çektirin. Adanın rüzgârına karşı güzel bir manzara istiyorsanız yolunuzu Armenistis Deniz Feneri’ne düşürün. Alışveriş içinse günün erken saatleri ya da geç saatleri uygun. Adanın en güzel dükkânları Matoyiannia Sokağı’nda.
Ege’nin sularına dalın
Mikonos’un rüzgârından korunmak için labirent gibi tasarlanmış sokaklarında kaybolmak ayrı bir keyif. Her keseye uygun mağazaların yanı sıra birbirinden lüks markaları da görebiliyorsunuz. Mikonos’ta çok sayıda galeri de var. Dünyadan birçok sanatçının eserlerini sergileyen Artion Galleries’de karşıma, çok beğendiğim ressam Ahmet Güneştekin’in eserinin çıkması benim için tatlı bir sürpriz oldu. Çok güzel bir sokaktaki Rarity ve Elixir (Timeless) Gallery sanat için uğramanız gereken duraklardan.
85 kilometrelik adada mobilet ya da cip kullanarak dolaşmak en akıllıca iş. Pire’ye 180 kilometre uzaklıktaki adaya feribot ya da uçakla gidebilirsiniz. Adadaki küçük havalimanından şehir merkezine giderken Chora (Hora) tabelalarını takip edin.
Adanın gözdesi Scorpios’a muhakkak uğrayın. Zevk, vizyon ve profesyonellik bir araya gelince çok büyük paralar harcamadan ortaya süper işletmeler çıktığını göreceksiniz. Akşamüstü partileri 18.30’dan gece yarılarına kadar sürüyor. Restoranı da çok başarılı.
Butik Oteller Türkiye ekibi olarak Karadeniz’deydik. Gezimize Bukla Tur (@buklatur) ve Sendagez (@sendagez_) eşlik etti. Karadeniz’i gerçek anlamda, turist gibi değil de hayata dokunan deneyimlerle keşfetmek isterseniz ikisini de gönülden öneririm. Karadeniz için aşkla çalışan ve turizmin yöreyi yıpratmasını değil, özünü koruyarak geliştirmesini isteyenleri görmek içime su serpti. Gelin adımlarımızı atmaya önemli bir restorasyondan geçen Sümela’dan başlayalım.
Gito Yaylası
Adını dağlardan alıyor
Sümela Manastırı
Maçka’ya bağlı Altındere Köyü’ndeki manastır, Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine inşa edilmiş. Sümela, ‘siyah’ anlamına gelen ‘melas’ sözcüğünden geliyor. Manastırın inşa edildiği dağların koyu rengi nedeniyle bu adı almış. Bizans İmparatoru I. Theodosios zamanında Atina’dan gelen Barnabas ve Sophronios isimli iki rahip temellerini atmış. Efsaneye göre ikisi de aynı rüyayı görerek birbirinden habersiz biçimde aynı yerde buluşmuşlar. Sümela; ana kaya kilisesi, birkaç şapel, mutfak, öğrenci odaları, misafirhane, kütüphane ve kutsal ayazmadan oluşuyor. Ama gittiğinizde bir kısmını gezebiliyorsunuz. Yaklaşık 6 yıl önce başlayan kapsamlı restorasyon çalışması sürüyor. Tamamını görmek bir süre daha mümkün olmayacak. Müzekart ile ziyaret edebilirsiniz.