BİZİM BİLMEDİĞİMİZ, ONLARIN BİLDİKLERİ
- İlk önce bizim bilmediğimiz ama onların bildiği bir gerçekten bahsedelim. Örneğin, biz zannediyorduk ki Finlandiya öğretmen adaylarını akademik olarak başarılı öğrenciler arasından seçiyor. Bu doğru değil.
Finlandiya’da öğretmen adayları akademik olarak en iyi öğrenciler arasından seçilmiyor. Öğretmen adaylarında takım çalışması, meslek aşkı, iletişim becerisi, karakter gibi farklı özellikler aranıyor. Kişinin doğası, öğretmenliğe ne kadar uygun ona bakılıyor.
Akademik açıdan parlak öğrencileri seçmenin bir zararı yok tabii ki ama tek başına yeterli değil. Biz de yetenek sınavı ile öğrenci kabul eden konservatuvarlar gibi öğretmenliğe uygun kişileri tek tek seçip onları öğretmen olarak yetiştirmeliyiz.
BİZİM BİLDİKLERİMİZ, ONLARIN UYGULADIKLARI
- İkinci olarak, eğitime dair onların da bizim de bildiğimiz gerçekler var ama onlar uyguluyor, biz uygulamıyoruz. Nedir bunlar?
Araştırmacı öğretmen
Bilimsel araştırmaların, eğitimin kalitesini arttırma potansiyeli çok yüksek ama maalesef dünyanın her yerinde eğitimciler bilimsel makaleleri yakından takip etmiyor. Bu oran bizim ülkemizde daha da az. Bu durumda Finlandiya ne yapıyor?
İnsanları hangi özelliğine göre sıralarsa sıralasın (boy, yaş gibi), aşağıdaki şekilde olduğu gibi ortaya her zaman normal ya da ona yakın bir dağılım (çan eğrisi) çıkıyor.
Örneğin, dünyadaki tüm insanları boylarına göre sıralarsak insanların yüzde 0.13’ü 2.20’nin üzerinde. Ortalama boy 1.67 ile 1.77 arası değişiyor. Yani insanların yaklaşık yüzde 68.26’sı ortalama boya sahip (ülke ortalamalarında farkları var tabii ki).
Bunun eğitimle ne ilgisi var? Çok. Nasıl mı?
KİMLER BASKETBOLCU OLUR?
Dünya boy ortalamasına bakıldığında boyu 2.20’nin üzerinde olan insanların yüzde 17’si NBA’de oynuyor. Büyük bir oran. Neden?
Çünkü uzun boy, basketbolda büyük bir avantaj sağlıyor.
Peki ortalama boya sahip oyuncu yok mu? Var. Ama onların zıplama becerileri çok gelişmiş, kol boyları uzun veya başka özellikleri var.
Yani zıplama becerisine veya kol boyuna göre bir sıralama yapsak, onlar çan eğrisinin en sağında. Yani yüzde 0.13’lük kısımda.
Sizin orada bulunarak onu desteklemeniz ve o anı paylaşmanız çok kıymetli. Ama o da ne? Çocuğunuz size bakınca heyecandan ne yapacağını şaşırıyor ve sahnede tökezliyor.
Sebebini merak ediyorsunuz.
Ama sonra keşfediyorsunuz ki çocuğunuz, siz orada olduğunuz için kaygılanmış ve kötü performans sergilemiş. Aynı etki ise başka çocuklarda olmamış.
Neden bazı aileler çocuklarını izleyince çocuğun performansı artarken, bazı çocukların performansı düşüyor?
YARGILAYAN AİLE
Çocuklarını sürekli yargılayan ve eleştiren aileler, çocuklarının performanslarını izledikleri zaman, çocuk ‘olumsuz’ etkileniyor.
Çocuk yargılanmak ve eleştirilmekten korkunca, hata yapmaktan da korkuyor. Dolayısıyla kaygılanıyor. Kaygı da kötü bir performans göstermesine sebebiyet veriyor.
Ama yargılamayan aileler çocuklarının performansını izlediği zaman, çocuk ailesini yanında hissediyor. Bu his de çocuk üzerinde ‘olumlu’ etki yapıyor. Kısacası, müdahale arttıkça, kaygı artar.
Öğrencilerin de öğretmenlerin de büyük bir bölümü bu ifadeye inandığını belirtmiş.
Acaba bu durum gerçekten böyle mi? Sınavda aklınıza ilk gelen şık doğru yanıt mıdır?
ARAŞTIRMA
Illinois Üniversitesi’nden Justin Kruger ve Stanford Üniversitesi’nden Dale Miller, bir araştırmada sınav kâğıdı üzerindeki silinmiş şıkları inceleniyor.
Görüyorlar ki yanlıştan doğruya değiştirme oranı çok daha yüksek. Peki araştırmalar hep benzer sonucu mu veriyor?
Texas Üniversitesi’nden Prof. Ludy Benjamin ve arkadaşları 1928’ten bu yana bu konuda yayımlanmış tüm araştırmaları inceliyor.
Analiz sonucunda görüyorlar ki yanıtları değiştirenlerin ortalamada %67.5’i yanlıştan doğruya, %15’i de doğrudan yanlışa değiştirmiş. %14’ü de aynı kalmış. Bu ne demek?
Öğrenciler yanıtlarını değiştirdiklerinde, çoğu zaman yanlıştan doğruya değişiklik yapıyor.
Suçlanan kişi zannediyor ki, suçlayan kendi yaptıklarına bakarsa sorun çözülecek.
Ama maalesef kişi, kendini de suçlasa diğerini de suçlasa, sorun çözülmez.
Çünkü suçlama davranışı gerçek sorunu çözmez, tam tersi örter.
Nasıl mı?
ANLAŞMAZLIK
Bir anlaşmazlık durumunda, özgüveni düşük insanlar anlaşmazlığa genelde iki yolla yaklaşır: Suçu ya karşıdaki kişide bulur ya da kendisinde. Genelde utangaç insanlar suçu kendisinde, narsistik davranış gösterenler de karşısındakinde bulur.
İkisi de sorunludur çünkü karşıdaki kişiyi suçladığınız an, o da kendisini savunur ve tartışma büyür.
Suçu sürekli kendinizde bulduğunuzda da hayatınız kaygılı olur. Dahası suçu sürekli kendinizde bulursanız, karşıdaki kişi size acıyabilir. Bu acıma duygusu, sizi daha da kötü hissettirir. Peki kendinizi de karşıdakini de suçlamayacaksanız, suç kimde?
Ben de onlara; aileyi, çocuğu ve dinamikleri anlamak için bazı sorular soruyorum. Örneğin, “Çocuğunuzun güçlü yanı ne”, “Çocuğunuz neyi yaparken mutlu oluyor” veya “Çocuğunuzun en büyük korkusu ne” diye soruyorum.
Bu sorulara maalesef çocuğu zaman kesin yanıtlar gelmiyor ama çocuğun sevdiği ve sevmediği yemekleri sorunca, kesin yanıtlar alabiliyorum.
Acaba neden ilk sorularıma kesin yanıtlar alamıyorum da yemek sorularına kesin yanıtlar alabiliyorum? Ben bir kişi hakkında ne bilirsem, onu yakından tanımış olurum? “Ben bu kişiyi tanıyorum” dediğimiz zaman, gerçekte ne kastediyoruz acaba?
KİŞİSEL ÖZELLİKLERNorthwestern Üniversitesinden Prof. Dan McAdams’a göre tanımanın üç basamağı var.Tanımanın en alt ve basit seviyesinde ‘kişisel özellikler’ var. Bu seviyede kişinin sadece ‘kişisel özelliklerini’ biliriz.
Sosyal, hareketli, duygusal, komik, içine kapalı, öfkeli gibi sıfatları kullanarak insanları tanımlayabiliriz.
“Ela’yı tanıyorum, çok duyarlı bir çocuk.”
“Fatma’yı tanıyorum, çok iyi niyetli bir insan” gibi...
(İnsanı tanımlayan 4500 tane sıfat varmış bu arada)
Çocuklar karnelerine göre üç gruba ayrılır: ‘Takdir Belgesi’ alanlar, ‘Teşekkür Belgesi’ alanlar ve belge alamayanlar.
Acaba bu kategoriler çocuklara nasıl bir mesaj verir?
Bu konuya daha önce değinmiştim ama tekrar değinmekte yarar var.
TAKDİR ALANLAR
“Takdir Belgesi” alanlar en başarılı grup olarak kabul edilir.
Bu grup kürsüye çıkartılır ve karne töreni ile belgeleri kendilerine takdim edilir.
“Sen başarılı olduğun için değerlisin” mesajı verilir.
Aslında bu grubun başarılı olup olmadığını bilemeyiz.
Kendisine “Sınavı kazanamazsan ne olur?” diye sorduğumda, “İnsanlar arkamdan konuşur” dedi.
“Sınava girmezsen ne olur?” diye sordum. “Öyle bir seçeneğim yok ki!” dedi.
Acaba çocuklara vazgeçme veya bırakma seçeneği vermemek, onların başarısını olumsuz etkiler mi?
Bu öğrenciye “Sınava girmeme hakkın/özgürlüğün/seçeneğin var” denseydi, ne olurdu?
ARAŞTIRMA
Çoğu zaman zannedilir ki, başka seçeneği olmayan veya tek çaresi başarılı olmak olan insanlar daha başarılı olur. Acaba bu gerçekten böyle mi?
Wharton İşletme Fakültesi’nden araştırmacı Rom Schrift ve meslektaşı bir deney tasarlıyor. Denekler iki gruba ayrılıyor (bir grup daha var ama şu anda o önemli değil). Her grup kendilerine verilen karışık harfler arasında anlamlı kelimeler bulacak.
Birinci gruptaki deneklere araştırmadan ayrılma hakkı veriliyor, ikinci gruba verilmiyor. Yani, birinci grubun terk etme/bırakma özgürlüğü var.