“Açlıktan bahsediyorsun;
Demek ki sen komünistsin.
Demek bütün binaları yakan sensin.
İstanbul’dakileri sen,
Ankara’dakileri sen?
Sen ne domuzsun, sen!
BAŞINIZA CHP KADAR TAŞ DÜŞSÜN
Fasafiso Araştırma Şirketi’nin yöneticisine açılım politikasından hangi partinin kârlı, hangi partinin zararlı çıkacağı soruluyor. Yönetici, “CHP’nin inandırma sıkıntısı var” diyor. Aynı gün bir başka gazetede Şerbet Araştırma Merkezi’nin CEO’suna göre CHP’nin gerçekçi bir politikası yok.
* * *
Bilâl N. Şimşir’in “Kürtçülük, 1878-1923” (Bilgi Yayınları) adlı kitabının 152-153’üncü sayfalarını okuyuncaya kadar “Anadolu üzerine düşen bir ateş topu” olan Berlin Antlaşması’nın yıkıcı etkisini tam anlamıyla bilmiyordum. İtiraf ediyorum!
Önüne gelen Türklerin tarihleriyle yüzleşmek zorunda olduğunu (olduğumuzu) söylüyorlar ya Bilâl N.Şimşir’in nesnel (objektif) çalışmalarının bu işi çok iyi yaptığını söyleyebiliriz.
Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi Osmanlı tarihimizle yüzleşmemiz için büyük bir fırsat: “Babıâli Çerkez ve Kürtlere karşı Ermenilerin huzur ve güvenliğini sağlamayı yükümlenir” cümlesi, tarihle yüzleşmek faslında ne demek, ne anlama gelmekte?
Ermeniler ve Kürtler mazlum mu, yoksa zalim mi? Buna doğru karar verebilmek için, tarihimizin en trajik dönemini (1878-1923) sabırla ve temiz vicdanla okumamız, öğrenmemiz gerek. Ayrıca, bu dönemde, ayrılıkçı Ermeni militanların ve Kürt aşiretlerinin Osmanlı Devleti’ne karşı çevirdiği fesatları öğrenmenin de sayısız faydaları vardır.
* * *
Şimdi de yaptığım gibi, gece-gündüz çalışarak her şeyi başaracağıma inandığım için, kıskanma, imrenme ve hayranlık gibi duyguları pek az hissederim. Hissettiğim zaman da içtenlikle hissederim ve saygı duyarım. Bilâl N. Şimşir bu insanlardan biri. İşini bir Herakles (Herkül) gibi yaptığı için ona hayranlık duyuyorum. Kim bu Bilâl N. Şimşir?
1933 yılında Osmanpazarı’nda (Bulgaristan) doğdu. 1957 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Üç yıl kadar aynı fakültenin Diplomasi Tarihi Kürsüsü’nde asistan olarak çalıştıktan sonra Dışişleri Bakanlığı’na geçti. Paris, Şam, Lahey’de başkâtip ve müsteşar olarak çalıştı. Londra’da başkonsolosluk yaptı. Arnavutluk, Çin, Avustralya ve Güney Pasifik ülkelerinde büyükelçi olarak Türkiye’yi temsil etti. 1998 yılında emekliye ayrıldı. Bugüne kadar 80 cilt kitap ve 200 kadar bilimsel makale yayınlayan Dr. Şimşir, Atatürk konusunda Türkiye’de en çok eser vermiş tarihçilerimizden biridir. Büyük bölümü yabancı dilde olan eserleri dünya kitaplıklarında, kataloglarında yer almaktadır.
İtirazcılara söyleyecek bir şeyim yok. Sanırım, “Kürtçenin öğrenimde (Türkçe gibi) kullanılmasının” üniter devlet ilkesine aykırı olduğunu biliyorlardır.
Ben yazıma bir giriş olarak anadilde öğretim’in anadili öğrenmek anlamına değil, okul öğretimleri boyunca bütün derslerin anadilde yapılacağı anlamına geldiğini 1001’inci defa yazacağım. Ama bu basit gerçeği bilmeyenler ya da bilerek anlam karışıklığı yaratanlar var. Örnekleri birlikte okuyalım:
¡ ¡ ¡
Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu: “Kürtlerin ve anadili farklı olan diğer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, anadillerini sadece öğrenme değil, anadilleri ile eğitim alabilmeleri en temel haklarıdır.” (Radikal, 17.08.09)
Tarhan Erdem: “Anadilde öğretim ve eğitim politikaları belirlenmeli ve uygulanmalıdır.” (Radikal, 17.08.09)
İhsan Bal (Polis Akademisi Öğretim Üyesi): “Bu ülke üniter yapısını bozmayacak, toprağını bölmeyecek ve bayrağını değiştirmeyecek. Ama yerel yönetimlerin haklarının genişletilmesi, Kürtçe dilinde eğitim hakkı gibi demokratikleşme ve hukuk merkezli bir açılım yapabilecek.” (Taraf, 27.08.09)
Derya Sazak:
Sabancı Holding’in Toyota hisselerini 85 milyon dolara satın alan Ortadoğu merkezli ALJ Grup’un Avrupa Direktörü Ali Haydar Bozkurt, “Toyota’yı çok istiyorduk, fiyat pazarlığı bile yapmadık” demiş.
Bu da bir alışveriş tarzı. Bir şeyi çok isteyen pazarlık yapmaz. Dahası bu türden bir yöntemle, satışa çıkmamış bir malı bile satın almak mümkün.
Ama bu, alışverişte çok kullanılan bir genel kural değildir, çok özeldir.
Ev alacak kimse, satıcıya ilkin satış fiyatını sorar. Sonra pazarlık başlar. İki taraf da ciddi ise üç aşağı beş yukarı sonunda alışveriş tamamlanır.
Eskiden at pazarlarında “at cambazları” vardı. Bunlar atla ya da at üzerinde cambazlık yapmazlardı. Bu adamlar satış eyleminde aracılık yaparlardı. Satıcı ve alıcının ellerini birleştirir, üçlü el eşek kuyruğu gibi aşağıdan yukarıya sallanırdı. Satış tamamlanırsa, at cambazı iki taraftan bahşiş alır, bu sayede geçinip giderdi.
* * *
Kürtçülük sorunu ya da demokratik açılım dedikleri şey de o hesap. AKP iktidarı bu konuda da genel kuralın dışına çıkıyor ve kendine özgü karakuşi bir yöntem uyguluyor. Malın fiyatını satıcı ile değil de ilgili-ilgisiz kimselerle tahmin üzerine bir konuşuyor. İlkin kendisine hayran gazete yazıcılarıyla görüşme yaptı. Onlardan alışveriş konusunda görüş aldı. Ancak tahmin üzerine değer ölçümü çalışması yapılamaz, yapılmamalı.
Sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri (!) ile görüşmeler yapacak. Sonra (teşbihte hata olmaz) mal sahibine bir fiyat önerecek. Bu yöntem kesinlikle yürümez!
Türkiye’nin Kürtçülük sorunundan söz ederken bir başka ülkeyi (İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya, vb.) örnek göstermek son derece tehlikeli ve gereksiz bir çabadır. Bunu taa 2002 yılının 30 Haziran ve 7 Temmuz günlerinde yazmışım. “Hanımefendiler, Beyefendiler! Gördüğünüzden göz kirası istemeyin!” demişim. Bu konuda ayrıca Isırganın Faydaları’nda (Dünya Kitap) yer alan “Valencia! Valencia!” başlıklı yazımı da (s. 177) okuyabilirsiniz.
* * *
Kürtçülüğün taleplerini meşrulaştırmak için tarihten, yabancı ülkelerden örnek vermenin hiç mi hiç gereği yok! Ayrıca “Çanakkale’de, Sakarya’da birlikte savaştık!”, “Cumhuriyeti birlikte kurduk!” gibisinden tevatür güzellemeler de gerekmez. Bu kırılgan örneklere başvurmadan da özerklik, federasyon ve bağımsızlık istenebilir. Bu da harbi ve dürüst bir tavır olur.
Yararsız tartışmalara girmek istemediğim için arkadaş yazarın adını vermeyeceğim. Arkadaşımız da ulus ve üniter devlet bağlamında İspanya’yı örnek veriyor. İspanya Anayasası’ndan alıntılar yapıyor. “Anadilde öğrenim” konusunda saf yürekleri inandırmak için sadece İspanya değil, İtalya, Almanya ve İngiltere de örnek gösterenler var!
* * *
30 Haziran 2002’de bakın ne yazmışım: “Modern İspanya tarihinin belli bir döneminde, sivri akıllı biri eline kalem ya da makası alıp ‘Şu ülkeyi 17 özerk bölgeye ayırayım; 1+3 resmi dil icat edeyim’ dememiştir. Bir zamanlar birer krallık, kontluk ve derebeylik olan günümüz özerk bölgelerinin tarihsel geçmişleri en azından İspanya tarihi kadar eskidir.” Aslında çok daha eskidir.
Romalılar döneminde de, Endülüs Emevileri döneminde de, Katolik Krallar döneminde de Katalunya prensliği var idi. Demokratikleşme döneminde eski parsellere dönüldü.
Bismarck
Diktatörler, despotlar, tiranlar zaferlerini güzellemeleri için yanlarında günlük zabıt tutan fino vakanüvisler beslerler. Ama canlı tarihte dün ve bugün yoktur, sadece yarın vardır.
Diktatörler, despotlar, tiranlar, müstebitler, Mussoliniler, Hitlerler artık dün olan yarınlarını kestiremezlerdi. Ama zalimlerin bilemedikleri yarın artık bizim için dündür. Biz onların dünlerini de, bugünlerini de, yarınlarını da biliriz.
* * *
Leş kargaları, sırtlanlar, bilumum leşoburlar (leş yiyiciler) bayram ediyor: Siyasal İslamcılar, Kürtçüler, 12 Mart, 12 Eylül mağduru eski histerik goşistler -yeni ultra liberaller- başta Hürriyet gazetesi olmak üzere Doğan Medya Grubu’ndan nefret ediyorlar. Bu nefret AKP’nin siyasal nefretini katmerleyerek onu açık, örtüsüz, aşikâr faşizme doğru hızla sürüklüyor. Ve bütün bunlar Avrupa Birliği’nin koruyucu kanatları altında oluyor. Bu sonuçtan 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri de sorumludur.
Ve bütün bunlar “filozof” halkımızın gözleri önünde cereyan ediyor. O halde o da sorumludur. Sadece AKP müşterileri değil bütün halk sorumludur. Çünkü AKP iktidarı türlü fesatla vatandaşlık bilincini körleştirdiği, sağırlaştırdığı bu halktan korkmuyor. Sabah gazetesinin (09.09.09) verdiği ayrıntılı, grafikli ve neşeli habere göre Doğan hisseleri yüzde 20 düşmüş; bir günlük kayıp 775 milyon dolar imiş. Doğan Holding hisselerine para yatıran yatırımcı kesimin bu darbe yüzünden borsada para kaybetmesi, iflas etmesi iktidarın umurunda bile değil. AKP iktidarı yaptığı eylemlerle borsada da suç işliyor.
Amaç gizlenemeyecek kadar açık: Doğan Medya Grubu’nu çökertmek, yok etmek ve ona el koymak. Devlet bankaları marifetiyle bir yandaşa peşkeş çekmek. Tıpkı Sabah Grubu gibi.
Siz beşinci kolun iftiralarına bakmayın: Demokrasinin, insan haklarının, özgürlüklerin savunucusu ve güvencesi olan Doğan Medya Grubu’nun gazete, dergi, televizyon ve radyolarının susturulduğu bir Türkiye, faşist İtalya’dan, Nazi Almanya’dan, Suudi Arabistan’dan, Sudan’dan çok daha beter olur.
Ve olanlar Avrupa Birliği’nin koruyucu kanatları altında oluyor. AKP iktidarı siyasal planlarını gerçekleştirmek için AB’nin koruyucu kanatları altına sığınıyor.
***
Ağustos başlarında bir gün, Cüneyt Ülsever’in “Türkiye’ye Ne Olacak?” (Hayykitap) adlı kitabı karşıma çıktı yatakta. Bir söyleşi kitabı. Söyleşiyi Kürşad Oğuz yapmış.
Cüneyt Ülsever, bildiğiniz Cüneyt Ülsever, Hürriyet gazetesi yazarı. 1998’de gazetede yazmaya başladığına göre benden bir yıl birkaç ay daha kıdemli.
Kendisiyle iki kez karşılaştım. Ayaküstü konuştuk. Hepsi bu kadar. Gazetede yazmaya başladığım zaman memnuniyetini belirten zarif bir yazı kaleme almıştı.