Özdemir İnce

’Donun temiz mi’ ya ellerin?

3 Şubat 2008
(MYRIAM ve Magnus arasında demiryolu köprüsünde intiharlarından az önce şöyle bir diyalog geçer): MYRIAM: ...Gömleğin temiz mi?

MAGNUS: Evet.

MYRIAM: Ya iç donun? O da temiz mi?

MAGNUS: Myriam!

MYRIAM: Niçin Myriam’mış? Annem bana hep derdi: "Myriam, kızım, sokakta bir kaza geçirdiğini ve külotunun kirli olduğunu düşün! Ailemiz için ne utanç verici bir şey!

MAGNUS: Myriam, gıcır gıcır yeni para gibiyim! (Sessizlik) Güzel bir hayat yaşadık Magnus.

MAGNUS: Evet. Ama hiçbir şeye yaramadık.

MYRIAM: Elimizden geleni yaptık biz. Hiçbir işe yaramadığımızı kim söyleyebilir? Yirmi yıl, otuz yıl, elli yıl sonra bir gün, insanlar Gottchalk adlı bir Alman tiyatro sanatçısının, zorladıkları halde karısından ayrılmaktansa onunla birlikte ölmeyi tercih ettiğini öğrenecekler. Ve o zaman, "İşte kendi tarzında hayır diyen dürüst bir adam" diyecekler. Ve bir an bizi düşünecekler, bu süre içinde biz tekrar yaşayacağız Magnus.

MAGNUS: Evet, belki?

(El ele tutuşurlar. Demiryolu köprüsünün korkuluğuna oturmuşlardır. Gülümserler. Uzaktan bir tren düdüğü.)

ÖZBUDUN’UN KAYGISI

Engin Yıldızoğlu’
nun "Liberal Entelijansiya ve Herr Höfgen’in Trajedisi" (Cumhuriyet, 30.01.08) başlıklı yazısının son paragrafını okuyunca aklıma yukarıdaki diyalog geldi. Ama ilkin Engin Yıldızoğlu’nun satırlarını okuyalım: "Liberal entelijansiyanın halini, liberalizmin toplumsal süreçleri anlamaktaki yetersizliği ile ancak bir yere kadar açıklayabiliriz. Ondan ötesi için benim aklıma, AKP için anayasa taslağı hazırlayan Prof. Özbudun ve ekibinin şimdi kaygılanmaya başladıklarına ilişkin haberleri okuyunca, Istvan Szabo’nun Mefisto filmindeki Hendrik Höfgen geliyor; sanatını icra etmek için bilincini terk eden artist?"

HİZMETET, ÖZGÜRLEŞ

Istvan Szabo’
nun filmi gerçekten güzeldir ama filmin gerisinde Klauss Mann’ın 1930’ların Nazi Almanyası’nda geçen Mefisto adlı muhteşem romanı vardır. Ariane Mnouchkine, romanı tiyatroya uyarladı ve ben de oyunu 1980’lerde Türkçe’ye çevirdim (Can Yayınları, 1990).

Önsözde şöyle yazıyorum: "Mefisto, roman ve oyun olarak, zorbaya hizmet etmemeyi seçen; işkencelerde, ölümlerde, sürgünlerde, yoksunluklarda özgürleşen bireyleri, La Boetie’nin ’Hizmet etmemeye karar verin ve özgürleşin!’ diye uyardığı insanları, zorbanın ellerini ve bu ellerin marifetlerini sergiliyor."

MEFİSTODASİMGEDİR

Devrimci Hambourg Tiyatrosu’nun komünist oyuncularının kaderleri sergileniyor: Ya Naziler tarafından öldürüldüler, ya eşi Myriam Yahudi olduğu için onunla birlikte intihar etmek zorunda kalan Magnus’un kaderini paylaştılar ya da Herr Höfgen gibi sanat aşkı yüzünden Nazilere hizmet ettiler. Sanat (meslek) aşkı kutsaldır, ama hangi bağlamda olduğu da önemlidir. Şu anda Türkiye’de sahnelenmekte olan Karşı Devrim oyununu dikkate almadan meslek ve sanat icra edilemez! Türban gibi Mefistoluk da bir simgedir!
Yazının Devamını Oku

Yalan rüzgárları

2 Şubat 2008
BÖYLE bir yazıyı benim yazmak zorunda kalışım ilahiyatçılar, din bilginleri açısından utanç verici. Aptal yerine konulmaktan hoşlanmadığım, ayrıca meraklı biri olduğum için işin aslını araştırdım. Şansım yaver gitti, birkaç okurum gereksinim duyduğum bazı bilgileri ulaştırdılar bana. Nûr Suresi 31. Ayet’in birçok çevirisini, Fransızca, İngilizce ve Almanca çevirilerini karşılaştırdım. Bu karşılaştırmanın sonucunda 31. Ayet’in Türkçe çevirisinin aslına uygun yapılmadığı sonucuna vardım. Bu sonuca varmamda, Paris üniversitelerinin birinde Arap Edebiyatı ve Kültür Tarihi öğreten bir şair ve filozof, Tunuslu arkadaşımın büyük yardımları oldu. Arkadaşım, bu ayetin çok önemli üç sözcüğünün kesin anlamlarını araştırarak bana bilgi verdi. Buna göre, Nûr Suresi 31. Ayet’te üç önemli sözcüğün Türkçe anlamını yazıyorum:

Farj (tekil); Furuj (çoğul): (Sözlük adıyla): Erkek ve kadın cinsel organı.

Jayb
(tekil); Juyub (çoğul : (Sözlük adıyla): Meme, göğüs.

Himar
(tekil), Humur (Çoğul): İslam öncesi dönemde Arapların giydiği giysinin bir parçası (dokuma, bez parçası). (Başörtüsü ile kesinlikle ilişkisi yok.)

MEMELERİ ÖRTSÜNLER

Buna göre daha önce de yazmış olduğum gibi Nûr Suresi 31. Ayet’i şöyle çevirmek gerekiyor:

"Söyle inanan kadınlara: Harama bakmaktan sakınsınlar ve cinsel organlarını saklasınlar? Örtülerini göğüsleri (memeleri) üzerine vursunlar?"

Bir okurumun yazdığına göre, söz konusu ayetin örtmekle ilgili bölümünün Arapçası şöyle:

"Vel yadrıbne bihumûrihinne alá juyubihinne" (en doğrusu ki örtülerini göğüsleri (memeleri) üzerine vursunlar).

HİMARI ÇİZDİRİN

Tunuslu filozof ve şair arkadaşımın belirttiği gibi örtünün (himarın) başörtüsü ile herhangi bir ilişkisi yok, giysinin bir parçası. Arapların Müslüman olmadan önce giydikleri giysinin nasıl olduğunu, bu giysilerin parçası olan "himar"ın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum. Bilmek zorunda da değilim. Sadece üzerime düşen sorumluluk gereği Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve bağımsız ilahiyatçıların bu giysinin ve parçası himarın çizimini bulup, yaptırıp yayınlamaları zorunlu bir görev. Bu görev ve sorumluluktan kaçamazlar.

ORGANİZMANIN PARÇASI

Bu konuda yazmaya başladığımdan bu yana, her fırsatta bana şirretçe saldıranlar, suçüstü yakalandıkları için, susmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Türban tapıncı tek başına değil. Büyük bir organizmanın önemli parçalarından biri. Eğer imam hatip okulları mezunları, üniversitelere bir lise mezunu gibi girmek hakkını yasal olarak elde edemezlerse, türban "delirium"u epeyce zaman alsa da yavaş yavaş tavsar. Ama tersi olup imam hatip mezunları, lise mezunlarının hakkına sahip olarak üniversitelere girebilirlerse türbanın yükselişini kimse engelleyemez. İslam’dan giderek daha da kopacak olan Türbaniye Dini, Türbanistan’ı kurar!

* * *

Cengiz Çandar için özel not:
Kuran’da yazan "Farj, furuj, jayb, juyub, himar, humur" gibi temel sözcüklerin anlamını bir Arap arkadaşına, özellikle de bir kadın tanıdığına sor, sonra Nûr Suresi 31. Ayet’in Türkçe çevirisini oku! Bir kez de Diyanet’e sor. Sonra, hükümetçilik, ılık İslamcılık yapacaksan yap ama "harbi" yap!
Yazının Devamını Oku

Nato kafa nato mermer

1 Şubat 2008
13 Ocak Pazar günü yayınlanan "Arap Dünyası, Fotoğrafın Arabı" adlı yazımı iktibas ederek yayınlayan bir müfrit ve müfsid İslamcı gazete bana şöyle sesleniyor: "5. sınıf Marksist şair Özdemir İnce, materyalistlerin çanına ot tıkayan İmam-ı Gazali için ’ezberci barbar’ dedi. Yazdığın birkaç şiirle, ahbap çavuş ilişkisi sonucu aldığın birkaç ödülle adam olamazsın Özdemir. Gazali’nin eserleri şimdi bile sana dersini verir."

Al başına belayı! Belanın bana sesleniş tarzı, başta Araplar olmak üzere İslam dünyasının 900 yıldır neden adam olamadığını kanıtlıyor.

BİLİM DÜŞMANI GAZALİ

İslam tarihini iyi bilenler Gazali’nin (1058-1111) tutucu ve bilim düşmanı işlevini çok iyi değerlendirirler. Filozofları zındık ilan etmiş olan Gazali’ye göre Aristoteles küfürle doludur, onu Arapça’ya çeviren Farabi ile İbn Sina’nın da bu küfürde payları bulunmak gerekir. Bundan dolayı Gazali, bid’at (Peygamber zamanından sonra ortaya çıkmış şeyler) ehli olanların kitaplarının halk tarafından okunmasının yasaklanmasını istemiştir. Ona göre gerçek ve kesin bilgiye ilham (Tanrı’nın insan yüreğine bilgi doldurması) ve mükáşefe (Tanrı sırlarının sezgiyle elde edilmesi) yoluyla varılabilirdi.

Bilginin yerine inancı koyan, Peygamber’den sonra üretilen bilgileri toplumsal bellekten sürgün eden Gazali, İslam rönesansının sonunun başlangıcıdır. Ve, bu selefi anlayışı ile de Selefi-Wehhabi tarikatının, El Kaide’nin ve Türbaniye Dini’nin ilham kaynağıdır.

TOPTAN ACİZ KALDILAR

Benim kaçıncı sınıf şair olduğuma, aldığım birkaç ödülünün hakkım olup olmadığına kuşkusuz Gazali’nin çömezleri karar vermeyecek. Sanat Tarihi denen bir disiplin var, benim kim olduğuma yarın bu disiplinin mensupları karar verecek; şiirim, denemelerim, eleştirel denemelerim, kuramsal çalışmalarım, çevirilerim ve son olarak gazete yazarlığım değerlendirilecek. Ancak bu adamların, din bilginlerinin, liberal malumattıraşların bu "Beşinci sınıf Marksist şair" karşısında düştükleri acz durumu tam anlamıyla bir ibretlik temaşa!

"Beşinci sınıf Marksist şair" karşısında İslami bilgi alanında toptan aciz kaldılar.

Nur Suresi’nin 30. ve 31. ayetlerinin gerçek anlamını bir okurumun yardımıyla taa 15. yüzyıldan alıp çıkardım. Kuran’ın sakınmayı ve örtmeyi zorunlu kıldığı yerlerin cinsel organlar ve makat bölgesi ile kadınların göğüsleri olduğunu "has" Türkçe, İngilizce ve Fransızca örnekleriyle gösterdim. Böylece, türban takmanın dinsel bir gereklilik ve zorunluluk olmadığını savunanlara çok önemli bir katkıda bulundum. Tısssssssssssss!

SAHAFLARDA BULURSUNUZ

Gazali’nin yasakladığı akıllarını kullanıp bari yazılarımı daha dikkatli okuyup bir şeyler öğrenseler. Örneğin din ve kölelik, din ve demokrasi üzerine yazdıklarımı bir daha okusalar. Ufukları biraz açılır. Biraz gayret ederlerse Muhammed bin Hamza’nın Kuran Çevirisi’ni ve sözlüğünü sahaflarda bulabilirler. Ve akılları varsa, şairliğimi işe karıştırmazlar. Çünkü bu okuduğunuz türden yazılarda kullanmadığım şair elimi kullanırsam çarpılırlar!
Yazının Devamını Oku

Türbaniye dini

30 Ocak 2008
TURAN Dursun’un Türkçe’ye çevirdiği, İbni Haldun’un Mukaddime’sinin 23. Bölüm’ünün başlığı şöyledir: "Yenik olan, yenene uyma eğilimindedir. İm, kılık, inanç-düşünce yönünden ve daha başka yönlerden gösterir uyma eğilimlerini." (Onur Yayınları, 1977, s. 344-345) Ve bu eğilimlerin nedenini açıklar: "İnsan her zaman kendini yenende bir üstünlük bulunduğuna, ona boyun eğmesi gerektiğine inanır." İbni Haldun bu durumu şöyle özetliyor: "Kamu, egemenin dinindedir!"

Yani halk hükümdarın dinini kabul etmek zorundadır!

Latince konuşanlar da bu durumu şöyle dile getirmişler: "Cujus regio, ejus religio" (Ülkenin dini senin de dinindir!")

Bu Latince cümle, çeyrek yüzyıldır, İbni Haldun’un kitabının kapağına iliştirilmiş duruyordu. Sanki bir gün bu cümleyi kullanmak zorunda kalacakmışım gibi!

İbni Haldun’un sözleri ve Latince özdeyiş 2008 yılının ocak ayının 30’uncu günü artık geçerli değil! Ya da en azından demokratik ülkelerde geçerli olmadığına, geçerli olmaması gerektiğine inananlar için. Ama Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan, birer galip hükümdar olarak, "Kamu, egemenin dinindedir!" ve "Cujus regio, ejus religio!" özlü sözlerinin geçerli olduğunu kanıtlamak istiyorlar.

* * *

Türkler de her budun gibi bir zamanlar pagan idi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan, Hilmi Ziya Ülken’in "Türk Tefekkürü Tarihi"ni (YKY) okudular mı acaba? Ayrıca Türkler, Orta Asya’da analarından Müslüman olarak doğmuyorlardı. Kılıç zoruyla Müslüman oldular. Bunu öğrenmek için de Erdoğan Aydın’ın "Nasıl Müslüman Olduk?" (Kırmızı Yayınları) adlı kitabı okunmalı.

Türkler kılıç zoruyla Müslüman oluncaya kadar birkaç dine inandılar: Şamanlık, Budizm, Mani dini (manicheisme), Musevilik, Hıristiyanlık, kılıç zoruyla Müslümanlık! Veeeeeee sonunda karşınızda siyasal İslami paranın himmet ve marifetiyle Türbaniye Dini!

Egemenlerin (hükümdarların) dini: Türbaniye Dini! Türban’ın dine dönüştüğünü, onu put ve totem sözcükleriyle tanımlamak suretiyle muştulamıştım. Türbaniye Dini, birtakım Sünni Müslüman Türklerin İslam’dan saparak oluşturdukları yeni bir inançtır. Daha önce İslam’ın Sünni mezhebini kabul etmiş olan yerleşik ve esnaf Hıristiyan Anadolu halkının torunlarıdır bunlar. Yerleşik oldukları için Sünni mezhebine girerek Müslüman olmuşlardı. İlkin Alevileri sindirdiler Osmanlı zamanında. Sindirme konusunda idmanlıdırlar!

* * *

İman ve İslam’ın koşulları da aralarında olmak üzere, türban takma, İslam dininin 32 farzı arasında bulunmamaktadır. Türbaniye Dini’nin tek dinsel (!) koşulu vardır: Türban takmak. Türban tak yeter, İslam’ın Kuran’ını da paranın veri tabanına göre dilediğin gibi yorumla!

Bu yeni din gerçekte bir erkek dinidir. Erkekler biçimsel olarak türbanlı kadın başı biçimindeki puta taparlar. "Kim olunsan ol ey avrat, yeter ki türban takarak gel!" tekerlemesini kullanarak hönkürürler!

QUO VADİS MHP!

MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır, Erdemli’de (Mersin) yaptığı konuşmada türbanın Kuran’ın emri olduğunu söylemiş (Zaman, 27.01.08). Bu, laik Anayasa’yı ve yasaları ilgilendirmez ama MHP gene de kanıtlamak zorunda bu iddiayı!
Yazının Devamını Oku

Madrabazlık, dolandırıcılık, kalpazanlık

29 Ocak 2008
DİYANET İşleri Başkanlığı, türbanın dinsel açıdan bir gereklilik, bir zorunluluk olduğunu ileri sürmüyor muydu? Artık, Doç. Dr. Şahin Filiz’in, "Bireysel Dindarlık mı, Kamusal Dinsellik mi? ’Başörtüsü Söyleminin Dinsel Temelsizliği ve İslam Felsefesi Açısından Eleştirisi’ (Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları)" adlı kitabının bilimsel meydan okumasını yanıtlamak, onu teolojik siyaset meydanında çürütmek (halletmek) zorunda! FERC-AVRET-SEV’E

Doç. Dr. Şahin Filiz’in kitabı, benim "Muhammed bin Hamza’nın Kuran Tercümesi" başlıklı yazımın yayınlandığı gün (22.01.08) geldi. Yazar Şahin Filiz’e ve yayıncı dostum Prof. Dr. Çetin Yetkin’e çok teşekkür ederim. Kitabı heyecanla açıyorum ve okuyorum:

["Mü’min erkeklere söyle, gözlerini çeksinler... ve ferclerini (ön ve arkalarını -ş.f.) korusunlar." Bu ayet, başkalarının ferclerine ve avret yerlerine bakmayın emrini de içeren bir anlam taşımaktadır. Ferc, avret, sev’e (çoğulu sev’at)’den maksat, kadın ve erkeğin genital organları ve makatlarıdır.] (S.47)

Madrabazlık, dolandırıcılık, kalpazanlık sona ermeli artık!

Nûr Suresi’nin 30. Ayeti erkeklere, "Başkalarının genital organlarına ve makatlarına bakmayın, kendi genital organlarınızı ve makatlarınızı kimseye göstermeyin!" diyor.

Nûr Suresi’nin 31. Ayeti kadınlara, "Başkalarının genital organlarına ve makatlarına bakmayın, kendi genital organlarınızı ve makatlarınızı kimseye göstermeyin... ve bir örtüyle (hımar ile) memelerinizi (jayb, juyub) gizleyin!" diyor.

İşte, 22 ve 23 Ocak tarihli yazılarımda da üstüne basa basa yazdığım gibi, Nûr Suresi’nin 30. ve 31. ayetlerinin Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, İslamcıların ve imam hatipçilerin anlayacağı şekilde açık ve seçik anlamı bu.

Hadi benim yazılarımı ciddiye almadılar diyelim ama alsalar çok iyi olur kendileri için! Evet benim yazılarıma inanmıyorlar diyelim, ama türbanı Anayasa’ya sokmadan Doç. Dr. Şahin Filiz’in kitabını okumazlarsa günaha girerler:

Kitaptan öğrendiğimize göre, hadislerde 12 olarak anılan büyük günahlar (kebair) şunlardır: 1. Allah’a ortak koşmak, 2. Haksız yere adam öldürmek, 3. İffetli, temiz bir kadına zina etti diye iftirada bulunmak, 4. Zina yapmak, 5. Düşman hücumu sırasında savaştan kaçmak, 6. Sihir ve büyü yapmak, 7. Yetim malı yemek, 8. Müslüman ana-babaya asi olmak, 9. Aileye karşı istikameti terk etmek, 10. Faiz yemek, 11. Hırsızlık yapmak, 12. İçki içmek. (S.77)

5 ŞARTI, 6’LADILAR

Durum böyle. Ama Cumhurbaşkanı ile Başbakan, söz ve davranışlarıyla türban takmamayı 13. günah olarak ilan ediyorlar; İslam’ın beş koşuluna altıncı olarak türbanı ekliyorlar.

Örtünme, İslam öncesinde kadınlar için hürlük ya da cariyelik konumlarını belirleyen bir simge. Bu töre İslam’da da devam ediyor. Köle ve cariye örtünürse dayak yiyor. Peki örtünemeyen köle ya da cariye Müslüman değil mi, olamaz mı? Müslüman’sa ne olacak? En iyisi Cumhurbaşkanı ve Başbakan’la birlikte siz de okuyun bu kitabı!

ŞANDIR DA KANITLASIN

MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır, Erdemli’de (Mersin) yaptığı konuşmada türbanın Kuran’ın emri olduğunu söylemiş (Zaman, 27.01.08). Bu, laik Anayasa’yı ve yasaları ilgilendirmez ama o gene de kanıtlamak zorunda bu iddiayı!
Yazının Devamını Oku

Bülent Ecevit’e rapor

27 Ocak 2008
POLİTİKA Sosyoloğu Gürbüz Evren’den mesaj aldım. 1999 ve 2002 yıllarında, dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e iki rapor göndermiş. 15 Ocak günü bana da gönderdi. İki raporu da bu sütunda yayınlamak isterdim. İşte ülkemiz için gereken ve safsata yapmayan bir bilim adamı. Kendisine teşekkür ediyor ve 29 Haziran 1999 tarihli raporun bir bölümünü "muhalefet"in dikkatine sunuyorum. AKP’yi taklit etmeleri için değil. Anlayıp önlem almaları için:

* * *

"Varoş olarak adlandırılan kenar mahallelerde oturanlar, artık anakentlerin seçmen nüfusunun yüzde 65’ini oluşturuyor. Ve bu kitlelerin yöneldiği siyasi partinin, seçimlerden başarıyla çıkması kaçınılmazdır. Buna karşın, sayısal azınlığa düştüğü gözlemlenen Atatürkçü, cumhuriyet ilkelerine bağlı kesimler ise, anakentlerin belirli merkezlerine sıkışmakta ya da yeni kurulan uydu kentlerde yoğunlaşmaktadır. Bu, aynı kentlerde, yaşam tarzları, siyasi tercihleri, dünya görüşleri birbirinden farklı iki toplumun doğmasına ve giderek daha belirgin bir şekilde birbirinden ayrılması gibi sıkıntılı bir duruma neden olmaktadır.

TOPLUM İÇİNDE ALTERNATİF TOPLUM

Siyasal İslamcı kesim, anakentlerde yaşayan seçmen kitlelerinin büyük bölümünün yoksullardan oluştuğu gerçeğini kavramış ve bu insanların somut taleplerinin özellikle günlük ihtiyaçları kapsadığını anlamıştır. Bu nedenle var gücüyle belediye yönetimlerini ele geçirmeye ve belediyelerin olanaklarını yoksullar için kullanmaya çalışan siyasal İslam’ın her geçen gün büyüyen yeşil sermayeyi de arkasına alması, tehlikenin boyutlarını büyütmektedir. Siyasal İslamcı kesim Türkiye’de, Mısır kökenli bir örgüt olan ’Müslüman Kardeşler’ modelini yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu model, ’Toplum içinde alternatif toplum’ yaratmayı hedefler. Modele göre, yoksul yığınlar ve az gelirli kesimlerin en temel gereksinimleri belirlenir. Ardından, ücretsiz sağlık hizmeti sunan hastaneler ve sağlık merkezleri kurulur, öğrencilere sürekli artan sayıda burs sağlanır, dini eğitim veren kuruluşlar yaygınlaştırılır, daha çok insanı doyuracak aşevi açılır, daha geniş yığınları giydiren, maddi yardım dağıtan hayır kuruluşları çoğaltılır. Düğün, bayram, doğum gibi özel günlerde insanlara yalnız olmadıklarını hissettirecek ziyaretler yapılır, hediyeler verilir. Kısacası bir süre sonra, mevcut düzenin sorunlarını çözemediğine, kendilerine devletin değil de, İslam dininin sahip çıktığına inandırılmış, giyimiyle, yaşam tarzıyla ülke toplumunun bir bölümünden farklı, dini motiflerle süslenmiş, giderek toplumun geri kalanına etki etmeye, baskı altına almaya çalışan bir toplum yaratılır.

SİYASAL İSLAM’I ABD KULLANACAK

Türkiye’de, siyasal İslam’ın sahip olduğu özel hastaneler, dershaneler, özel okullar, Kuran kursları, yurtlar, işadamları, fabrikalar, hayır kuruluşları, aşevleri, medya kuruluşları, yukarıdaki tablonun bir benzeri değil mi? Siyasal İslam, sıraladığım alanlarda her geçen gün daha da güçlenmiyor mu? Değerli büyüğüm Sayın Ecevit, bilinmesi gereken bir başka gerçek ise, önümüzdeki dönemde Türkiye’deki siyasal İslam’ın ABD tarafından kontrol altına alınmak ve sonra da kullanılmak isteneceğidir. Bu, ’Amerikan usulü İslam’ ya da ’Ilımlı İslam’ olarak tanımlanan modelin yaşama geçirilmesi için Türkiye’ye yönelik yeni politikalar anlamına gelir. İşte bu nedenle, büyük bir olasılıkla Refah ve Fazilet partilerinin kadrolarından yeni bir parti kurulabilir."

* * *

Özür:
Bu yazının dün, dün yayınlanan yazının bugün yayınlanması gerekiyordu. Bu dalgınlıktan dolayı okurlarımdan özür dilerim.
Yazının Devamını Oku

Danalar girmiş bostana

26 Ocak 2008
DÜN Bülent Ecevit’e yazdığı rapordan söz ettiğim Gürbüz Evren, Türkiye’de mumla aradığım, maval okumayan, gerçek (has) bir siyaset sosyoloğu. Kanal B televizyonunda "Bekleme Odası" adlı bir program yapıyor. Ermeni ve Kürtçülük fesatları ile AB üzerine yayınlanmış üç kitabı var.

SİYASAL İSLAM VURGUSU

Gürbüz Evren, 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Bülent Ecevit’e iki uyarı raporu göndermiş. Benim bu iki seçim konusunda şimdiye kadar okuduğum en kusursuz rapor ama ne yazık ki yayınlanmamış.

Gürbüz Evren’in Bülent Ecevit’e gönderdiği 28 Haziran 1999 tarihli rapor şu paragrafla başlıyor: "18 Nisan 1999 seçiminin sonuçları mutlaka doğru okunmalıdır. Aksi takdirde Türkiye’yi çok büyük bir tehlike beklemektedir. Siyasal İslam her geçen gün alan kazanmakta, önümüzdeki seçime kadar tek başına iktidara gelmenin hesaplarını yapmaktadır. Yanlış okumadınız, ’Tek başına iktidar’ ifadesini kullandım. Bu, kabul edilmesi mümkün olmayan bir iddia gibi gelebilir. Belki de bu düşüncemi deli saçması sayabilirsiniz."

"Değerli büyüğüm Sayın Başbakan, yoksulluk Türkiye’nin en önemli gerçeklerinden biridir. Siyasal İslamcı kesim ’sadaka’ gibi dağıttığı erzak torbaları, odun, kömür, çeyrek altın, giyecek, cep harçlığı, kırtasiye gibi yardımlarla kendisine muhtaç halk yığınları yaratmaktadır. Süreç, söz konusu kitlelerin Siyasal İslam’a bağımlı olması yönünde hızla işlemektedir. Siyasal İslamcı kesimin, yoksul kitleleri cemaatleşmeye götüren çalışmaları zaman zaman kesintiye uğrayıp, katıldığı seçimlerde bir miktar oy yitirse de, her seçimde kemikleşmiş oy olarak tanımlanan seçmen kitlesi büyümektedir."

Gürbüz Evren’in 28 Haziran 1999 tarihli raporunda dile getirdiği yorum ve tahminler 3 Kasım 2002 seçimlerinde doğru çıktı. Gürbüz Evren, Bülent Ecevit’e 22 Aralık 2002 tarihli bir rapor daha gönderdi: "18 Nisan 1999 seçiminin hemen ardından bugünleri işaret eden görüşlerimi içeren bir yazıyı size göndermiş, üzülerek söylüyorum ki bir yanıt alamamıştım. ...3 Kasım 2002 seçiminden sonra ortaya çıkan tablonun, tıpkı 1999 gibi doğru okunamayacağı korkusunu taşıyorum. Evet, siyasal İslamcı kesim 18 Nisan 1999 seçiminin hemen ardından belirttiğim gibi tek başına iktidar oldu. Eğer önümüzdeki süreçte de aşağıda özetleyeceğim çalışma planı (1999’da sunduğum model) uygulanmazsa, üzülerek söylüyorum ki 2007’de yapılacak seçimde Siyasal İslam’ın yeni temsilcisi AKP; ABD, AB, uluslararası sermaye, Arap sermayesi, IMF, tarikat ve cemaatlerin desteğiyle en az yüzde 40 oy oranına ulaşarak yeniden tek başına iktidar olacaktır." Ve Gürbüz Evren’in tahmini bir kez daha doğru çıktı!

PLANI OKUYUN

Yüzdelerle, istatistiklerle uğraşarak laf değirmenliği yapan sosyal bilimcilere, siyaset bilimcilere benzemeyen politika sosyoloğu Gürbüz Evren’i Türkiye kamuoyunun dikkatine sunarım. 1999 ve 2002 yıllarında Ecevit’e sunduğu çalışma planı ne idi acaba? CHP ve DSP bu çalışma planlarını mutlaka okumalı! Okumalı! Okumalı! Okumalııııııııı!!......
Yazının Devamını Oku

Başbakanlığın sökmediği yer

25 Ocak 2008
BAŞBAKAN giderek "demokratör"leşiyor. 15 ve 18 Ocak tarihli yazılarımda, demokrasi ile diktatörlük çorbası yönetim tarzı için "Demokratur" sözcüğünü kullanmıştım. Bu türden bir yönetimin başındaki kimseye "Demokratör" diyebileceğimiz gibi onu "Demodiktatör" sözcüğüyle de tanımlayabiliriz. Başbakan, "müstebit bir hükümdar" üslubuna uygun jest ve mimiklerle konuşuyor:

"İslamcı ifadesini anlamak mümkün değil. Biz din kökenli bir parti değiliz. O zaman İslam üzerinden siyasi rant sağlamaya çalışırsınız. Bu, tüccarlığa, esnaflığa benzer; ayakkabıcı, şucu bucu, bu çirkin bir şey. Bizde İslamcı olmaz." (Milliyet, 15.01.08)

Olur, Sayın Başbakan, olur! Üniversitelerdeki mütercim-tercümanlık bölümlerine bir sorun bakalım, "islamiste" sözcüğünü nasıl çevirecekler Türkçe’ye. Zaten Fransızlar "Islamiste" sözcüğünü türetmeden Türkçe’de "İslamcı" sözcüğü yoktu.

Fransızca’da "-ISTE" ve "-ISME" sonekleri, meslek ve ideolojiyle ilgili yeni sözcükler türetir. Kapitalist ve kapitalizm; komünist ve komünizm gibi.

Türkçe’de günümüzde "İslamcı"nın iki anlamı var:

1. İslamı bir ideoloji ve siyaset olarak benimsemiş, İslami devlet kurmak isteyen kimse.

2. İslamı yozlaştırarak onu siyasal bezirgánlık aracı olarak kullanan kimse.

AKP’nin bütün kademelerinde ve saflarında bu iki türden insana bol bol rastlayabiliriz. Görüldüğü gibi Başbakanlık dil (lisan) ve kültür işlerinde sökmüyor.

SONUNDA DEDİLER

Başbakan, türban totemi (putu) konusunda sonunda bizim istediğimiz yere geldi ve beklediğimiz itirafı yaptı: "Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?" (Cumhuriyet, 15.01.08)

Türbanperestler, dinsel inançları gereği zorunluluk olarak türban taktıklarını iddia ediyorlardı. Biz ise İslami açıdan böyle bir zorunluluk olmadığını, örtünmeyle ilgili ayetlerin yanlış yorumlandığını, yanlış tercüme edildiğini ileri sürüyorduk. Din bilginlerinin ve Kuran çevirmenlerinin değişik çeviri ve yorum yaptıklarını örnek göstererek kanıtlıyorduk.

Ve bu nedenle, türban putunun siyasal İslamcı bir simge olduğunu ileri sürüyorduk. Türban toteminin dinsel simge olduğunu kanıtlayamaz duruma düştükleri için, sonunda "Ee n’olmuş yani siyasal simge olmuşsa" anlamına gelecek biçimde "Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün" demek zorunda kaldılar.

KALP PARA GİBİ!

Türban putu (totemi), laik ve demokratik cumhuriyete karşı olan ve onu bir İslam devletine çevirmek isteyenlerin simgesidir. Bunun bir suç olup olmadığına hukuk karar verir. Ancak, Anayasa Mahkemesi türban putunu üniversitede yasaklamış ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu kararın Türkiye Cumhuriyeti mevzuatına aykırı olmadığına karar vermiş durumda. Refah Partisi’ni kapatan davadan söz bile etmiyorum.

Simgelerin dünyada yasak olup olmadığına gelince: Başbakan aksini ilan etse de iddiası kalp para gibi geçersizdir!
Yazının Devamını Oku