Çünkü bu odalar sadece misafirden misafire açılır.
Buradaki mobilyalar evin geri kalanındakilere göre daha pahalıdır.
Oturamaz, üzerinde pizza yiyip TV karşısında şekerleme yapamazsın.
Yemek masasının arkasındaki devasa büfeden görünen kristal çay bardakları da yine sadece misafir gelince kullanılır.
Bir 80’ler alışkanlığı olan sigaralık ve büfenin bir yerinde duran viskileri de unutmayalım.
Kısacası misafir odaları kutsaldır ve bu misafir odası kültürü hâlâ bir şekilde devam ediyor.
1989’da yayımlanan günlüklerinden ilhamla hazırlanmış belgeseli izledikten sonra öğrendim.
Başka türlü bir yalnızlık bu.
Aslında bir yanı çok tanıdık:
Hani tüm ünlülerin başına gelen o kalabalıklar içindeki muhteşem yalnızlık.
Warhol’unki bunun daha bilinçli bir versiyonu.
Bitmek bilmeyen partiler, davetler ve efsanevi Studio 54 gecelerine olan bağımlılığı -belgeselden anladığımız üzere- asla nefret ettiği bir durum olmamış.
Şehirde bir İstanbul Moda Haftası hareketliliği var ama ben moda haftasından koptum biraz.
Dijital mi yoksa fiziksel mi yapılıyor, kafam ultra karışık mesela.
En azından moda haftasının ana üssünün Soho House olduğunu biliyorum, bu da bir şey.
Şimdi anlatacağım sosyalleşme hikâyesi ise Galataport’taki Paket Postanesi’nde yaşanan moda haftası halleri. Malum, Paket Postanesi Galataport’un yeni açılan kısımlarından biri.
1907’de yapılan bu tarihi bina aslında liman sahasının ilk yapılarından.
Uzun süre yolcu salonu olarak kullanılmış, sonra da PTT’nin paket postanesine dönüşmüş.
Şimdi ise yenilenmiş ve güncellenmiş modern haliyle tasarımcıların dükkânlarına ev sahipliği yapan bir merkez.
Değişmediği için mi özürler bir noktada samimiyetsizdir?
Bizden en popüler misal:
Yıldız Tilbe malum “zehirli” lafları nedeniyle özür diledi ama tepkiler dinmiyor.
Hatta sürpriz bir şekilde Kıbrıs’ta sürekli sahne aldığı bir otel, konser programından Tilbe’yi süresiz çıkardı.
Belki şiddeti aynı oranda değil, ama benzer bir gaf ve beraberinde gelen özür olayını ünlü yönetmen Jane Campion da yaşadı.
“The Power of the Dog” filmiyle pazar günü 27’ncisi yapılan Critics Choice Awards’ta ‘en iyi film’ ve ‘en iyi yönetmen’ dahil dört ödül kazandı Campion.
Öyle korkuyorduk ki, zaten gönüllü olarak evlere kapanmıştık.
En çok da marketten aldığımız paketli ürünleri yıkamakla uğraştığımızı unutamayacağım galiba.
Yıkamaya üşenenler marketten aldığı torbaları balkonda bir süre tutuyordu.
Virüs varsa kendi kendini yok eder diye.
Şimdi tüm bunları düşününce garip geliyor tabii.
Bir de dışarıya çıkıp geldikten sonra montları havalandırma olayı vardı.
Bir kez yapmıştım, sonra anlamsız gelmişti.
Ama itiraf ediyorum; sokaktan geldikten sonra ayakkabılarımı havalansın diye dışarıya bırakmıştım.
Ginza’nın yanındaki kulüp X Room’un yerine.
◊ Geçen yaz ilk kez Bodrum’a şube açıp Mandarin Oriental içine konuşlanan Lucca, bu yaz aynı otel içinde bir de plaj açmaya hazırlanıyor.
Lucca’nın restoranı aynı yerinde, sadece akşamları açılacak. Plaj ise eskiden Juju’nun olduğu koyda.
◊ Bugünlerde en popüler restoranlardan biri Gümüşsuyu’ndaki Topaz. Yenilenen barı sonrası Boğaz manzarasına karşı oturmak en havalı takılmalardan biri olmaya başladı. Şef Seray Öztürk’ün mart ayı boyunca mekana yapacağı bahar menüsü de cabası.
◊ Şef Melih Demirel birkaç yıl önce ayrıldığı Frankie’ye yeniden döndü.
Ama şöyle: Demirel hâlâ d.ream grubunda yönetici şef olarak çalışıyor. Kurum bünyesindeki birçok restorandan o sorumlu.
Galataport’ta açılacak Frankie de kurum çatısı altına girince Demirel eski mekanının mutfağıyla şimdi yeniden ilgilenecek.
2012’de bir röportaj yapmıştık Gülşen’le.
O zaman çalıştığı bir spor hocası vardı.
Onun hakkında, “Böyle giderse anoreksik olur” diye bir demeç yuvarlamıştı.
“BEDENİM RUHUMA GÖRE ŞEKİL ALIYOR”
Haliyle o röportajda buradan yola çıkarak “beden konuşmaları” yapmıştık.
Manası şu: Diyelim ki gayet fitsin, kaslısın, ama yine de kendini yeterince fit ve kaslı göremiyorsun.
Çelimsiz olduğunu düşünüyor ve kendine eziyet ediyorsun.
Bu yüzden de spor salonundan gece gündüz çıkmıyorsun.
Anoreksiyanın ters hali deniyormuş bigoreksiyaya.
Hem kadınlar hem de erkeklerde bu takıntı görülüyormuş ama erkeklerde biraz daha fazla.
Ben tam tersine aynaya bakıp “Aa hocam bak kaslar çıktı, bu kadar tekrar yeter bence” diyenlerdenim.