Ama Venedik Film Festivali bu yıl Cannes’ı geçti.
Melis Sezen, Boran Kuzum, Dilan Çiçek Deniz, Salih Bademci, Hafsanur Sancaktutan ve Demet Özdemir...
Hepsi 80’inci Venedik Film Festivali’nde galası yapılan filmlerden birinin kırmızı halısında peş peşe boy gösterdi.
Hafta sonuna kadar başka ünlüler de boy göstermeye devam edecektir.
Sonuçta bu oyuncuların hepsi Venedik Film Festivali’nin sponsoru global markalardan birinin temsilcisi olarak oradaydı. Cartier, Armani, Campari ya da Chopard... Bu markalar aynı zamanda festivalde birer parti de düzenler, oraya tüm dünyadan davet edilen diğer marka elçisi ünlüler de katılır.
Düzen genelde budur. Umarım tüm bu oyuncular bir gün oynadıkları film nedeniyle de kırmızı halıda boy gösterir.
Temennimiz bu. Çünkü bir oyuncu için esas başarı bu olmalı...
Başka gezegenlerde hayat aramayı konu edinen filmin finali her açıdan ikonik ve benzersizdir. Özellikle yaşlanmış kızıyla bir araya gelen genç babanın buluşma sahnesi.
Beşinci boyutu, boyutlar arası mesajlaşmanın nasıl olabileceğini ve zaman algısını müthiş zihin açıcı bir şekilde işler “Interstellar”. Tekrar tekrar seyredilesidir.
Bu filmin bir de Hans Zimmer tarafından bestelenmiş tema müziği vardır, o da efsanedir.
İşte o müziği Burcu Esmersoy ve Nazım Akmandil’in düğün töreninde dinleyince şaşırdım.
Tam da Burcu’nun mutluluktan ağladığı ve daha sonra müstakbel eşini öptüğü o anlarda “Interstellar”ın müziği çalıyordu.
Bir düğünde bu müziği çalmayı düşünmek müthiş bir fikir.
Her daim taksi çağırdığım duraktan gelen taksiye biniyorum.
Rota, İstanbul Havalimanı.
Şoförden ilk ricam müziğin sesine dair:
“Biraz kısabilir miyiz?” diyorum.
İkinci ricam ise otobana çıkınca oluyor, “Pencerelerden birini kapayabilir miyiz?”
Çünkü çılgın bir rüzgâr ve yol gürültüsü var.
Bunun üzerine şoför birden öfkelenip sesini yükseltiyor, “Sen” diyor, “Sabrımı mı sınıyorsun? Emir komuta zincirinde miyiz? Onu kapa, bunu yap.”
“Hayır” diyorum, “
Takım elbise dediysem, “Kurtlar Vadisi” değilim elbet. Yıllar önce Civan’dan aldığım 1930’lar esintili mavi-beyaz swing papyon ve aynı dönemi yansıtan eski bir siyah-beyaz Beyoğlu ayakkabısı ile daha çok dönem filmi setine gider gibiyim.
Bir bakıma da öyle...
Hani bir hafta önce “150 yıllık ikonik trenin İstanbul gecesinde neler olacak” diye yazmıştım.
İşte o beklenen tren, yani Venice Simplon-Orient-Express, 30 Ağustos gecesi Bakırköy Tren İstasyonu’na geldi. Hedefim oraya ulaşmak...
İstanbullu taksicilerin her an sarf etmeye hazır olduğu o berbat cümlenin ardından (Abi oraya giremiyorum, gideceğin yer hemen 100 metre ileride) fazla diretmiyor ve tabii ki inip yürüyorum.
Arzum Onan böyle bir açıklama yapmaya kalksa ve “Bunu erkeklerimiz, abilerimiz, babalarımız, erkek kardeşlerimiz için yapıyorum” dese ne düşünülürdü acaba?
O nedenle Aslantuğ’un kendi yaşadığı ilişki ve ayrılık üzerinden yapacağı bir konuşmayı tüm kadınlara adaması hem bir kibir sağanağı hem de “can yakan erkek milletine” dahil olmadığını anlatmak için böyle siyasetçi formunda bir girizgâh yapması hayli talihsiz ve gereksiz.
Ayrıca: “Ben terk etmedim, ben aldatmadım, çok acı çektim” diyen upuzun açıklama yerine Arzum Onan’ın sessizliği çok daha bilge, çok daha asil kalıyor.
Ben ve dün olduğumu söylediğin kişi
Mehmet Aslantuğ’a “yorulduğunu ve kendini bulmak istediğini, bu nedenle ayrı eve çıkmak istediğini” söylemiş Arzum Onan.
Arzum Onan’ın durumu ya da içinden geçtiği dönem; geçtiğimiz hafta yayınlanan ve samimi sözleriyle herkesi etkisine altına alan Miley Cyrus’ın “Used To Be Young” şarkısına çok benziyor.
Düşünün, Adele bile Las Vegas konserinde bu şarkıyı ne kadar sık dinlediğini ve çok sevdiğini itiraf etti.
Şarkı, sözleri itibarıyla tam bir
Çünkü geçtiğimiz günlerde bu konuya dair bir video paylaştı Büyüküstün.
Şöyle diyordu videoda:
“Düşünüyorum, lüks nedir? Çok paran olması ve o parayla arabalar jetler, çantalar alabilmek midir lüks? Ya da özel parçalara sahip olmak mıdır? Tek, başka kimsede olmayan? Ya da sadece kendin olabilmek midir? Basit olabilmek, sakin, sade ya da deli. Her nasılsan öyle, kendin olabilmek. Başka şeylere ihtiyaç duymamak mıdır acaba lüks?”
Haliyle videodan sonra düşündüm, nedir lüks diye?
Bence lüks, hem böyle bir videoyu oturup çekmek hem de bu konuyu o kadar önemseyecek denli vaktinin olabilmesidir.
Aslında son zamanlarda Tuba’nın çektiği türden videolara çok sık rastlıyorum.
Bu videolarda herkes kendine göre hayata dair dert ettiği meseleleri çözümlemeye çalışıyor.
Şu anda en çok konuşulan şeylerden biri bu aslında:
“Yapay zekâ bizi nereye götürüyor? Ya da nerelere götürecek?
Bazı meslekler yapay zekâ yüzünden yok olacak mı?”
Yanıtı merak edilen birçok soru var.
Dezeen de bu alanda çalışanlara fikirlerini sormuş. Onlardan biri bizim için tanıdık.
Yapay zekâ ile enstalasyonlar yapan sanatçı Refik Anadol.
“Yapay zekâ hiçbir şekilde bilinçli değil” diyor Anadol, “Henüz o seviyede olduğumuzu hiç sanmıyorum”. Anadol bunun temel nedenlerinden biri olarak şunu gösteriyor:
Yapay zekânın
Soho House kendi topluluğunu yaratma açısından herkese ilham veren bir örnek.
Gittiği her şehre hem kulübünü hem de otelini konduruyor.
Böylece iki taraf birbirini tamamlamış oluyor.
Ve şimdi Soho House grubu, Latin Amerika’yı fethetmeye hazırlanıyor.
Soho House’cular önce eylül ayında Mexico City’de, daha sonra ise aralık ayında Sao Paulo’da kulüp ve otel açacak.
Mexico City’deki Soho House, Colonia Juárez’in kalbinde tarihi bir binada yer alacak ve binanın içinde Meksika’da doğmuş ya da burada yaşayan sanatçıların 100’den fazla eserinden oluşan bir sanat koleksiyonu sergilenecek.
Soho House Sao Paulo ise şehirdeki tarihi bir hastanenin eski doğumhanesinde açılacak. Soho House & Co CEO’su Andrew Carnie, Sao Paulo ile ilgili şöyle bir itirafta bulunuyor: “Buradaki binamız lokal unsurlardan en çok etkilenen Soho House’lardan biri olacak.”
TURİSTLER