Herkes ayrı masalarda.
Masalar ayrı olsa da birbirimize laf yetiştiriyoruz.
Aynı mahalleden olmak böyle bir şey; bin yıldır tanışıyormuş gibi bir tuhaf duygu.
Ama arada yine bir masalık mesafenin özenle korunması.
Derken aramızdan biri önünde duran gazeteden bir haber okuyor yüksek sesle.
Ünlülerin yalnızlık rekoruyla ilgili bir haber.
Cuma gecesi ilk durak, Yeniköy.
Taksici hemen navigasyon açıyor.
Navigasyon aplikasyonlarının robot sesine ultra kılım.
Bu yüzden “Kapatın” diyorum, “Ben yolu tariflerim size.”
O andan itibaren Yandex’e bağlıyorum. Arka koltuktan sürekli anons halindeyim: Sağa dönün, şimdi sola.
Ama tabii neticede bir yayayım, o navigasyon dili/disiplini beni aşıyor.
“Şimdi kavşaktaki ikinci çıkıştan çıkın” filan diyemediğim için tariflerim hayli saçma ve ani oluyor.
“Yok yok, buradan değil” diye diye az kalsın kaza yaptırıyordum şoföre.
Sonra pat diye, “Renkli bir şey olsun” diyorum. Luna hızla boyamaya başlıyor yüzümü.
Makyaj bittiğinde aynayı elime veriyor kendime bakayım diye.
O la la! Aynadaki artık ben değil, bir adet artistik Catrin!
Ölüler Günü Catrin’lerinden biri.
Meksika’nın meşhur Ölüler Günü’nde bu tarz makyajı yaptıran erkeklere Catrin, kadınlara ise Catrina deniyor. Artık sokaklarda dolaşan Catrin ve Catrina’ların arasına karışmaya hazırım.
Ne yalan söyleyeyim, ağır makyaj ilk başta biraz
İstanbul’un gecesi dediğin aslında gece başlamıyor, gayet akşamüstü filan.
Misal: Lucca birlikleri kaldırımdaki ön sıraları kapıyor, Zorlu Morini’nin arka cephesinde event yorgunu kadın grupları görüyorsun, Cihangir Journey’de ise bilgisayarını yeni kapamış tek kişilik masaların ekşi yalnızlığını...
Mekanlar değişse de konuşma balonları genelde şöyle oluyor:
“Canım nasılsın, çok iyi gördüm seni?”
İltifatı alan bir seviniyor önce, yüzüne yarım bir sırıtış geliyor aniden.
Ardından karşı taraf bu sırıtışı geri alan derin darbeyi vuruyor:
Hatta kimisi için sevgiliyle geçirilen kaliteli zaman pek azdır.
Geriye kalan şey çoğunlukla kavga gürültü ve “Neredeydin, ne yaptın, kime baktın” kıskançlığıdır.
Bu yüzden birbiriyle her daim uyumlu, uzaktan bakıldığında birbirinin “oyun arkadaşı” gibi duran sevgililere gıptayla bakılır, “Biz niye böyle olamıyoruz ki?” diye hayıflanılır.
Çünkü bu fazla uyumlu sevgililer -kabul edelim- dış mihrak gözler için had safhada gıcık bir şeydir.
O tencere kapak halleri, aralarından bir saniye eksik olmayan über enerji dalgası öyle bir hissedilir ki; yanlarında beş saniye dursan bazen seni duymaz/görmez/kapsama alanına dahi almazlar.
Los Angeles’ın pek de Los Angeles gibi durmayan bir bölgesinde, Downtown’daki Santa Fe Avenue civarında tıklım tıklım dolu bir restoranda akşam yemeğindeyim: Bestia’da.
Evet pek de L.A. gibi durmuyor burası.
Daha çok New York’taki Williamsburg’ü andırıyor.
Sadece Bestia’daki enerji değil, civardaki tüm enerji öyle hissettiriyor.
O enerjinin en önemli ateşleyicisi ise galerilerin ve türlü konsept mağazaların peş peşe sıralandığı ’Arts District’.
Şimdi buna ek olarak bir de Soho Warehouse açılmış durumda.
Soho House grubunun en yeni üyesi.
◊ Nereden çıktı bu TURK? Kariyerinin başından beri hep aklında mıydı?
- 20 yaşında kariyerimi geliştirmek için Türkiye’den ayrıldığım günden beri Türk mutfağında yeni bir dil oluşturma tutkum vardı. Hep biliyordum ki bu tutku beni ait olduğum yere bir gün geri döndürecekti. Bangkok’taki restoranımda sunduğum “From My Mum” (Annemden) adını verdiğim mantı yorumlamasının insanlarda yarattığı heyecanı görünce hayalimi gerçeğe dönüştürme ve sahip olduklarımı Türk gastronomisini geliştirmek için kullanma zamanının geldiğini hissettim. Daha çok cesaretlenip geri dönme zamanının geldiğine karar verdim.
◊ TURK, adıyla da iddialı. Neden bu isim? Net olsun mu istedin?
- Yaratıcılığın cüretkar olması gerektiğine inanıyorum. Ancak bu cüretkar yaratıcılığın minimalizm ve sadelikten beslenen samimi bir yanı da olmalı. O yüzden kim olduğumu ve kalbimde yatanı direkt anlatan bir restoran adı olarak TURK’u seçtim. TURK’un bundan 50 yıl sonra da yeni Türk mutfağı için referans noktası olmasını arzuluyorum. İçeride Türk gastronomisinin hak ettiği yere gelmesi hayaliyle çalışan bir ekip olacak.
Türk coğrafyasının bize bahşettiği malzemelerle ve Türk mutfağının canlılığından ilham alan bir anlayışla yemekler hazırlayacağız. Yani bu restoranda her şey “Türk”ten geliyor ve “Türk”e çıkıyor!
Önce ruhunuzu ve yüreğinizi besleyeceğiz
◊ Mutfaktan neler çıkacak? Neler bekliyor bizi?
Reklamda şarkının bir kısmını kendisi seslendiriyor. Bir kısmını ise başka bir
vokal.
Şarkının sert sözleri de haliyle markanın pazarlamasına uygun hale getirilip değiştirilmiş:
“Bıktım okul sınav hep iş, banane yaptım alışveriş.
Rahat bir mont tişört, tarzımız hep sweatshirt...”
Elbette rap’çiler klipte oynayabilir.