Paylaş
Sonra pat diye, “Renkli bir şey olsun” diyorum. Luna hızla boyamaya başlıyor yüzümü.
Makyaj bittiğinde aynayı elime veriyor kendime bakayım diye.
O la la! Aynadaki artık ben değil, bir adet artistik Catrin!
Ölüler Günü Catrin’lerinden biri.
Meksika’nın meşhur Ölüler Günü’nde bu tarz makyajı yaptıran erkeklere Catrin, kadınlara ise Catrina deniyor. Artık sokaklarda dolaşan Catrin ve Catrina’ların arasına karışmaya hazırım.
Ne yalan söyleyeyim, ağır makyaj ilk başta biraz yüzümü kaşındırıyor. Ama bozulmasın diye kaşıyamıyorum da! Azıcık gıcık bir durum...
SÖYLE BAKALIM, NASIL ÖLDÜN?
Sokağa çıktığımda herkesin yüzünde farklı farklı iskelet yüzü makyajları...
Meksikalı ve Türk arkadaşlarımla Cholula’nın (Mexico City’ye iki saat uzaklıkta bir köy) 100 yıllık barı Reforma’ya giriyoruz. Barın kapısı western filmlerindeki bar kapıları gibi. İki kanadı olan, ileri geri açılan kapılardan yani. Hayır, tekme atarak içeri girmiyorum. Kovboy ruhu filan yok bende, üzgünüm.
Bar ise hakikaten 100 yıllık! Tüplü televizyonu vardı, oradan anlayın tozlu mazisini...
Tekila shot’lar yuvarlanırken tüm Catrin ve Catrina’lar birbirine şu soruyu sorup eğleniyor: “Söyle bakalım, nasıl öldün?”
Herkes kafasına göre yaratıcı bir ölüm yanıtı veriyor. Neredeyse, “Ölüm sen ne güzel bir şeysin!” diyeceğiz.
O denli bir ölümle barışma, rahatlama haliymiş meğer Ölüler Günü. Meksikalılar için başka bir anlamı daha var tabii: Ölen yakınları anmak.
Neşeli ve şaşaalı bir şekilde.
Bu yüzden herkes ölen yakını için sokaklara, evlerin avlularına, mezarlıklara rengarenk sunaklar hazırlıyor.
Sunaklarda başrol sarı kadife çiçeklerinin.
Çünkü ölü ruhların bu çiçeklerin kokusunu takip ederek bu dünyaya bir geceliğine de olsa geri döneceğine inanıyorlar.
Ve bol bol süsleme yapıyorlar.
Her bir sunak sanat eseri kıvamına dönüşüyor adeta. Sunaklar kurulduktan sonra ise şarkılar söyleniyor.
Ağlamak, karalar bağlamak yok. Acı yerine umut var! Ölümü hayatın bir parçası olarak kabul etme gerçeği var. Bizim kültürümüzden çok çok farklı.
Kökeni Aztekler’e kadar dayanan Ölüler Günü zaman içinde değişime uğrayıp bugünkü popüler halini almış olsa da sonuç değişmiyor: Meksikalılar çok iyi birer hikaye anlatıcı.
Ve yaratıcı hikayeler diriyi de ölüyü de hayata bağlıyor işte.
Frida Kahlo’nun evinde
Meksika’ya gelip de Frida Kahlo’nun yaşadığı eve gitmemek olmazdı.
Mexico City’nin Coyoacan tarafındaki ev, nam-ı diğer La Casa Azul (Mavi Ev) Kahlo’nun doğduğu, çocukluğunu geçirdiği, Diego Rivera’yla bir dönem beraber yaşadığı ve en meşhur tablolarını yaptığı yer. Şu an müze olarak kullanılıyor. Bu evi gördükten sonra zihnime üşüşenler şöyle:
◊ Frida’nın evi Yves Saint-Laurent’nin bir dönem yaşadığı Marakeş’teki Jardin Majorelle’in ikiz kardeşi gibi.
◊ Evin en çarpıcı yanlarından biri Frida’nın tablolarından bazılarını yaptığı yatağını görmek.
◊ Kahlo’nun kazadan sonra kullandığı korseler de sergileniyor. Korselerin kendi tasarımı olduğunu bilmiyordum, orada öğrendim.
◊ Müzenin en sevmediğim yanı şuydu: Fridalı ürünlerin satıldığı dükkanda onun çizimleri ve notlarından oluşan günlüğünün renkli fotokopi versiyonlar halinde satılması. Frida Kahlo yaptığı her şeyin bu denli ticarete döküldüğünü görseydi kahrından tüm tablolarını yakardı herhalde diye düşündüm o an.
7 yıl önce 7 yıl sonra
Hani yedi yıllık döngü denen bir hadise var ya. Astrologlar sıkça söyler, enerji işleriyle meşgul olanların ise sürekli dilindedir. Bu döngü inanışına göre doğduğumuz andan itibaren her 7 yılda bir yeni döneme giriyoruz. Hayatımızda bir şeyler değişiyor yani. Bu döngü ne kadar gerçek bilemem, ama ben başka bir döngüyü tamamladım bu Meksika seyahatinde. Mexico City’ye bir saat uzaklıktaki antik kent Teotihuacan’a ilk kez bundan 7 yıl önce gitmiştim. 7 yıl sonra burayı bir kez daha ziyaret ettim.
248 basamak çıkılarak en tepesine ulaşılan kentin görkemli Güneş Piramidi’nin en tepesinde 7 yıl önceki pozisyonumu aldım.
Bir parmağımla piramidin ortasındaki taşa dokundum.
Diğer elimle de güneşi gösterdim.
Bunun amacı güneşle piramit arasındaki enerji köprüsü olmak. O enerjiyi almak.
Sonuç mu? Fazlasıyla o enerjiden almış olmalıyım ki, o gün yüzüm tüp patlamış gibi yandı!
Acılar içinde yoğurt sürmelik kıvama geldim. Fazla enerjiden ızgara olmadığıma da şükür tabii.
Paylaş